Türkler olmadan yazılamayan Libya tarihi
“Libya’da ne işimiz var” diyenlere 100 yıl öncesinden bir cevap geliyor. Enver Paşa’nın Şeyh Senûsî’ye halifelik teklifinde bulunduğunu, Libya’nın çok değil yarım asır önce Türkiye’ye bağlanmak istediğini biliyor muydunuz? Gelin Libya’nın Türk tarihi ile kesişen noktalarına ayrıntılı bakalım.
15 Ağustos 1551’de Turgut Reis’in Malta şövalyelerinden aldığı Trablusgarp, bu tarihten itibaren İtalyanların 1911 yılındaki istilasına kadar 360 sene Türk hâkimiyetinde kalmış oldu. Resmî dili Arapça olup ahalinin %97’si Sünni Müslümandır. Osmanlı hâkimiyetine geçtikten sonra 1860’ta ilk matbaa kuruldu ve Türkçe-Arapça yayımlanan Trablusgarp gazetesi neşredildi. 1878’de Osmanlılar Rusya’ya yenilince ardından Fransa Tunus’a, İngiltere de Mısır’a girdi. Emperyalist yarış gereği sıra artık Libya’ya gelmişti. Tedbir alan Sultan Abdulhamid, Medeniye tarikatı lideri Şeyh Zafir’i İstanbul’a davet etti. Libya’nın eşrafının çocukları, Kabataş’taki aşiret mektebine tahsil için alındı. Bu, sadakati güçlendirmeye yönelikti.
Sanayi İhtilali ile birlikte artan ham madde ihtiyacı, gelişmiş ülkeleri sömürge arayışına itti. Sanayileşmesini geç de olsa tamamlayan İtalya da sömürge arayışındaydı.[1] İtalya, 1861’de birliğini tamamladıktan sonra;[2] ilkin Tunus’a girmek istediyse de buraya Fransa’nın yerleşmesi üzerine 1880’li yıllarda Habeşistan’a girdi ancak 1896’da yenildi. İtalya, Eylül 1911’de Osmanlı toprağı Libya’ya saldırdı. Osmanlı hükûmetinin gönderdiği subaylar (Mustafa Kemal, Enver Paşa ve diğerleri), işgal karşısında başarılı bir mücadele verdiler. Bunda Senûsiyye tarikatının mühim desteği olmuştu.[3] Ancak 1912’de Balkan devletlerinin Osmanlı Devleti’ne harp ilan etmeleri üzerine Babıali, Libya’dan kuvvetlerini çekti ve Ekim 1912’de Lozan’da Ouchy Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmayla Halife-Sultan’ın dinî nüfuzu devam ediyorsa da artık Osmanlı Devleti Afrika’daki son kalesini kaybetmiş oluyordu. Halife-Sultan’ın bu dinî nüfuzu, İtalyan kamuoyunu devamlı rahatsız edecek ve 1915’te açılacak olan harbin bahanelerinden biri olacaktı. Babıâli, 1914’teki harbin başlarında Cihad-ı Ekber ilan etmesine rağmen henüz tarafsız olan İtalyanları ürkütmemek için Senûsîlere İtalya’nın cihattan müstesna olduğunu bildirdi. Ancak el altından Senûsîlere silah ve mühimmat göndermeyi ihmal etmedi.
İtalyan basınında harbin yankıları
Harbin başlarında tarafsız olan İtalya, “egoïsme sacré” (mukaddes hodkâmlık) arzusundaydı: Kim daha fazla toprak verirse… Daha doğrusu peşinde olduğu düşünce, İtalya irredenta’ydı.[4] Üzerinde hak iddia ettiği toprakların bir kısmı Avusturya’da olduğundan güçlü bir Avusturya İtalya’nın işine gelmezdi. Ayrıca “Hasta Adam”[5] Osmanlı Devleti, yakında dağılacak düşüncesiyle bu son Türk imparatorluğundan hisse kapmak fikri de vardı. Birliğini tamamlamış olan İtalya, artık emperyalizm peşindeydi. Avusturya ile yaptığı altı aylık görüşmelerden sonra Almanya ve Avusturya-Macaristan ile yaptığı 1882 Muahedesi’ni feshettiğini bildirdi. Mayıs 1915’te Avusturya’ya, üç ay sonra (20 Ağustos 1915) Makyavelist bir siyasetle Osmanlı Devleti’ne harp ilan etti.
Bu sıralarda İtalyan kamuoyu, Türkiye’nin aleyhine geçmiş ve Katana’da saldırıya uğrayan Osmanlı Şehbenderhanesi’nin bayrağı yırtılmıştı. Babıâli, İtalyan tasallutundan kendisini kurtaramamıştı, İtalya ise kesin kararlıydı. Türkiye’ye dönmek isteyen 8.000 İtalyan’a dönmek müsaadesi vermiyor, Türkiye İtalya’nın düşmanlarıyla görüşüyor, Uşi Muahedesi ihlal ediliyor, Libya’ya silah gönderiliyor ve Senûsîlerle daimî temas hâlinde olduğu bahaneleriyle Babâli’yi itham ediyordu. Oysa bu 8.000 kişinin İtalya’ya dönemeyişi, İzmir limanının mayınlarla dolu oluşundandı.
Münasebetlerin kesilmesi üzerine İtalya Sefiri Marki Garoni ve Türkiye’nin Roma Sefiri Nabi Bey, pasaportlarını alarak ayrıldılar. Bundan böyle Osmanlı menfaatlerini İspanya sefareti deruhte etti. İtalya Milliyetçi Partisi’nin yayın organı Idea Nazionale; Ouchy Muahedesi’nin ihlalinden, 12 Ada’nın hemen ilhak edilmesi gerektiğinden bahsediyordu. Keza Giornale d’Italia, Il Mesagero, Coriere d’Italia, Coriere della Sera, Perseveranza, Scolo ve diğer İtalyan gazeteleri ağız birliği içinde Türkiye’ye saldırdılar ve harbin kaçınılmazlığını savundular.
Halife-Sultan’ın Harp İradesi’nde Libya’nın bir emrivaki ile Libya’yı ilhak ettiği beyan ediliyordu. Fransız Le Temps gazetesi, Libya’da bulunan Halife-Sultan’a vekâlet eden Naib-us Sultan’ın sebeb-i vücudunun İtalya için hakaret olduğunu yazıyordu. Nihayet 5 Kasım 1911’de İtalya, Trablusgarp’ı bu bahanelerle ilhak etmişti.
Cihad-ı Ekber fetvası ve Senûsîler
Germano-Türkler, daha harbin başlarında Mısır seferini planlamışlardı, zira Mısır İngilizlerden alındığı takdirde Kuzey Afrika Müslümanları kazanacak ve Libya’da İtalyanlar ezilecekti. Padişah’ın ve Enver Paşa’nın harp beyannameleri orduya müteveccihti, hâlbuki Cihad-ı Ekber fetvası tüm dünya Müslümanlarına hitap ediyordu. Bu maksatla Arapça ve Farsçaya da çevrilerek matbuatta neşredildi. Henüz neşir merhalesindeyken Babıâli, Senûsiyye tarikatından faydalanmayı düşünüyordu. Bu maksatla Şeyh Ahmed Şerif, kardeşi Şeyh Muhammed ve yeğeni Şeyh Beşir Senûsî maiyetleriyle birlikte İstanbul’a davet edildiler. Bu hususta Tanin gazetesi, 24 ve 25 Teşrin-i Sani 1914’te Bingazi’den İstanbul’a gelen Senûsîlerle mülakat yaptı. Senûsîler maiyetleriyle birlikte Şeyhülislam’ı ve Dâhiliye Nazırı Talat Bey’i ziyaret etti.
Cihad-ı Ekber fetvası, 14 Kasım 1914’te Osmanlı matbuatında ilan edildiğinde Teşkilat-ı Mahsusa’nın 30.000 ajanı, İslam memleketlerine dağıldı. Aslında daha Türkiye harbe girmeden ajanlar tüm İslam devletlerine ve Müslümanlarla meskûn her tarafa ulaştırılmış, yerli halk kisvesiyle subaylar gönderilmişti. Bir Fransız arşiv vesikası, bir grubun Mısır’a ve Sirenayka’ya (Berka), ikincisinin Tunus’a ve Trablusgarp’a, üçüncüsünün de Cezayir’e ve Fas’a gittiklerini kaydeder. Fransız Le Temps gazetesi ise dağılan ajanların Libya’da ihtilal gerçekleştirmek üzere yola çıktıklarını yazıyordu. Hatta yarı yolda yakalanan da oldu. Deniz yoluyla giden bir kısmı da Fransız kruvazörü tarafından yakalandı.
Cihat ilanının hemen ardından Senûsî faaliyetleri göze çarpar. Senûsî şeyhi Mısır ve Bingazi’de alınacak tedbirler hakkında şüyuhla istişare için Sellum’a gitti. Ardından Halife-Sultan’ın naibi; ulema ve eşrafı toplayıp Cihad-ı Ekber’i Arapçaya tercüme ederek tüm camilerde okuttu. Ama henüz İtalya tarafsız olduğundan bu devletin cihattan müstesna olduğu vurgulandı. Ama bu arada bol miktarda silah ve mühimmat da Libya’ya akıyordu. O esnada Osmanlı matbuatı, İngiliz düşmanlığını tahrik ederken İtalya’yı kışkırtmaktan dikkatle kaçınıyordu. 4 Kasım 1914 tarihli Tanin, başmakalesinde Trablusgarp’ın İtalyanlar tarafından adilane idare edildiğini, ahalinin de meşru metbuuna sadakatini hürmetle karşıladığını ve İtalya’nın endişeli olmaması gerektiğini yazıyordu. 21 Kasım 1914 tarihli Fransa’da çıkan komünist Humanité gazetesi de İtalya’da hiç kimse Babıâli’nin verdiği bu vaatlere güvenmediğini belirtmişti. 1 Eylül 1915 tarihli Le Temps gazetesi ise bu hususta oldukça uzun bir yazı kaleme almıştı.
Harbin patlamasıyla birlikte Kuzey Afrika’da bir direniş hareketi başladıysa da coğrafi şartların zorluğu Senûsîlerle Fransa-İngiltere birbirlerinin hudutlarına herhangi bir tasallut olmadı. Zira Anglo-Fransızlar, Senûsîlere değil; Türklere harp açmışlardı. Hatta İngilizler, Senûsîlerle diplomatik münasebetler tesis edince İtalyanların endişesini mucip oldu. Zira bu durumda Senûsîler rahatlıkla silah, mühimmat ve erzak tedarikinde bulunacaklardı. İngilizler, Senûsîler vasıtasıyla Osmanlı zabitlerini Libya’dan ihraç etmeye çalışıyorlardı.
Senûsîlerin Libya’da birçok kampları vardı. Bu kamplardan biri Bingazi’nin 140 km güneyinde Gedabya’da olup üç Türk, bir Alman ve beş top vardı. Artık Libya’da Senûsîler, İtalya’ya karşı mücadeleye başlayabilirlerdi. Humanité gazetesi (22 ve 23 Kasım 1914), Libya’da cihadın endişe verici olduğunu ve bu maksatla Gen Ameglio’nun sıklıkla Roma’ya gittiğini yazıyordu. Bu arada el altından hayli silah ve mühimmatı ajanlarla birlikte Libya’ya akmaya devam ediyordu. Osmanlı erkân-ı harbiyesinin “Afrika Grupları Kumandanlığı” adıyla kurduğu teşkilata yerli ahali de katılmıştı. Bu havalinin ilk kumandanı Nuri Bey’di (Enver Paşa’nın kardeşi). Mücahitlerin maaşları ve her türlü lojistik destek de Teşkilat-ı Mahsusa’ya aitti. Yapılan tüm destekler Alman denizaltılarıyla yapılıyordu.
Osmanlı’nın harp sırasında Senûsîlerle kurduğu ilişki
Harp hazırlıklarının sürdüğü sıralarda Mısır’da bulunan Evladu Ali ile irtibat sağlamıştı. Tunus’tan İskenderiye’ye, Akdeniz’den Fizan’a kadarki coğrafyada irtibatı zaviyeler sağlıyordu. Enver Paşa’nın Mısır’a hâkimiyet sağlamak için Senûsîlere ihtiyacı vardı; Mısır seferi ile İtalyanları yeni bir Habeşistan çıkmazına sokacaktı. Mısır’a hâkimiyetten sonra Libya’dan İtalyanlar kovulacak ve Kuzey Afrika ülkeleri (Fas, Tunus, Cezayir) de kurtarılmış olacaktı. Ayrıca Enver Paşa’nın Şeyh Ahmed Şerif Senûsî’den Mısır’a saldırmasını da istiyordu. Hâlbuki Şeyh Ahmed Şerif ve yeğeni İdris; İngilizlere saldırmama sözü vermişlerdi ve kabile şeyhleri de ayrıca İngilizlerle iş birliği hâlindeydi. Coiyere della Sera gazetesinin bir haberine göre İngiliz-Mısır Senûsî’nin dostluğundan ve tarafsızlığından emindi. Ayrıca Şeyh Senûsî, akdi muhtemel muahedelerin İngilizler tarafından tasdik edilmesini de istiyordu ki bu da asi değil, “meşru muharip” manasına gelecekti.
Nuri Bey de Şeyh Ahmed Şerif Senûsî kuvvetlerinin de kumandanı olduğundan onu devamlı kışkırtmaya çalışıyordu. Senûsî şeyhi, Ouchy Muahedesi’ni tanımadığından yazışmalarını “El-hükumet’ül-seniyet’il-celile” mührüyle imzalıyordu. Ouchy Muahedesi’ne karşı olan diğer bir lider de Osmanlı parlamentosunda Trablus mebusu olan Süleyman el-Baruni’ydi. Bu lider bir Alman denizaltısıyla Mısrata’ya geldi. Burada vali ve kumandan sıfatıyla Cihad-ı Ekber’i yürütüyordu. Fas, Tunus ve Cezayir’de de cihada katkıda bulunacaktı. Bu sıralarda Alman tahrikleri ve propagandaları Libya’da gitgide artan bir seyir izliyordu. Sirenayka’da Alman zabitleri İtalyanlara karşı Türklerden ve Senûsîlerden faydalanarak bir isyan hareketi için faaliyet hâlindeydi ve bolca silah, mühimmat, cephane ve erzak naklediyorlardı.
Enver Paşa, Trablus’u Habeşistan’a çevirmek niyetindeydi. Tanin de (12 Teşrin-i Sani 1914) Türk ve Senûsî kuvvetlerinin Süveyş üzerine yürüyeceklerini ve İngilizleri zor günlerin beklediğini yazıyordu. Almanlar da Senûsî şeyhine Mısır sultanlığını bile vaat etmişlerdi. İngilizler, daha harbin başlarında Mısır’daki zabitleri vasıtasıyla Şeyh Senûsî nezdindeki Türk ve Arap zabitleri uzaklaştırmaya çalışıyordu. Hindenburg da Türklere ve kabilelere artık mühim çapta yardım gönderileceğini söylüyordu.
Almanların Senûsî şeyhiyle doğrudan irtibatı Enver Paşa’yı tedirgin ediyordu, kardeşi Nuri Bey’i aralarına nifak sokmaya teşvik etti. Zaten Senûsî şeyhi bağımsız bir devlet kurmak peşindeydi. Oysa Enver Paşa, Libya’yı ilhak etmeyi düşünüyordu. Şeyh Senûsî, İngilizlerle her ne kadar çarpışmak istemiyorsa da Germano-Türklerin yardımlarının devamı için Mısır’a saldıracağına dair ipuçları veriyordu. Bu arada Nuri Bey’in planı gereği 25 Aralık 1915’te İngilizlerin elinde bulunan Sellum’a bir gece baskını yapıldı. İngilizler de içtima borusu çalıp gemilerle kaçtılar. Şeyh Ahmed Şerif Senûsî, İngilizlerle çarpışmak niyetinde olmadığını söylemek için aracı gönderdiyse de yetişmedi. Böylelikle Nuri Bey’in planı tuttu; İngilizler Şeyh Senûsî’ye harp açtılar.
Enver Paşa, Iraklı Osmanlı subayı Cafer el-Askerî’yi Senûsîlerin talebi üzerine Sellum’a gönderdi. Burada Şeyh Senûsî ile buluştu. Cafer el-Askerî, Osmanlı düzenine göre kabileleri nizami kuvvetlere göre tertip etti. Eğitim dili Türkçeydi. El-Askerî, Suriye’ye gidip Cemal Paşa’dan Senûsîler için bir miktar silah, mühimmat ve erzak getirdi. Ancak Senûsî şeyhinin işi zordu; Batı’da İtalyanlara, Küfre’nin güneyinde Fransızlara, Doğu’da İngilizlere karşı çarpışacaktı. Kaldı ki deniz de İtilaf Devletlerinin kontrolündeydi.
Bu sıralarda İtalyanlar harbe girmiş, bir kısım kuvvetlerini Avusturya’ya karşı kullanmak üzere Avrupa cephesine gönderince Senûsîler için bu bir fırsat oldu ve sonbahar 1915’te Senûsîler İngilizlere saldırdı. İngilizler Senûsî saldırıları karşısında Mısır’ın batısında, 1916 ortalarına kadar kısmen de olsa zorlanacaklardı.
Sultan Read’tan Senûsîlere iltifar ve dua
Senûsî baskınları, Tunus’ta birtakım endişelere sebep olunca Fransa burada sıkıyönetim ilan etti. Zira Senûsîler, sonbahar 1915’te Tunus, Cezayir ve Nijer hudutlarını da tehdit ediyorlardı. Fransa’nın yaptığı tahkikat neticesinde bunun “Germano-türklerin tahrikiyle olduğu” ve Senûsî kuvvetlerinin 40.000 civarında olduğu iddia edilmişti. Almanlar, Senûsîlerin Bingazi’deki kuvvetlerini Mısır’a, Trablusgarp’takileri de Tunus’a saldırtıyordu. Bu kuvvetler, Tunus’taki sıkıyönetime rağmen hayli zayiat verdirdiler ve mühim mıntıkalar aldılar. Bu sıralarda Libya’daki bu başarılarla birlikte Çanakkale’de İtilaf devletleri, çok büyük darbeler yediler. Halife-Sultan Muhammed Reşad da Meclis-i Meb’usan’ı açış konuşmasında Senûsîlere bolca iltifat ve dualarda bulundu.
Direnişin gücü kırılıyor
Doğu’daki (Sirenayka) cihat faaliyetleri Batı’ya (Trablusgarp) nispeten daha teşkilatlı idiyse de üstünlük İngilizlerdeydi ve Mısır ve Batı Sahra’da 60.000 mevcutlu kuvvetleri vardı. Nuri Bey’in kuvvetleri Sellum’da Şubat 1916’da İngilizlere mağlup oldu. Arap asıllı Osmanlı zabitleri de (Nuri Said, Cafer el-Askeri) esareti tercih ettiler. Ancak İtalyanlar, Germano-Türkler karşısında zor günler geçiriyorlardı. Tanin, İtalyanların “zayiat-ı cesimeye düçar” olduklarını ve sahile doğru ric’at ettiklerini yazıyordu. Evs Nellici de Giornale d’Italia’da İtalyan Libya’daki perişan hallerini yazıyordu. Geolfo Civinin de Coriere della sera’da (17 Temmuz 1916) İtalyanların Libya’daki zor günlerini uzunca bir yazı ile belirtiyordu. Ancak Libya’da cihadın başarısızlığa uğrayacağı mukadderdi. Daha harbin başlarında (24 Aralık 1915) Mersa Matruh’ta Türk ve Senûsî kuvvetleri İngilizler karşısında ağır bir mağlubiyet almışlardı. Vadi Mecid’te de Nuri Paşa ve Senûsî kuvvetleri ric’at ederek geldikleri Akakir’de mağlup olmuşlardı. Cafer el-Askeri de (26 Şubat 1916) General Lukin’e esir düşüp Mısır’a götürüldü. Libya’da Senûsî kuvvetleri kısmî başarılar sağladılarsa da harbin ikinci senesinde birtakım zaaflar yaşadılar ve neticede İngiliz ve İtalyanlarla anlaşmaya vardılar. Bunun üzerine Şeyh Ahmed Şerif Carbub’a çekildi, manevi nüfuzu varsa da askeri gücü hayli zayıflamıştı. Senûsîlerin üniformalı askerleri (Mohafziyehler) aldıkları ağır darbelerle artık cihada teşebbüs edemeyecek derekeye düşmüşlerdi.
İngiliz ilerlemesi 1916 senesinin ilk altı ayında Akdeniz kıyılarından başladı ve direnişin yuvası olan vahaların işgaliyle tamamlandı. Bundan sonrasını İtalyanlar Sirenayka’da tamamlayacaktı. Şubat 1917’de İngilizler Germano-Türklere karşı hayli üstün durumdaydı. Artık Şeyh Ahmed Şerif Senûsî kuvvetleri 1916’da aldıkları ağır hezimetten sonra çölde kımıldayamayacak duruma düştü; Batı Sahra’dan atılıp Siva vahasına ric’at ettiler. 1917 senesi başlarında İngilizler buraya da girip tarikat mücahitlerini teker teker yakaladılar. Şeyh Ahmet Şerif, Bingazi’deki Cerbub tarikat merkezine çekildi. Artık tarikat ve cihat faaliyetleri rakibi Muhammed İdris’in eline geçti ve İtalyanlarla bir mütareke (Nisan 1917) imzaladı.
Libya krallığını reddeden Osmanlı şehzadesi
1918’e gelindiğinde cihad faaliyetleri zayıf da olsa devam ediyordu. Nuri Paşa Kafkas ordusu kumandanlığına tayin edilince Şehzade Osman Fuad (Nisan 1918) “Afrika Grupları Kumandanı” olarak Mısrata’ya geldi. Mondros mütarekesine kadar burada kaldı; bu müddet zarfında Senûsîlerle yerli ahali arasında olan münazaaları kaldırmağa çalıştıysa da Şeyhler arasında ihtilaflar bir türlü halledilemedi. Libya’da yerli kuvvetler, Mondros mütarekesiyle İtalyan ve Fransızlara teslim oldular. Kendisine Libya krallığı teklif edildiyse de Şehzade Fuad kabul etmedi. Abdurrahman Azzam’ın teşebbüsüyle Trablus Cumhuriyeti ilan edildi. Sevr Antlaşması ile de Osmanlı Devleti’nin bu eski topraklarıyla ilgilenme hakkı kaldırılmış ve buranın İtalya’ya bağlanması kesinleşmişti.
“Hilafet sadece Al-i Osman’ındır”
Artık son ve başarısız Osmanlı cihadı bu şekilde tarihe karıştı. Enver Paşa Şeyh Senûsî’yi İstanbul’a davet etti. Hicaz’da asi Şerif Hüseyin’in yerine Hicaz kralı olması, bu olmadığı takdirde kurulacak olan Trablusgarp devletinin reisi olması düşünüldü. Hatta Enver Paşa kendisine hilafeti tevdi ettiyse de o, “Hilafet sadece Al-i Osman’ındır” dedi. İstanbul’da bulunan Şeyh Senûsî, Şeyhulislam’ı ziyaret etti, Sultan Vahideddin’in kılıç kuşanma merasiminde bulundu. Ancak Şeyh Senûsî’nin yeni kurulan Cumhuriyet idaresinde hiçbir itibarı olmadı. Mondros mütarekesi gereği silahların İtalyanlara verilmesi gerekirken Şehzade Osman Fuad Efendi böyle yapmayıp silahları mücahitlere verdi. Mücahitler de bu sırada Mısrata’da bir İslam Cumhuriyeti kurdular.
Artık İtalya Libya meselesini hallettiğinden TBMM hükümeti ile sadece Anadolu’daki menfaatleri gereği ilişkileri vardı. Anadolu’da bulunan Ahmed Şerif Senûsî’nin Libya’ya dönmesini engellemek kalıyordu. İtalyan faşizminin sertleşmesinden önce Libya’ya kısmî bir muhtariyet verildiğinden ahalinin bir direnişi yoktu. Ama Graziani’nin 1923’ten itibaren uyguladığı ağır faşizan baskılarla Libya’da direniş iyice sekteye uğradı. 1923 Tunus hududu ve 1929 Fizan direnişi kırıldı. Ömer Muhtar’ın 1931’de idam edilmesiyle direniş son buldu. Yerli ahalinin tel örgüler içerisinde temerküz kamplarına alınmasıyla on binlerce kişi öldü. 1939’dan itibaren Libya, İtalya’ya ilhak edildi. İlk kafile olan 30.000 İtalyan Libya’nın en münbit arazilerine iskân edildi. Artık sıra yerli ahalinin italyanlaştırılmasındaydı.
Libya Türkiye ile birleşmek istiyor
İkinci Dünya Savaşı’nın en mühim kısmı Libya’da geçtiğinden ülke bir harabeye dönüştü. 1943’te Alman-İtalyan kuvvetleri hezimete uğrayıp Libya’dan ihraç olunca münbit, ekilebilir verimli arazilere iskân edilen İtalyanlar da Libya’dan kaçtılar. Artık Libya, sulh muahedeleri imzalanana kadar Fransız ve İngilizlerin elinde kaldı. Birleşmiş Milletler’in Libya’nın mukadderatını ele aldığında Türkiye-Libya münasebetleri yeniden gündeme oturdu. Teşkil edilen komisyonda Türk delegesi Libya’nın hür ve müstakil olmasında ısrar etti. Berka’da muvakkat bir hükümet kuran İdris Senûsî, Türkiye’den uzman davet etti. Bunlardan Dr. Orhan Koloğlu’nun babası Sadullah Koloğlu (1949-1952) Başbakan oldu[6]. Hatta mutlak bağımsızlık yanlısı bir gurup Türkiye ile birleşmek üzere bir parti kurdu. (Hızb-ul İttihadi Trablusî-Türkî). Verilen mücadele neticesinde Libya’nın, 1952’de 1 Ocak 1952’de BM tarafından bağımsızlığı tanındı. Bu sıralarda Libya dünyanın en fakir ülkesiydi ve İngiltere’ye ve ABD’ye verdiği üslerin tazminatıyla geçinmeye çalışıyordu. Libya, 1953’te Arap Birliği’ne dâhil olduysa da kaale alınmadı. 1959’da petrol yataklarının keşfiyle vaziyet değişti. Arap Birliği bu durumda Libya ile ilgilenmeye başladı. Zaten Cemal Abdünnasır rüzgârı 1950’lerin başından beri Arap dünyasında esiyordu. Petrol zenginliği ve Libya’nın harp görmemiş gençliği bundan etkilendi. Arapların Filistin’de Yahudilerden aldığı mağlubiyet sorgulandı ve buna tepkisiz kalan hükümet ağır eleştiri aldı. 24 Aralık 1951’den beri Libya’yı yöneten Kral İdris Senûsî, Türkiye’de bulunduğu bir sırada (1 Eylül 1968) bir darbeyle devrildi ve Cumhuriyet kuruldu. İhtilal Kumanda Konseyi lideri Kaddafi, Nasır’ın tesirinden çıkıp 1973’ten itibaren Libya’yı muhalefetsiz idare etti.
Ve Kaddafi sahnede…
Libya, 1969’da İslam Konferansı Teşkilatı’na ve 1975’te de Arap Ekonomik Birliği’ne üye oldu. Kaddafi, 1976’da Liberal teori ve Marksizm’e karşı yayınladığı Yeşil Kitap ile Üçüncü Teori adıyla bütün dünyayı birleştirmeğe ve bu teoriyi ihraç etmeğe çalıştı. Bununla, sosyal adalet sağlanacak, sınıf farkı yok edilecek, sosyalizme geçilecek, parlamento lağvedilip halk iktidarı kurulacak, beynelmilel barış sağlanacak ve Kur’an’ın tartışılmaz prensiplerine uyulacaktı. İlan edilen bu Üçüncü Teori ile Özel Mülkiyetler lağvedildi, işyerleri çalışanlara devredildi. Libya, ABD ve İsrail’e karşı Sosyalist bloka girdi. Tamamen Arap ülkelerine yönelen Kaddafi’nin Birleşik Mağrıp (1969), Mısır ve Sodan (1970), Suriye (1971), Mısır (1973) ve Tunus ile birleşme teşebbüsleri başarısız kaldı. 1976’da Kütleler Devleti manasında olan Libya Arap Halk Sosyalist Cemahiriyesi’nin kurulduğunu ilan etti[7].
1980’lerde ve 1990’larda Kaddafi, Doğu Bloku ve Fidel Castro'nun Küba’sı ile ittifak halinde olup, Nelson Mandela’nın Afrika Ulusal Kongresi, Yaser Arafat’ın Filistin Kurtuluş Örgütü, Geçici İrlanda Cumhuriyet Ordusu ve Polisario Cephesi (Batı Sahra) gibi isyancı hareketleri açıkça destekledi. Ancak Libya, bu faaliyetleri sebebiyle siyaseten yalnız kaldı. 1980 sonrası petrol gelirlerinde azalma oldu. ABD ile münasebetlerin bozulması neticesinde üç defa (1981, 1983, 1984) Amerikan bombardımanına uğradı. Çad ve Fas ile birleşmeye çalıştıysa da başaramadı. 1992 ve 1993’te uğradığı ambargo ve yurt dışı mal varlıklarının dondurulmasıyla vaziyet kötüleşse de 1997’de ambargonun kalkmasıyla tekrar canlanma başladı. Bu süreçte Kaddafi, Türkiye’nin 1974 Kıbrıs Barış Harekâtına da destek verdi ve askeri yardımlarda bulundu. 1975’te imzalanan Ticaret Antlaşması ile Türk firmalarına büyük ihaleler verildi.
Kaddafi’nin sonunu getiren ‘bahar’
2011 başlarında başlayan Arap Baharı’nın tesiriyle Libya’da iç huzursuzluk başladı. Muhalifler Şubat 2011’de Geçici Milli Konsey Komitesi’ni kurdular. Devam edegelen Kaddafi idaresi 17 Şubat 2011’de halk hareketlerine sahne olunca Türkiye Cumhuriyeti Trablus’taki sefaretini 2 Mayıs 2011’de muvakkaten kapattı[8]. Kaddafi hükûmeti, Trablus'un 20 Ağustos 2011’de isyancı güçlerin eline geçmesinin ardından devrildi, ancak özellikle Kaddafi'nin memleketi Sirte'de, Kaddafi hükûmetini destekleyen güçler tarafından düzenlenen direniş cepheleri iki ay daha dayandı. Kaddafi, 1 Eylül 2011’de Sirte'yi Libya'nın yeni başkenti ilan etti. Sirte'de kalan son bölgelerin 20 Ekim 2011’de kontrol altına alınması ve ardından Kaddafi'nin öldürülmesi, Libya Arap Cemahiriyesi’nin sonunu getirdi. Böylece 23 Ekim 2011’de Kaddafi’nin Libya'daki 42 yıllık liderliği nihayet buldu.
2015’te “Milli Mutabakat Hükümeti” Fayiz Serrac başkanlığında kuruldu. Bundan sonra Kaddafi muhalifi General Hafter sahneye çıktı. Hafter, Tobruk’ta kendi hükümetini ve meclisini kurdu, Trablus’taki BM tarafından tanınmış Milli Mutabakat Hükümeti’ne karşı savaşmaya başladı. Çevresindeki aşiretlerden topladığı 60 bin kadar askerle Fizan bölgesini ele geçirdi. “Libya Ulusal Ordusu” isimli grubun Başkumandanı oldu. Ülkenin can damarı olan petrol bölgelerine saldırdı. 2019’da giriştiği darbe teşebbüsü Türkiye’nin araya girmesiyle başarısız oldu. Hafter, Doğu Libya’nın idaresini aldı. Libya halen kendisini karışıklıktan kurtarabilmiş değil.
*Bu makale, Yakın Dönem Türkiye Araştırmaları (39, 2021) Dergisinden telhis, tadil ve ikmal edilmiştir.
[1] İtalya’nın koloni arayışı hakkında geniş bilgi için bkz: “Revue-Chronique”, Revue des Deux Mondes (RDM), t. XXXI, 1926, s. 955 vd.; “Revue-Chronique”, RDM, t. XXXIII, 1926, s. 237 vd.
[2] Paul Guichonnet, L’Unité Italienne, Que Sais-Je, Paris, 1970.
[3] Geniş bilgi: 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, Haz. Genel Kurmay ATASE Başkanlığı, Ankara, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1985.; Senusiye tarikatı, 1837’de kuruldu ve siyasi bir kuvvet haline geldi. Orhan Koloğlu, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 27, 2003, ss. 179 vd.
[4] İtalia irredenta “kurtarılmamış İtalya” manasında. 1870'ten sonra İtalyanlar, Trentino ve Istria'da, ardından da İtalyan olarak kabul edilen tüm bölgelerde hak talep etti. Bu bir milliyetçi toprak iddiası hareketiydi. Petit Larousse Illustré, 1984, s. 541.
[5] Bu tabir ilk defa 1812 tarihli Viyana Kongresi’nde Rus delegasyonu tarafından telaffuz edildi. Ancak Avusturya da “Hasta Kadın” idi. Çar Nikola, daha 1846’da Avusturya için: -“Hasta, çok hasta” diyordu. Bu hususta kaynaklar ve az miktarda bilgi için bkz. Yusuf Aydın, Birinci Dünya Savaşı’nda Cihat İlanı ve Orta-Doğu, Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Danışman: Prof. Dr. Hakan Uzun, 2015.
[6] Geniş bilgi: Cumhuriyet Gazetesi, 26 Ağustos 1949; ayrıca bkz. “Libya’nın ilk Başbakanı’nın Oğlu anlattı”, Sabah, 14 Ocak 2020.
[7] Geniş bilgi: Orhan Koloğlu, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 27, 2003, ss. 179-184.
[8] TC Dışişleri Bakanlığı resmi sitesi.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.