10 June 2025

Türkiye’de seçim sistemlerinin serüveni

Devlet Bahçeli’nin 2025 Kurban Bayramı mesajındaki seçim sistemi vurgusu, Türkiye'nin demokrasi serüvenini yeniden gündeme taşıdı. Osmanlı’dan günümüze, çok aşamalı seçimlerden çoğunlukçuluğa uzanan bu tarihsel yolculuk, “Temsilde adalet mi, yönetimde istikrar mı?” sorusunu hep canlı tuttu.

2025 Kurban Bayramı’nın manevi huzuru içinde, siyasetin de nabzı atmaya devam etti. Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bayram mesajında, geleneksel iyi niyet dileklerinin ötesine geçerek, Türkiye’nin seçim sisteminin geleceğine dair dikkat çekici bir vurgu yapması, gözleri bir kez daha sandığa ve onun ardındaki karmaşık mekanizmalara çevirdi. Bahçeli’nin bu çıkışı; ülkenin siyasi tarihinde bir dönüm noktası teşkil eden seçim sistemlerinin, sadece teknik detaylar olmadığını, aksine toplumun iradesini, temsiliyetin kalitesini ve siyasi istikrarı doğrudan etkileyen can damarı olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Türkiye’nin demokrasi serüveni, inişli çıkışlı, bazen sancılı, bazen umut verici bir yolda ilerledi. Bu yolculuğun en kritik duraklarından biri de hiç şüphesiz seçim sistemleri oldu. Her bir sistem değişikliği, ülkenin siyasi yapısını, partiler arasındaki güç dengesini, hatta toplumun genel psikolojisini derinden etkiledi. Bugün, Bahçeli’nin 2025 Kurban Bayramı mesajında dile getirdiği gibi, “seçim sisteminin değişmesi gerektiği” yönündeki bir çağrı, geçmişin tecrübeleri ışığında geleceğe nasıl bir rota çizileceği sorusunu daha da önemli hâle getiriyor. Gelin, bu tarihsel aynada, Türkiye’nin demokrasi yolculuğunda seçim sistemlerinin nasıl bir rol oynadığını, hangi evrelerden geçtiğini ve bugün geldiğimiz noktada hangi tartışmaları beraberinde getirdiğini keşfedelim.

Osmanlı’dan Cumhuriyet’e ilk adımlar: Meşrutiyet dönemi ve çok aşamalı seçimler

Türkiye’nin modern anlamda seçim tecrübesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerine, İkinci Meşrutiyet’in ilanına kadar uzanır. 1876 Kanun-i Esasi’si ile birlikte ilk parlamento, yani Meclis-i Mebusan kurulmuş olsa da ilk düzenli seçimler 1908 devrimiyle gerçekleşti. Bu dönemdeki seçim sistemi, günümüzden oldukça farklıydı ve “çok aşamalı seçim” olarak biliniyordu.

Bu sistemde, halk doğrudan milletvekillerini seçmezdi. Önce her 500 seçmen bir “ikinci seçmen” (müntehib-i sani) belirlerdi. Bu ikinci seçmenler, daha sonra bir araya gelerek milletvekillerini seçerlerdi. Bu dolaylı seçim mekanizması, o dönemin toplumsal yapısı, okuryazarlık oranı ve iletişim imkânları göz önüne alındığında, belli ölçüde pratik bir zorunluluk olarak kabul edilebilir. Ancak aynı zamanda, halkın iradesinin parlamentoya yansımasında bir filtre görevi görerek, elitlerin siyasi sürece daha fazla nüfuz etmesine olanak tanıyordu. Seçim bölgeleri genellikle vilayetler veya sancaklar bazında düzenlenirdi ve vekil sayısı nüfusa göre belirlenirdi. Bu dönemdeki seçimler, siyasi partilerin de yeni yeni filizlendiği, İttihat ve Terakki Cemiyeti gibi güçlü siyasi aktörlerin sahneye çıktığı bir döneme denk geliyordu.

Cumhuriyetin ilk yılları ve Tek Partili dönemin gölgesinde seçimler: Çoğunluk sisteminin kökleşmesi

Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla birlikte, çok partili hayata geçişin sancıları yaşanırken, seçim sistemleri de yeni bir evreye girdi. Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren uzun bir süre, yani 1946 yılına kadar, Türkiye’de “çoğunluk sistemi” (dar bölge çoğunluk sistemi) uygulandı. Bu sistemde, seçim bölgeleri küçük birimlere ayrılır, her seçim bölgesinde en çok oyu alan aday veya parti, o bölgenin tüm milletvekillerini kazanırdı.

Bu sistemin en belirgin özelliği, “kazanan hepsini alır” prensibiydi. Yani, bir parti %50+1 oyla bile olsa, o bölgedeki tüm sandalyeleri kazanabilirdi. Bu durum, özellikle muhalif partilerin, toplamda yüksek oy alsa bile, seçim bölgelerinde birinci gelememeleri hâlinde parlamentoda temsil edilmekte zorlanmalarına neden oluyordu. Tek partili Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) döneminde, bu sistemin varlığı, partinin siyasi hegemonyasını pekiştirmede önemli bir rol oynadı. Muhalif seslerin parlamentoya girmesi oldukça kısıtlıydı ve seçimler genellikle “tek dereceli” olarak yapılsa da fiilî durumda tek partinin hâkimiyetinde gerçekleşiyordu. 1946’da çok partili hayata geçiş denemesiyle birlikte, ilk gerçek rekabetçi seçimler bu sistemle yapıldı ve Demokrat Parti’nin yükselişi, çoğunluk sisteminin, muhalefetin güçlü olduğu yerlerde nasıl bir avantaj sağlayabileceğini de gösterdi.

1950’ler ve nispi temsile geçişin ivmesi: Demokratikleşme ve temsil arayışı

1950 seçimleri, Türk siyasi tarihinde bir dönüm noktasıydı. Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti iktidarını sona erdiren bu seçimler, Demokrat Parti’nin büyük bir zaferiyle sonuçlandı. Ancak bu zafer, yine çoğunluk sistemiyle elde edildi ve bu sistemin, büyük partileri daha da güçlendirme eğilimi, özellikle küçük partilerin ve azınlık görüşlerinin temsiliyetini kısıtlama potansiyeli tartışmalarını alevlendirdi.

1960 askerî müdahalesi, Türkiye’nin siyasi tarihinde derin izler bıraktı. Ancak bu müdahale sonrasında hazırlanan 1961 Anayasası, Türkiye’nin seçim sistemleri tarihinde önemli bir değişikliğe yol açtı. 1961 Anayasası ile birlikte, “nispi temsil sistemi” (D’Hondt sistemi) benimsendi. Bu sistem, oyların parlamentodaki sandalye sayısına mümkün olduğunca orantılı bir şekilde dağıtılmasını hedefliyordu.

Nispi temsil sisteminde, seçim bölgeleri daha büyük birimlere ayrılır ve partilerin aldığı oy oranına göre milletvekili dağılımı yapılır. D’Hondt sistemi, partilerin aldığı toplam oyu belirli sayılara (1, 2, 3...) bölerek elde edilen payları en yüksekten en düşüğe doğru sıralar ve bu sıralamaya göre milletvekilliklerini dağıtır. Bu sistemin amacı, her bir oyun parlamentoda temsil edilmesini sağlamak, küçük partilerin de sesini duyurmasına olanak tanımaktı. 1960’lar ve 1970’ler, bu sistemin uygulandığı, çok partili hayatın oldukça hareketli geçtiği, koalisyon hükûmetlerinin sıkça kurulduğu bir dönem oldu. Bu dönemde siyasi kutuplaşma da artarken, nispi temsil sisteminin, parlamentoyu daha fazla sayıda partiye açarak koalisyonları zorunlu kılması, bazılarına göre siyasi istikrarsızlığa yol açtığı yönünde eleştirilere de neden oldu.

12 Eylül ve sonrası: İstikrar arayışının getirdiği barajlar ve değişen sistemler

1980 askerî müdahalesi, Türkiye’nin siyasi ve toplumsal yapısında köklü değişikliklere neden oldu. 1982 Anayasası ile birlikte, seçim sistemlerinde de önemli düzenlemeler yapıldı. Bu düzenlemelerin temel amacı, 1970’lerdeki siyasi kutuplaşmayı ve istikrarsızlığı önlemekti. Bu bağlamda, Türk seçim sistemine “seçim barajı” adı verilen yeni bir mekanizma eklendi.

1982 Anayasası ile getirilen %10’luk ülke barajı, dünyadaki en yüksek seçim barajlarından biriydi. Bu baraj, bir siyasi partinin ülke genelinde kullanılan geçerli oyların en az %10’unu alamaması durumunda, hiçbir milletvekili çıkaramamasını öngörüyordu. Bu düzenlemenin amacı, küçük partilerin parlamentoya girişini zorlaştırarak daha güçlü ve istikrarlı hükûmetlerin kurulmasını sağlamaktı. Ancak bu baraj, aynı zamanda milyonlarca oyun Meclis dışında kalmasına ve temsilde adalet ilkesinin zedelenmesine yol açtığı gerekçesiyle yoğun eleştirilere maruz kaldı.

1980 sonrası dönemde, nispi temsil sistemi (D’Hondt) korunsa da %10'luk barajın etkisiyle parlamentoda temsil edilen parti sayısı azaldı. Anavatan Partisi’nin tek başına iktidar olduğu 1980’li yıllar, bu sistemin ilk meyvelerini verdiği dönem oldu. Ancak 1990’lı yıllarda, koalisyon hükûmetleri yeniden ortaya çıkmaya başladı ve barajın varlığına rağmen parlamentoda temsil edilen parti sayısı tekrar arttı. Bu durum, barajın her zaman siyasi istikrarı garanti etmediğini de gösterdi.

2000’ler ve günümüzdeki tartışmalar: Temsil mi, istikrar mı?

2000’li yıllar ve özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AK Parti) iktidara gelmesiyle birlikte, seçim sistemleri üzerindeki tartışmalar yeni bir boyut kazandı. 2002 seçimlerinde AK Parti’nin tek başına iktidara gelmesinde, %10’luk barajın ve nispi temsil sisteminin etkisi büyüktü. Bu seçimde, baraj altında kalan çok sayıda partinin aldığı oylar, parlamentoda temsil edilemedi ve bu oylar, barajı geçen partilere dağıtıldı. Bu durum, AK Parti’nin aldığı oy oranının çok üzerinde bir milletvekili sayısıyla parlamentoda yer almasını sağladı.

31 Mart 2022 tarihinde yapılan değişiklikle seçim barajının %10'dan %7'ye indirilmesi, Türkiye siyasi tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Bu değişiklik, özellikle küçük partilerin parlamentoda temsil edilme şansını artırma potansiyeli taşırken, siyasi denklemleri de yeniden şekillendirdi.

Günümüzde, seçim sistemi tartışmaları birkaç ana eksende toplanıyor:

  • Seçim barajı: En temel tartışma konularından biri, %7’ye düşürülmüş olsa da bu barajın temsilde adalet ilkesine ne kadar uygun olduğu. Birçok kesim, barajın hâlâ temsilde adaleti zedelediğini, milyonlarca oyun Meclis dışında kalmasına neden olduğunu ve küçük partilerin parlamentoya girmesini engellediğini savunuyor. Barajın daha da düşürülmesi, hatta tamamen kaldırılması yönünde çeşitli öneriler dile getiriliyor. Ancak barajın savunucuları, bunun siyasi istikrarı sağladığını ve koalisyon dönemlerindeki istikrarsızlıkları önlediğini iddia ediyor. Barajın %7’ye indirilmesi, bu tartışmayı farklı bir boyuta taşısa da temel argümanlar hâlâ geçerliliğini koruyor.
  • D'Hondt sistemi ve etkileri: Nispi temsilin uygulandığı D’Hondt sistemi, büyük partilere avantaj sağlama eğiliminde olduğu için zaman zaman eleştiriliyor. Alternatif nispi temsil yöntemleri (örneğin Sainte-Laguë sistemi) veya karma seçim sistemleri (çoğunluk ve nispi temsilin birleşimi) de tartışmaya açılıyor.
  • Daraltılmış bölge/dar bölge sistemleri: Son dönemde, özellikle iktidar partisi ve müttefikleri tarafından “daraltılmış bölge” veya “dar bölge” seçim sistemleri tekrar gündeme getiriliyor. Bu sistemlerde, seçim bölgeleri daha küçük parçalara ayrılıyor ve seçmenler daha az sayıda milletvekili için oy kullanıyor. Savunucuları, bu sistemin seçmen ile vekil arasındaki bağı güçlendireceğini, yerel temsiliyetin artıracağını ve siyasetin yerelleşmesine katkı sağlayacağını iddia ediyor. Ancak eleştirenler, bu sistemin küçük partilerin temsilini daha da zorlaştıracağını, büyük partilere büyük avantaj sağlayacağını ve siyasi kutuplaşmayı artırabileceğini belirtiyor.
  • Kontenjan ve fermuar sistemleri: Partilerin aday belirleme süreçleri de seçim sisteminin bir parçası olarak tartışılıyor. Kadınların, gençlerin veya belli azınlık gruplarının temsilini artırmaya yönelik kontenjan veya fermuar sistemleri gibi uygulamalar da zaman zaman gündeme geliyor.
  • Siyasi partiler kanunu ve seçim kanunu ilişkisi: Seçim sistemleri sadece Seçim Kanunu ile değil, aynı zamanda Siyasi Partiler Kanunu ile de yakından ilgili. Partilerin kuruluşu, işleyişi, finansmanı gibi konular da dolaylı olarak seçim sonuçlarını etkiliyor.

Devlet Bahçeli’nin mesajı ve geleceğe yönelik bakış

Devlet Bahçeli’nin 2025 Kurban Bayramı mesajında seçim sistemi değişikliği vurgusu, Türkiye’nin siyasi gündeminde önemli bir yer tutmaya aday. Bahçeli’nin bu çıkışının arkasında yatan motivasyonlar çeşitli olabilir. Belki de mevcut sistemin, temsilde adalet veya siyasi istikrar açısından yetersiz kaldığına dair bir düşünce yatmaktadır. Ya da gelecek seçimler öncesinde, siyasi arenada yeni bir hamle yapma ve gündemi belirleme amacı taşıyor olabilir. Eğer Bahçeli’nin vurgusu, daraltılmış bölge veya dar bölge sistemlerine geçişe yönelikse bu, parlamentonun yapısında ve siyasi güç dengelerinde önemli değişikliklere yol açabilir. Bu tür bir değişiklik, muhalefet partileri tarafından, mevcut iktidarın gücünü pekiştirmeye yönelik bir hamle olarak algılanabilir ve yoğun tartışmalara yol açabilir. Diğer yandan eğer vurgu, seçim barajının düşürülmesi (ki zaten %7'ye düşürüldü, daha da düşürülmesi veya kaldırılması yönünde bir talep olabilir) veya nispi temsilin farklı bir formunun benimsenmesi yönündeyse bu da daha kapsayıcı bir parlamentonun önünü açabilir.

Türkiye'nin tarihsel tecrübesi, seçim sistemlerinin sadece teknik kurallar bütünü olmadığını, aksine bir ülkenin demokrasi kalitesini, siyasi istikrarını ve toplumsal uzlaşmasını derinden etkileyen dinamik bir yapı olduğunu açıkça gösteriyor. Her bir sistem değişikliği, dönemin siyasi ve toplumsal koşullarından etkilenmiş, ancak aynı zamanda o koşulları da şekillendirmiştir. Bugün, Devlet Bahçeli'nin 2025 Kurban Bayramı mesajında dile getirdiği seçim sistemi tartışması, Türkiye’nin gelecekteki demokrasi yolculuğu için kritik bir eşik noktası olabilir. Bu tartışma, sadece siyasi partilerin değil; aynı zamanda sivil toplumun, akademik dünyanın ve tüm vatandaşların katılımıyla zenginleşmeli. Seçim sistemi, toplumun aynasıdır ve bu aynanın ne kadar net ne kadar adil bir yansıma sunduğu, bir ülkenin demokratik olgunluğunun da göstergesidir. Temsilde adalet ile yönetimde istikrar arasındaki hassas dengeyi kurabilen bir seçim sistemi, Türkiye’nin daha güçlü, daha kapsayıcı ve daha demokratik bir geleceğe ulaşmasının anahtarı olacaktır. Bu anahtarı doğru kullanmak, siyasetçilerin ve tüm toplumun ortak sorumluluğundadır. Sandıktan yükselen sesin, gerçekten milletin sesi olabilmesi için seçim sistemlerinin sürekli olarak gözden geçirilmesi ve çağın gereklerine göre yeniden şekillendirilmesi elzemdir.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...