Tercüman Arşivi: 03 August 1956
23 July 2024

Ah şu taklitçiliğimiz

Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 3 Ağustos 1956’da toplumsal hayatın içine sızan modanın sürekli dönüşmesinden yakınarak Tercüman’da bir yazı kaleme alıyor. Kıyafet modasını, bir medeniyet tahayyülü üzerinden değerlendirirken tüm bu imajların bizde bir taklitçiliğe dönüştüğünü vurguluyor.

Tanzimat devrinden beri kaç kılığa, kaç kıyafete girdik: kaç defa renk, deri, biçim ve âdet değiştirdik, bilir misiniz? Ben, gözlerimi dünyaya açıp iyiyi kötüden fark edecek bir yaşa bastığım zaman, bütün güzel ve zârif şeylerin adı (alafranga) idi ve alafranga denilince yalnız Fransızlık veya Fransızvârilik akla gelirdi. Beyler sakallarını Fransız zevkine göre kestirir. Hanımlarımız robalarını Fransa’dan gelen örnekler üstüne biçtirirdi ve lavantalarının, pudralarının adları hep Fransızca idi. Büyük ve zengin aileler yanındaki Fransız “mürebbiye”ler yalnız çocuklara Fransız dilini öğretmek, Fransız terbiyesi vermekle kalmazlardı; büyüklü küçüklü, erkekli kadınlı bütün o aile halkına kendi memleketlerinin göreneklerini de geçirirlerdi. Bu suretle Abdülaziz saltanatının sonuna doğru, İstanbul’un yüksek çevrelerinde, öyle tipler türedi ki -kafada değil ama- giyim kuşamda, kalkıp oturuşta, yiyip içişte Paris’teki örneklerinden hiç fark edilemezdi.

Derken, bilmem nasıl oldu -sanırım, o sıralarda İngiltere ile dostluk siyaseti güdüyorduk- aynı çevrelerde, bir İngiliz modasıdır alıp yürümeye başladı ve bu en ziyade, Türk erkekleri arasında revaç buldu. Bunlar, ayaklarından daracık lüstrin potinlerini, sırtlarından kaskatı kolalı gömleklerini çıkarıp üç kat tabanlı geniş ayakkabıları geçirdiler ve bol yakalı yumuşak gömlekler giyinip yarı bahriyeli, yarı avcı tavırları ile dolaşır oldular.

Bunun ne kadar sürdüğünü pek iyi hatırlamıyorum. Fakat ilk gençlik çağımda, sivil veya asker birçok beylerimizin Wilhelm’vâri bıyıkları hâlâ gözümün önündedir. Abdülhamit devrinin Alman dostluğu ve Almanya İmparatoru’nun İstanbul’u ziyaretiyle başlayan bu bıyık modası Birinci Cihan Harbi’nde, tepeden tırnağa bütün vücudumuzu kaplamıştı. İstanbul sokakları, kafalarını ustura ile tıraş edip (Kazı Adımı) ile yürüyen Türk delikanlılarından geçilmez olmuştu.

Biraz sonra -daha doğrusu Almanya’nın yenilişi üzerine- bir müddet kimleri taklit edeceğimizi bilememiştik. Tam bu sırada Rus mültecileri imdada yetişti. Bunların derbeder kıyafetleri, her nedense, pek hoşumuza gitmişti. Hele, hanımlarımız, başları elvan elvan ipek mendillere sarılı, bacakları çıplak Moskof dilberlerine öylesine hayran kaldılar ki az zaman içinde bunları kılık kıyafetçe öbürlerinden ayırt etmek imkânsız hâle girdi.

Bugün, sıra Amerikan’kâriliğe gelip çatmış bulunuyor. Bu evvelâ zenci danslarına ve (Camel), (Chesterfeeld) cıgaralarına düşkünlükle başlamıştı. Sonra üstleri sebze ve meyve resimleriyle donanmış boyunbağlarına sirayet etti. Daha sonra, yensiz yakasız alacalı basmadan gömleklere dayandı. Ama iş bununla kalmadı. Şimdi de hanımlarımız, Hilton Oteli salonlarında, Amerika moda evlerinin (!) modellerini salıp yaymakla meşgul imişler. Buna ilk şaşacak olan, sanırım ki, bizzat Amerikalılardır. Zira bizim bildiğimiz, bütün Amerikalı milyoner ve milyarder karılarının, dün olduğu gibi bugün de giyinip süslenmek için, Atlas Denizi’ni aşarak Paris’e akın ettikleridir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...