
Burası Türkiye’dir
Haldun Taner, 20 Mart 1960’ta Tercüman’daki köşe yazısında bir Türk gencini öldüren Amerikalı Yarbay Morrison üzerinden hukukun üstünlüğü meselesine eğilmiş; suçun gerekli ceza ile karşılık bulması gerektiğini bu örnek üzerinden dile getirmişti.
Amerikalı dostlarımızın Türkiye’de işledikleri hepsi de birbirinden sorumsuz suçların üç yüz seksen altıncısı kamuda haklı olarak olağanüstü bir tepki yarattı. Bundan önce yine bu sütunlardan “Biraz ölçü” adı ile yazdığım bir yazıda belirttiğim gibi, sahte para sürmek, kadın kaçırmak, çocuk yaralamak, içip kavga çıkarmak, bayrak yırtmak gibi hareketlerden dolayı henüz hiçbir Amerikalının ağır cezaya çarptırılmamış olması ne zamandır adalet duygumuzu rahatsız ediyordu.
Arabasını son süratle sürüp bir Türk gencini canından, bir ikincisini bacağından eden, öbürünü de orak gibi biçen Yarbay Morrison’un muhakemesi bardağı taşıran son damla oldu.
Kaç gündür gazetelerin sütunlarını, vatandaşların konuşmalarını hep bu konu işgal ediyor. Hukuk uzmanları üniversite gençliği bu konudaki versite gençliği bu konudaki samimi düşüncelerini açıklıyorlar. Bu düşüncelerin hiç de Amerikalı dostlarımızın lehinde olmadığını bilmem söylemeye lüzum var mı?
İşin bu raddeye gelmesinde suç, samimi düşüncelerini açıklayanlarda değil, olsa olsa o acayip kararı ile Türk halk efkârını ve adalet duygusunu hafife alan Amerikan Askerî Mahkemesi’nin jürisindedir.
Bu kanlı ve ibret verici sorumsuzluk örneğini “hafif ihmal” sayıp yarbayı kanlı suçu ile hiç orantılı olmayan pek hafif sembolik denilebilecek kadar gülünç bir cezaya çarptıran jürinin kararı her şeyden önce Türk genel efkârını ve bir Türk’ün hayatını çok hafife alan bir anlayışın ürünü değil de nedir?
Biz Yarbay Morrison’un hak ettiği “ağır ihmal”den doğan suçun ağır cezasından birkaç yıl ve beş on bin dolar hafiflendiğine sevinen jüriye bu hareketi ile Türk-Amerikan dostluğunun manevi değerini de aynı orantıda hafifletmiş olduğunu hatırlatmak isteriz.
Bu arada tam bir hukuk adamına yaraşan dürüstlük ve tarafsızlıkla Türk haklarının muhakemedeki gibi yegâne savunucusu durumunda kalan Amerikalı savcının bu insanca çıkışlarını burada minnetle belirtmek bir hakkaniyet borcudur. Ama ne çare ki jüri gerek bu sakıncalara gerekse savcının bu uyarmalarına rağmen tuttuğu yoldan dönmemiş, bir klancılık zihniyetiyle adamını kurtarmak çabasından kendini sıyıramamıştır.
Ne çare ki NATO anlaşmasına göre bu hükme karşı boyun eğmek zorundayız. Ama boyun eğmek zorundayız. Ama boyun eğmediğimiz, eğmeyeceğimiz bir şey varsa o da bu muhakemenin bir kere daha ortaya attığı bu çarpık anlayışın bundan böyle yine sürüp gitmesidir. Ne dostluk anlaşmaları ne dolar yardımları bizi hafife alınmak karşısında gerçeği dobra dobra söylemekten alıkoyamaz.
Kendi memleketlerinde uslu, akıllı, tedbirli ve sorumlu, yurttaşlarına karşı zarar vermemek hususunda son derece dikkatli ve terbiyeli olan Amerikalıların yurt dışına çıkınca bütün o baskılardan kurtulup şımarmalarına, her akıllarına geleni yapacaklarını sanmalarına, ona buna sataşıp sokaklarda naralar atmalarına ve nihayet işi azıtıp misafir bulundukları ülkenin insanlarına zarar vermelerine biz bir müddet o ananevî hoşgörürlüğümüz ve konukseverliğimize ses çıkarmamış olabiliriz. Ama artık bu müsamaha sınırını aştı.
Türkiye bir işgal bölgesi değildir. Burada insanların onuru bütün değerlerden daha önemlidir. Amerikan jürisi ne düşünürse düşünsün bizim gözümüzde en ümmi bir Anadolu delikanlısının hayatı bir Amerikalı generalin hayatından bile kat kat kıymetlidir.
Yarbay Morrison’un tekerlekleri arasında can veren yağız Türk genci, kendilerini dünyanın ekseni sanan bazı kimselerin bu çarpık anlayışına karlı böylesine geniş bir tepki uyandırdığı için pek de boşuna ölmüş sayılamaz.
Türkleri hâlâ sevdiğini söyleyen Morrison ve arkadaşlarına şunu hatırlatalım ki Türkleri sevmek demek, onları hafifsemek demek değildir.
Siz Türkleri sevin ya da sevmeyin, bu gidişle korkarım Türkler sizi eskisi gibi sevmeyeceklerdir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.