16 July 2024

Zamanın ruhu Türkiye-Suriye ilişkilerinde normalleşmeyi zorluyor

Son yedi yıldır Türkiye, Suriye ile ilişkileri normalleştirmek için adımlar atmıştı. Ancak Esad rejimi bu adımları karşılıksız bırakmıştı. Peki, ne oldu da Şam yönetimi Türkiye’nin çağrılarına olumlu bir yanıt vermeye başladı? Esad rejiminin bu ani tavır değişikliği sebepleri neler?

Arap Baharı sürecinin başlangıcından itibaren Türkiye, Orta Doğu bölgesindeki önemli ülkelerle ciddi gerilimler yaşadı. Bu gerilimlerin en yüksek yaşandığı ülke hiç şüphesiz Suriye oldu. Ancak son dönemde Türkiye’nin bölge ülkeleri ile ilişkilerini normalleştirme çabası içinde olduğu ve bu alanda önemli adımların atıldığı yeni bir dış politika vizyonu ortaya çıktı. Başta Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi önemli bölge ülkeleri ile ilişkiler önemli bir ilerleme kaydetti. Türkiye 2017 yılından beri Suriye ile de ilişkilerini normalleştirmek için birtakım girişimlerde bulunduysa Beşşar Esad rejiminin Türkiye’nin ilişkileri düzeltmeye yönelik tüm girişimlerini reddetmesi sebebiyle bu alanda mesafe alınamadı.

Ancak son dönemde iki ülke arasındaki ilişkilerin gidişatına dair olumlu bir hareketlenme dikkat çekiyor. Suriye Devlet Başkanı Esad’ın geçtiğimiz günlerde Rusya Devlet Başkanlığı Suriye Özel Temsilcisi Aleksandr Lavrentyev ve beraberindeki heyeti Şam’daki kabulü sırasında yaptığı Suriye’nin Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayan tüm girişimlere açık olduğu açıklaması, bu değişimin en önemli göstergesi olarak okunabilir. Esad’ın bu açıklamasına cevaben Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Yani biz Suriye’yle bu ilişkileri geliştirmekte geçmişte nasıl birlikteysek yine aynı şekilde birlikte hareket ederiz” şeklindeki açıklaması ve peşinden Avrupa Kupası dönüşünde uçakta yaptığı “Esad’ı her an davet edebiliriz” açıklaması iki ülke ilişkilerinde olumlu bir havayı ortaya koyuyor. Son olarak Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Suudi meslektaşı ile Ankara’da düzenlediği basın toplantısında “Zamanın ruhu bizi barışı ve istikrarı aramaya zorluyor” şeklindeki sözleri iki ülke ilişkilerinde normalleşme beklentilerini artırdı. 

Aslında son yedi yıldan beridir Türkiye Suriye ile ilişkileri normalleştirmek için bazı adımlar atmıştı. Ancak Esad rejimi bu adımları karşılıksız bırakmıştı. Peki, ne oldu da Şam yönetimi Türkiye’nin çağrılarına olumlu bir yanıt vermeye başladı? Esad rejiminin bu ani tavır değişikliği ancak bölgesel ve küresel düzlemde son dönemde yaşanan gelişmeler hesaba katılarak anlaşılabilir. 

İsrail karşısındaki yalnızlık hissinin Şam’da yol açtığı güvensizlik

İsrail dokuz ayı aşan bir süredir başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasında bir soykırım ve etnik temizlik yapıyor. Son yıllarda revizyonist bir politikaya yönelen İsrail’in bu saldırganlığı sadece Filistin coğrafyasıyla sınırlı kalmıyor. Hemen hemen her gün İsrail uçakları Suriye ve Lübnan topraklarına saldırılar düzenliyor. İsrail uzun zamandır kuzeye, Lübnan sınırına, askerî yığınak yaparak Lübnan’a yönelik bir kara operasyonu yapma niyetini de açık ediyor. Lübnan’ı İsrail karşısında bir ön savunma hattı olarak gören Şam rejimi açısından İsrail’in Lübnan’a düzenleyeceği bir kara saldırısı ciddi bir güvensizliğe yol açıyor.

Suriye, 1948’den itibaren Arap ülkeleri ve İsrail arasındaki her savaşta ön cephede yer almış pivot bir aktördür. “Suriye’siz savaş, Mısır’sız barış olmaz” cümlesi Suriye’nin bölgesel çatışmalardaki bu pivot rolünü vurgulamak için kullanılan yaygın bir ifadededir. İsrail’in Suriye’ye ait olan Golan Tepeleri’ni 1967’de işgal etmesi ve bu toprakları 1981’de burayı ilhak ettiğini duyurması iki ülke ilişkilerinde önemli bir gerilim kaynağı olmayı sürdürüyor. İki ülke arasında diğer Arap ülkelerinin aksine, bir barış anlaşmasının imzalanmamış olmasının en önemli gerekçelerinden biri işte bu gerilimdir. Her ne kadar uzun yıllardır iki ülke arasında doğrudan bir sıcak çatışma yaşanmasa da Suriye açısından İsrail’in ana ulusal düşman olduğunda şüphe yoktur.

İki ülke arasında paylaşılan sınırlara, aralarındaki düşmanlık ilişkisine ilaveten İsrail ve Suriye arasında Suriye aleyhine mevcut olan güç asimetrisi, Suriye rejiminin İsrail karşısında hissettiği güvensizliğin en önemli gerekçelerinden birini oluşturuyor. Rejim, İsrail’i dengelemek ve İsrail’in Suriye için oluşturduğu tehdidi sınırlamak için uzun zamandır bir arayış içinde.  Suriye rejiminin sınırlı da olsa İsrail karşısında iki seçeneği bulunuyor; İsrail’i caydıracak bölgesel bir ittifakın parçası olmak ve devlet dışı silahlı aktörler vasıtasıyla İsrail’i sınırlamak.

İlk olarak; kendi aleyhine mevcut olan güç asimetrisinden ötürü İsrail ile doğrudan bir çatışmayı göze alamayan Suriye rejimi, uzun yıllaradır Hizbullah ve Hamas gibi devlet dışı silahlı aktörler vasıtasıyla İsrail’i sınırlama/dengeleme siyaseti takip ediyor. “Suriye’nin başa bela olma kapasitesi” olarak adlandırılan bu politika sayesinde İsrail’in Şam’ı tehdit eden politikaları kısmen sınırlanıyor.

İkinci olarak; bölgede İsrail karşıtı aktörlerle yakın bir iş birliği geliştirerek İsrail karşısında kendi lehine bir ağırlık noktası oluşturmaya çalışıyor. Körfez İş Birliği Konseyi (KİK), Arap Birliği (AB) ve İslam İş Birliği Teşkilatı (İİT) gibi bölgesel örgütler ve İran, Mısır ve Türkiye gibi bölgenin önemli devletleri ile yakınlaşmak rejimi İsrail karşısında daha güçlü kılıyor.

Ancak son dönemde Şam rejiminin İsrail karşısındaki kartlarında önemli bir zayıflama dikkat çekiyor. Bu zayıflama ilk olarak İsrail karşısında devlet dışı silahlı aktörler eliyle inşa edilen “başa bela olma kapasitesi”nde göze çarpıyor. Arap Baharı sürecinin başlarında Hamas’ın Şam’ı terk etmesi Suriye’nin Filistin meselesindeki ve İsrail karşısındaki pozisyonunu zayıflatan önemli bir faktördür. Ayrıca rejim on yılı aşkın bir süredir devam eden iç savaşta önemli oranda yıprandı, ülke topraklarının büyük bir kısmının kontrolünü ve askerî endüstriyel kapasitesinin önemli bir kısmını kaybetti. Buna ilaveten ülkenin doğusunda ABD destekli bir terör örgütü yarı bağımsız bir yapı oluşturarak rejimin egemenlik haklarını ihlal ediyor. Bölgedeki ABD destekli YPG ve İŞİD gibi terör örgütlerinin Şam için oluşturduğu tehdit, İsrail karşısında rejimi zayıflatan önemli bir faktör olarak duruyor. Esad rejimi, İsrail karşısında bir pozisyon almaya kalksa Suriye’nin kuzeyine ABD eliyle yerleştirilen terör örgütlerinin cephe gerisinde önemli bir tehdit oluşturacağı gerçeğinin farkında.

İkinci olarak hem Orta Doğu bölgesinin KİK, AB ve İİT gibi önemli örgütleri hem de Suudi Arabistan, BAE ve Mısır gibi önemli ülkelerinin İsrail revizyonizmini zımnen onaylayan siyaseti Şam’ı, İsrail’i caydıracak bölgesel bir ittifak seçeneğinden mahrum bırakıyor. Aynı zamanda Orta Doğu bölgesinin ağırlık merkezini teşkil eden Körfez ülkelerinin 2021’de İsrail’le normalleşmesi ve dokuz ayı aşan bir süredir başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasında İsrail’in işlediği vahşet karşısında takındıkları sessiz tavır Şam’ın İsrail karşısındaki yalnızlığını perçinliyor.

İsrail revizyonizmi İsrail karşıtı bölgesel bir pakt doğuracak mı?

2020’li yıllardan beri içeride yükselen aşırı sağcı eğilimin İsrail siyasetini kontrol etmeye başlaması, ABD yönetiminin İsrail’e sağladığı sınırsız destek, 2003 yılındaki Irak işgali ve 2010 yılındaki Arap Baharı süreciyle Orta Doğu güvenlik mimarisinde oluşan güç ve güvenlik boşlukları İsrail’in revizyonist bir politikaya yönelmesinin önünü açtı. İsrail revizyonizminin bölgesel siyasette yeni bir kutuplaşmaya yol açıp açmayacağı önemli bir tartışma konusu olmayı sürdürüyor.

Arap Baharı sürecinde Orta Doğu bölgesinde BAE-Suudi ekseninin liderlik ettiği “statükocu blok”, Türkiye-Katar ekseninin liderlik ettiği “reformcu blok” ve İran’ın liderlik ettiği “direniş ekseni” diye bölgede üç blok oluşmuştu. Arap Baharı sürecinde beklenen demokratik dönüşümün gerçekleşmemesi ve Mısır, Tunus gibi ülkelerde yaşanan askerî darbeler, Suriye, Libya ve Yemen’de yaşanan iç savaşlar reformcu blokun başarısızlığı olarak yorumlandı. Bu süreçte “statükocu” blokun ve “direniş ekseni”nin direncini korumayı başardığını söyleyebiliriz. Ancak İsrail’in Filistin coğrafyasında dokuz ayı geçen yıkıcı saldırıları ve tüm bölgeyi tehdit eden revizyonist eğilimleri bölgesel aktörlerin siyasetlerinde belirgin bir değişimi teşvik ediyor.

Burada şayet Türkiye’nin Filistin politikası “statükocu blok”un mu, yoksa “direniş ekseni”nin mi politikasına daha yakındır diye bir soru sorulsa benim cevabım Türkiye’nin Filistin politikası “direniş ekseni”ne daha yakındır olurdu. Türkiye’nin bu politikası İran ve Suriye’nin Türkiye’yi yanına çekmesi için önemli bir fırsat olarak görmesine yol açıyor. Tüm bunlara ilaveten son dönemde Batı ile Rusya arasında Ukrayna ve küresel meselelerde tırmanan gerilim Rusya’nın da bu yakınlaşmaya sıcak bakmasına yol açıyor. Dolayısıyla İsrail revizyonizminin ve Rusya-Batı geriliminin bölgede yeni bir hizalanmaya yol açabileceğini tahmin edebiliriz.

İsrail’in 2020’li yılların başlarından itibaren başta Gazze olmak üzere tüm Filistin coğrafyasında işlediği ağır insan hakları ve uluslararası hukuk ihlallerine Arap dünyasının sessizliğin aksine Türkiye her zaman sert bir biçimde karşı durdu. Başta BAE, Bahreyn, Sudan ve Fas gibi ülkeler İsrail’le normalleşerek Filistin meselesinde Filistinlilerin tezlerine mesafeli bir siyasete yönelmelerine rağmen Türkiye İsrail ile ilişkilerinde hep mesafeli kalmaya devam etti. Özellikle son dokuz aydan beri Gazze’de yaşananlar, Filistin meselesinin başta Körfez ülkeleri olmak üzere Arap dünyasındaki önceliğini kaybettiğini gösterdi. Ancak Türkiye bu dönemde de Filistin meselesini her platformda güçlü bir biçimde savunmaya devam etti.

Türkiye ile Arap dünyasının önemli aktörlerinin Filistin meselesindeki vizyonlarında yaşanan bu farklılaşma Suriye’nin dikkatinden kaçmıyor. Temelde Esad rejimi, Türkiye ile ilişkileri normalleştirerek İsrail karşısında hissettiği yalnızlıktan kurtulmak ve Suriye’nin kuzeyinde rejim için de tehdidi oluşturan terör yapılanmalarına karşı daha güçlü bir cephe oluşturmak istiyor. Netice itibariyle rejimin, Türkiye’yi İsrail karşısında bir ağırlık noktası olarak görme eğilimi dikkat çekiyor. Türkiye-Suriye ilişkilerinin normalleşmesi Türkiye açısından da önemli kazanımlar sağlayabilir. Mülteci sorunun çözümü ve Türkiye’nin güney sınırları boyunca oluşan terör tehdidine karşı koymak için Suriye ile iş birliğinin zorunlu bir husus olduğu bilinen bir gerçek.

Son dönemde İsrail’in revizyonist siyaseti, Orta Doğu bölgesinde yeni oluşumları teşvik ediyor. Bir taraftan İsrail’in revizyonist siyasetine karşı duyarsız kalan ve Filistin meselesini ikincil önemde gören Arap dünyasının önemli ülkeleri diğer taraftan İsrail tehdidini önemseyen Türkiye, Suriye ve İran gibi aktörler ve Batı ile yaşadığı rekabette Orta Doğu bölgesinde bir ağırlık noktası oluşturmak isteyen Rusya faktörü. Son dönemde Esad rejiminin Türkiye’ye karşı tavrında yaşanan değişim, Arap dünyasının İsrail revizyonizmi karşısındaki kayıtsızlığının yol açtığı yalnızlıktan kurtulmak ve İsrail tehdidini dengelemek için Türkiye’ye olan ihtiyacından kaynaklanıyor. Şam’ın bu ani politika değişikliği Tahran ve Moskova tarafından da teşvik ediliyor.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...