
23 Nisan
Tarık Buğra, 23 Nisan 1970’de Tercüman’daki köşe yazısında herkesi 23 Nisan ruhuna uygun hareket etmeye, bu ruhu tanımaya ve korumaya davet ediyor; aksi davranışlar ve fikirlerin toplumun birlik ve beraberliği ilkesine aykırı olduğunu ifade ediyordu.
23 Nisan’lar da 29 Ekim’ler, 30 Ağustos’lar, 9 Eylül’ler gibi, birçok ilim ve fikir adamlarımız için, birçok gençlerimiz için bir rozet, bir bayrak asma, bir tören seyretme günü olup çıktı. Bir de Türk’ü Türk’e karşı kışkırtmaya kalkışan bildiriler ve aşağılık duygusu aşılamaya çabalayan bayanlarla tutumlar var. Onlar da böyle günler, böyle kuvvet, birlik, beraberlik ve güven kaynağı olan günleri kaçak mallarını pazarlayacak panayırlara benzetirler.
Hâlbuki biz böyle günleri kitaplardan öğrenmeli idik. Ve günlerimizi, vatandaşlık yaşantılarımızı bu bilgilere göre düzenlememiz gerekirdi. Böyle olsaydı, bak o zaman Türkiye nerelerde olurdu? Hiç değilse türedi devletlere gıpta edecek, onlara özenecek durumlara düşmezdi. Ama o çeşit kitapları yazacak profesörler, ilim, fikir ve sanat adamları nerede?
Nerede mi dedim? Onlar işte o çürüten, yıpratan özentilerin peşinde. Önlerine de müritlerini, çömezlerini katmışlar; kimi Rus, kimi Çin, kimi de Amerikan reçetelerine sarılmış, arada bir Atatürk demeyi de ihmal etmeden, balta sallayıp Molotof kokteyli savurup duruyorlar. Neye mi? İşte o 23 Nisan’ı yaratmış, devlet yaratmış ruh ve karaktere, bu ruh ve karakterin sembolü olan Gazi Paşa’nın şahdamarına!
Tek ve hakiki Kurtuluş Savaşı’nı onun büyük mirasını yiyip tükettiler de şimdi “İkinci Kurtuluş Savaşı” nâmesine üşüşmüşler. Aralarında, o eşsiz şeref günüyle tesadüfen ve dış kapının mandalından ilgi kurmuş veya o şeref döneminden 40 yıl sonra Türkiye’ye fırlamış öyleleri ve öyle kuruluşlar var ki, bu büyük yıldönümüne “Hayır” diyebilecek kadar gönül ve kafa erozyonuna uğramışlar da hâlâ Türkiye ve Türklük için ötebilirler!
Biz 23 Nisan’ları ve bütün başarılarımızla kıymetlerimizi işte bunlara rağmen yaşatmaya mecburuz. İlle savaş ise, adına da ille “İkinci Kurtuluş Savaşı” demek şartsa, Türkiye’nin ve öz Türklerin savaşı işte budur…
Biz 23 Nisan’ları yaşatmaya mecburuz, buna yaşamak için mecburuz. Asıl önemlisi, 23 Nisan’ın devlet otoritesinin kuruluşu demek olduğunu, hatta düpedüz devlet otoritesi demek olduğunu bilmeye mecburuz.
Bu otoriteden taviz vermeye de istemeye de kimsenin hakkı olmadığını bilmeye mecburuz. Muhalefet veya tenkit maskesi ardında, şahsî inanç, yorum ve tutumlarla bu otoriteyi yıpratmaya, bu kalleşliğin adına da fikir özgürlüğü veya özerklik demeye hiç kimsenin ve hiçbir kuruluşun hakkı yoktur, bunu bilmeye mecburuz.
En nihayet, ötekileri de berikileri de 23 Nisan ruhuna ve karakterine düşman, son bağımsız Türk Devleti’ne ve Türklüğe düşman saymaya… Buna göre de davranmaya mecburuz: Buna yaşamak için mecburuz.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.