
Türkiye’de infaz yasası reformu rüzgârları esiyor
Türkiye infaz sistemini tartışıyor. 10. Yargı Paketi’nde “cezasızlık” kaygılarıyla rehabilitasyon ihtiyacı çatışıyor. Uluslararası deneyimler ve STK uyarıları ışığında yeni düzenlemeler neler getirebilir, gelin yakından bakalım.
Türkiye’de ceza infaz sistemi, uzun yıllardır kamuoyu ve siyasetin sıcak gündem maddelerinden biri olmaya devam ediyor. Özellikle cezaevlerindeki doluluk oranları, adalet duygusu, toplumsal güvenlik kaygıları ve zaman zaman siyasi gelişmeler, infaz rejimine yönelik tartışmaları sürekli canlı tutuyor. Son yıllarda “Yargı Paketleri” adı altında yapılan veya yapılması planlanan yasal düzenlemelerle infaz hukukunda önemli değişiklikler gündeme geldi.
Bu süreçte iki karşıt talep ve baskı grubu dikkat çekiyor: Bir tarafta, cezaevlerindeki aşırı kalabalıklaşma, belirli mahpus gruplarının özel durumları gerekçe gösterilerek infaz sürelerinde indirim, denetimli serbestlik veya şartlı salıverilme koşullarının esnetilmesi yönünde beklentiler var. Diğer tarafta ise özellikle bazı suç türlerine karşı kamuoyunda oluşan hassasiyet ve yaygınlaştığı iddia edilen “cezasızlık algısı” nedeniyle daha sıkı infaz rejimleri, ceza indirimlerinin kısıtlanması ve denetimin artırılması yönünde güçlü bir talep bulunuyor. Bu karşıt beklentiler, infaz politikalarının belirlenmesinde sürekli bir gerilim yaratıyor.
Son dönemde bu tartışmaların merkez üssünü, henüz tüm detayları netleşmese de Adalet Bakanlığı tarafından hazırlıkları süren ve kamuoyunda 10. Yargı Paketi olarak adlandırılan yeni reform paketi oluşturuyor. Bu paketle ilgili beklentiler, denetimli serbestlik sürelerinden mükerrer suçluların durumuna, ceza indirimlerinden infaz sürelerinin yeniden düzenlenmesine kadar geniş bir yelpazeyi kapsıyor.
Yakın dönem yargı paketleri ve infaz hukukuna etkileri
Mevcut tartışmaları anlamak için son yıllarda yürürlüğe giren veya tartışılan yargı paketlerine kısaca göz atmak gerekiyor:
- 7. Yargı Paketi (Nisan 2023): Bu paket, infazın temel prensiplerinde (şartlı salıverilme, denetimli serbestlik oranları gibi) köklü değişiklikler getirmese de infaz hâkimliği kararlarına itiraz süresini uzatma, uyuşturucu suçlarında müsaderede yetki değişikliği ve denetimli serbestlik altındakilerin uyuşturucu kullanım testini zorunlu kılma gibi uygulamaya yönelik düzenlemeler içerdi. Ayrıca icra hukuku ve arabuluculuk gibi alanlarda da değişiklikler yapıldı.
- 8. Yargı Paketi (Mart 2024): Bu paket infaz sistemiyle ilgili daha belirgin tartışmaları beraberinde getirdi. Özellikle ikinci kez mükerrer olan hükümlülerin koşullu salıverilmeden yararlanamayıp cezalarının tamamını (4/4) kapalı kurumda geçirmesi kuralının esnetilmesi (3/4 oranına indirilmesi) taslak aşamasında yoğun olarak tartışıldı ancak yasalaşan metinde bu yönde bir değişiklik yer almadı. Adalet Bakanı’nın “cezasızlık algısını” ortadan kaldırma vurgusuyla denetimli serbestlik sisteminde değişiklik (örneğin, cezanın bir kısmını yatmadan denetimli serbestliğe ayrılamama gibi) yapılması gerektiği belirtilse de bu pakette denetimli serbestlik süre veya koşullarına ilişkin doğrudan bir düzenleme yapılmadı. Anayasa Mahkemesi kararı doğrultusunda, cezaevinde bulunma hâli doğrudan vesayet altına alınma nedeni olmaktan çıkarıldı ve belirli koşullara bağlandı. Adli para cezası alt ve üst sınırları artırıldı, kanun yolu başvuru süreleri yeknesaklaştırıldı.
- 9. ve 10. Yargı Paketi (tartışılan): Bu paketle ilgili süreç daha belirsiz kaldı ve sıklıkla 8. veya 10. Paket tartışmalarıyla iç içe geçti. Kamuoyunda infaz düzenlemeleri veya af beklentileri oluşsa da Temmuz 2024 itibarıyla sunulan teklifin bu konularda bir değişiklik içermediği belirtildi.
10. yargı paketi masada: Neler bekleniyor?
En güncel ve yoğun tartışmaların odağındaki 10. Yargı Paketi'nde yer alması beklenen veya tartışılan temel başlıklar şunlar:
- Denetimli serbestlik: Sistemin daha esnek hâle getirilmesi ancak ağır suçlar ve mükerrer suçlar için sınırlandırılması gündemde. En kritik tartışma, “cezasızlık algısını” kırmak amacıyla, denetimli serbestlikten yararlanmak için cezanın belirli bir kısmının (örneğin 1/5'inin) mutlaka ceza infaz kurumunda geçirilmesi zorunluluğunun getirilmesi ihtimali. Eğitim ve istihdam temelli uygulamalarla hükümlülerin topluma kazandırılmasının hedeflendiği belirtiliyor. Ayrıca Covid-19 izinleriyle ilgili 31 Temmuz 2023 tarihli düzenlemenin yarattığı ve suç tarihi yerine cezanın kesinleşme tarihine dayanan eşitsizliğin giderilmesi yönündeki taleplerin de (MHP'li Feti Yıldız tarafından dile getirilen) bu paket kapsamında değerlendirilebileceği konuşuluyor.
- Mükerrer suçlular: İkinci kez tekerrür hükümlerine tabi olan ve mevcut durumda koşullu salıverilmeden yararlanamayan hükümlülerin, iyi hâlli olmaları koşuluyla, cezalarının tamamını (4/4) değil, dörtte üçünü (3/4) cezaevinde geçirmelerine olanak tanınması yönündeki tartışmalar sürüyor. Bununla birlikte, genel olarak mükerrer suç işleyenlere yönelik daha caydırıcı düzenlemeler, ceza indirimlerinden yararlanma haklarının sınırlandırılması ve denetimli serbestlik kapsamının daraltılması da planlanıyor. Amaç, suç işleme alışkanlığını azaltmak olarak ifade ediliyor.
- Ceza indirimleri / infaz süreleri: Pakette “4/4 ceza indirimi” konusunun ele alınacağı belirtilse de kapsamının sınırlı olması bekleniyor. Hafif suçlar ve ilk kez suç işleyenler için bazı indirimler gündeme gelebilirken, ağır suçlar (cinsel suçlar, uyuşturucu ticareti, terör, kasten öldürme, kadına ve çocuğa yönelik suçlar vb.) için infaz sürelerinin artırılması ve mevcut ceza indirimlerinin sınırlandırılması veya kaldırılması planlanıyor. Şartlı salıverilme kararının objektif kriterlere (cezaevindeki tutum, iyileştirme programlarına katılım, tekrar suç işleme riski) bağlanması ve pişmanlık göstermeyenlerin infazın tamamını çekmesi yönünde düzenlemeler de tartışılıyor.
- Genel af tartışması: Adalet Bakanı, paketin bir af düzenlemesi içermediğini ve gündemlerinde af konusunun olmadığını defalarca açıklamış olsa da infaz süreleri ve denetimli serbestlikte yapılması beklenen değişiklikler, kamuoyunda “fiilî” veya “kısmi” bir af etkisi yaratacağı şeklinde yorumlanıyor. Özellikle belirli suç grupları için infaz sürelerinin kısalması veya denetimli serbestlik koşullarının kolaylaşması hâlinde önemli sayıda (on binlerce) mahkûmun tahliye olabileceği beklentisi, bu yorumları güçlendiriyor. Hukuken af ile infaz rejimi değişikliği farklı kavramlar olsa da sonuçları (erken tahliye) itibarıyla benzerlik göstermesi, bir kavram karmaşasına yol açıyor.
“Cezasızlık algısı” ve reformlara yön veren dinamik
Son yıllarda Türkiye’deki ceza adaleti sistemine yönelik en yaygın eleştirilerden biri olan “cezasızlık algısı”, hem kamuoyu tartışmalarını hem de yasal düzenleme çabalarını derinden etkiliyor. Özellikle 8. ve 10. Yargı Paketi hazırlıklarında bu algının ortadan kaldırılması temel bir hedef olarak belirtildi. Adalet Bakanı’nın ifadelerine göre, mevcut kurallar, özellikle kısa süreli hapis cezalarında hükümlünün hiç cezaevine girmeden denetimli serbestlikle tahliye olmasına imkân tanıyarak bu algıyı besliyor. Bu algıyı kırmak için tartışılan mekanizmalar arasında; denetimli serbestlik öncesi belirli bir süre (örneğin 1/5) hapis yatma zorunluluğu, ağır ve mükerrer suçlarda indirimlerin kısıtlanması/kaldırılması ve bazı suçlarda infaz sürelerinin artırılması yer alıyor. Amaç, suç işleyenlerin mutlaka cezanın bir kısmını fiilen çekmesi ve adaletin tecelli ettiği duygusunun güçlendirilmesi.
Covid-19 sürecinin mirası: Eşitsizlik ve tartışmalar
Covid-19 salgını, infaz sisteminde radikal değişikliklere yol açtı. Nisan 2020’deki 7242 sayılı Kanun, belirli suçlar (cinayet, terör, cinsel suçlar, uyuşturucu hariç) için infaz oranını 1/2’ye indirdi ve denetimli serbestliği 3 yıla çıkardı. Bu, on binlerce mahkûmun tahliyesine yol açtı ve bazı uzmanlarca “toplu özel af” olarak nitelendirildi. Eş zamanlı olarak, salgını önlemek amacıyla belirli hükümlüler (açık cezaevindekiler veya ayrılma hakkı kazananlar) geçici olarak evlerine gönderildi ve bu izinler Temmuz 2023’e kadar uzatıldı. 31 Temmuz 2023’te ise izindeki hükümlülerden denetimli serbestliğe ayrılmasına 5 yıl veya daha az kalanların, cezaevine dönmeden kalan sürelerini denetimli serbestlik altında geçirmelerine karar verildi. Bu düzenlemeden yaklaşık 100 bin hükümlünün yararlandığı belirtiliyor. Ancak bu son düzenleme, önemli bir eşitsizlik yarattı: 31 Temmuz 2023’ten önce suç işleyip cezası bu tarihten sonra kesinleşenler, lehe düzenlemeden yararlanamadı. Bu durum, Anayasa’nın eşitlik ilkesine aykırılık tartışmalarını alevlendirdi ve MHP gibi partilerden suç tarihinin esas alınması yönünde düzeltme çağrıları geldi. Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği (CİSST) gibi STK’lar ise hem 7242 sayılı Kanun'un hem de Covid izinlerinin kapsamının dar tutulmasını ve özellikle siyasi mahpusların dışarıda bırakılmasını ayrımcılık olarak eleştirdi.
Bu süreç, infaz politikalarının sadece hukuki değil; aynı zamanda salgın gibi olağanüstü durumlar, siyasi dengeler ve toplumsal baskılarla da şekillendiğini gösteriyor. Cezaevlerini boşaltma ihtiyacı ile belirli suçlara karşı sertleşme talepleri arasındaki gerilim, sürekli bir değişim ve belirsizlik ortamı yaratıyor. Değişikliklerin sık sık “af” olarak algılanması ama yetkililerce reddedilmesi, bir iletişim kopukluğuna işaret ediyor ve rasyonel tartışmayı zorlaştırıyor.
Uluslararası perspektif: Farklı modeller, farklı sonuçlar
Türkiye’deki tartışmaları daha geniş bir bağlama oturtmak için farklı ülke modellerine bakmak faydalı:
- Norveç (İskandinav modeli): “Normallik ilkesi” temelinde, cezadan çok rehabilitasyon ve topluma yeniden entegrasyona odaklanır. Küçük kapasiteli, topluma entegre kurumlar, yaygın açık cezaevleri, eğitim ve terapi programları öne çıkar. Personel, güvenlik görevlisi olmanın ötesinde rehber ve rol modeldir. Tarihsel olarak dünyanın en düşük mükerrer suç oranlarından birine (%20-25 civarı) sahip olmuştur. Ancak son yıllarda kaynak yetersizliği, artan ruh sağlığı sorunları ve yabancı mahpuslarla ilgili zorluklar gibi nedenlerle modelin zayıfladığına dair endişeler artmaktadır.
- Almanya (Kıta Avrupası modeli): Temel amaç rehabilitasyon ve yeniden entegrasyondur. Kısa süreli hapis cezalarından kaçınılır, iki yıla kadar cezalar genellikle ertelenerek denetimli serbestlik (bewährungshilfe) verilir. Denetimli serbestlik yaygın olarak kullanılır ancak memur başına düşen vaka sayısının yüksekliği etkinliği zorlayabilir. ABD'ye kıyasla çok daha düşük tutukluluk oranına sahiptir.
- Kaliforniya (ABD modeli): Dünya genelinde en yüksek tutukluluk oranlarına sahip ABD içinde, Kaliforniya son yıllarda cezaevi nüfusunu azaltmaya yönelik önemli reformlar (AB 109, Prop 47, Prop 57) yapmıştır. Bu reformlar eyalet hapishane nüfusunu %30 azaltmış ve mükerrer suç oranlarında (3 yıllık yeniden mahkûmiyet %54’ten %42’ye düşmüş) bir iyileşme sağlamıştır. Ancak reformların özellikle mülkiyet suçları üzerindeki etkisi tartışmalıdır ve yerel sistemler üzerinde baskı yaratmıştır. Deneyim, büyük ölçekli reformların mümkün olduğunu ancak dikkatli planlama, rehabilitasyona yatırım ve sürekli izleme gerektirdiğini göstermektedir.
- Avrupa Konseyi (CoE) Standartları: İnsancıl muamele, rehabilitasyon, yeniden entegrasyon ve hapis cezasına alternatifleri teşvik eder. Şartlı salıverilmeyi topluma planlı dönüş için yapıcı bir önlem olarak görür. SPACE raporları, Avrupa’da tutukluluk ve denetimli serbestlik oranlarında büyük farklılıklar olduğunu gösterir.
Bu karşılaştırma, Türkiye’nin yüksek tutukluluk oranları ve rehabilitasyon odağındaki belirsizliklerle Norveç ve Almanya'dan ayrıştığını ancak Kaliforniya gibi reform süreçlerinden dersler çıkarabileceğini göstermektedir.
Reformların etkinliği: Suç önleme ve mükerrer suç
İnfaz reformlarının temel amacı suçun, özellikle de mükerrer suçun önlenmesidir. Ancak uluslararası mükerrer suç oranlarını karşılaştırmak, tanım ve ölçüm farklılıkları nedeniyle zordur. Genel olarak oranlar %20 (Norveç) ile %60 üzeri (bazı ABD verileri) arasında değişir.
Türkiye'deki en büyük sorunlardan biri, mükerrer suç oranlarına ilişkin güvenilir, kamuya açık ve sistematik resmî verilerin bulunmamasıdır. Bu durum, politikaların etkinliğini bilimsel olarak değerlendirmeyi imkânsız kılmaktadır.
- Erken salıverilme (şartlı tahliye/denetimli serbestlik): Aşırı kalabalığı azaltabilir, maliyeti düşürebilir. Ancak başarısı; yeterli risk değerlendirmesi, etkili denetim ve rehabilitasyon desteğine bağlıdır. Yetersiz denetim kamu güvenliği riski oluşturabilir. Toplum içinde sunulan rehabilitasyon programları genellikle daha etkilidir. Ancak denetimli serbestliğin etkinliği otomatik değildir (yüksek vaka yükleri, program kalitesi vb.).
- Rehabilitasyon programları: Meta-analizler, iyi tasarlanmış ve uygulanmış rehabilitasyon programlarının (madde bağımlılığı tedavisi, mesleki eğitim, bilişsel davranışçı terapiler vb.) mükerrer suçu azaltmada sadece cezalandırma veya sıkı denetime göre daha etkili olduğunu tutarlı bir şekilde göstermektedir. Ancak etkinlik, programın türüne, kalitesine, Risk-İhtiyaç-Duyarlılık (RNR) ilkelerine uygunluğuna ve uygulandığı kişiye göre değişir. Son araştırmalar, özellikle Bilişsel Davranışçı Terapi’nin (BDT) etkinliğini sorgulamaktadır. Başarı sadece programla değil, salıverilme sonrası desteklerle (barınma, istihdam, sosyal bağlar) de yakından ilişkilidir.
Türkiye’deki reformların olası etkileri: Artılar, eksiler ve riskler
10. Yargı Paketi’ndeki olası değişikliklerin çeşitli sonuçları olabilir:
- Olası olumlu etkiler: Cezaevlerinde yoğunluğun azalması, yaşam koşullarının iyileşmesi; maliyet tasarrufu (eğer rehabilitasyona yönlendirilirse); nitelikli programlarla desteklenirse rehabilitasyon ve yeniden entegrasyonun güçlenmesi; Covid kaynaklı eşitsizliklerin giderilmesi; bazı mükerrer suçlular için orantılılık sağlanması.
- Olası olumsuz etkiler ve riskler: Yetersiz risk değerlendirmesi ve denetimle kamu güvenliği riskleri; “cezasızlık algısının” artması; denetimli serbestlik sisteminin yetersiz kaynaklarla çökmesi; etkisiz rehabilitasyonla mükerrer suç oranlarında artış; reformların keyfi veya adaletsiz algılanmasıyla kamu güveninin sarsılması; belirli mahpus gruplarının (örneğin siyasi) dışlanmasıyla ayrımcılığın sürmesi.
Tartışılan reformlar, caydırıcılık teorisi (cezasızlık algısıyla mücadele) ile rehabilitasyon teorisi arasında bir gerilim taşıyor. Net bir felsefeden ziyade çelişkili baskılara yanıt verme çabası gibi görünüyor. Başarı, büyük ölçüde denetimli serbestlik sisteminin uygulama kapasitesine bağlı olacak.
- Paydaşların bakış açısı: Hukukçular, akademisyenler ve STK’lar
- Hukuk uzmanları ve akademisyenler: Genellikle değişikliklerin teknik boyutlarını veya teorik temellerini (cezanın amacı, tekerrür kavramı) analiz ederler. En büyük vurguları, güvenilir veri eksikliğinin bilimsel değerlendirmeyi engellediği yönündedir. Bazıları insan hakları ve rehabilitasyonu, bazıları hukuki belirlilik ve suçla mücadeleyi önceler.
- Sivil toplum kuruluşları (CİSST, İHD vb.): Mahpus hakları perspektifinden önemli eleştiriler ve öneriler sunarlar: Eleştiriler: İnfaz indirimleri ve izinlerde siyasi mahpuslara yönelik eşitsizlik ve ayrımcılık; kötü hapishane koşulları (aşırı kalabalık, sağlık hakkı ihlalleri, hijyen, iletişim kısıtlamaları); işkence ve kötü muamele iddiaları; hak ihlalleri (koşullu salıverilme, açık cezaevine geçişte İdare ve Gözlem Kurullarının (İGK) keyfi kararları, avukata erişim engelleri); özellikle ağır hasta mahpusların durumu ve infaz ertelemedeki zorluklar (ATK raporları, muğlak kriterler). Öneriler: Eşitlik ve ayrımcılık yasağına uyulması; koşulların uluslararası standartlara (Mandela Kuralları) uygun hâle getirilmesi; sağlık hakkının güvence altına alınması; hasta mahpusların salıverilmesi önündeki engellerin kaldırılması; İGK gibi yapıların şeffaflaştırılması ve denetlenmesi; tüm mahpuslar için rehabilitasyon olanaklarının geliştirilmesi. STK’ların görüşleri; reformların sadece teknik veya sayısal boyutlarıyla değil, insan hakları üzerindeki etkileriyle de değerlendirilmesi gerektiğini vurgular.
Kanıta dayalı, hak temelli bir yaklaşım ihtiyacı
Türkiye’deki infaz hukuku reformu tartışmaları, çelişkili baskılar altında şekillenen, zaman zaman tutarsız öneriler içeren ve en önemlisi, etkinliğini ölçecek güvenilir verilerden yoksun bir süreç olarak öne çıkıyor. Uluslararası deneyimler ve bilimsel kanıtlar, sadece süreleri değiştirmenin ötesinde, etkili rehabilitasyon, yeniden entegrasyon ve insan haklarına odaklanan bütüncül bir yaklaşımın suçun önlenmesi ve toplum güvenliği için daha sürdürülebilir olduğunu gösteriyor.
Politika yapıcılara yönelik temel öneriler şunlardır:
- Veri sistemi kurulumu: Uluslararası standartlarda bir mükerrer suç izleme ve raporlama sistemi ivedilikle kurulmalı, politikalar bu verilerle değerlendirilmelidir.
- Rehabilitasyon ve yeniden bütünleşmeye yatırım: Odağı ceza sürelerinden, kaliteli ve kanıta dayalı (RNR modeli) rehabilitasyon programlarına (cezaevinde ve denetimli serbestlikte) ve salıverilme sonrası desteklere (barınma, iş, sağlık) kaydırmak gereklidir.
- Denetimli serbestlik sisteminin güçlendirilmesi: Sistemin kapasitesi (personel, eğitim, kaynak, yönetilebilir vaka yükü, risk değerlendirme araçları) artırılmalıdır.
- Eşitlik ve insan hakları: Tüm düzenleme ve uygulamalarda eşitlik ilkesi ve ayrımcılık yasağına titizlikle uyulmalı, hiçbir mahpus grubu keyfi olarak dışlanmamalıdır. Cezaevi koşulları iyileştirilmeli, sağlık hakkı güvence altına alınmalı, İGK kararları şeffaf ve denetlenebilir olmalıdır.
- Mükerrer suçlulara dengeli yaklaşım: Sadece cezalandırma yerine, risk değerlendirmesine dayalı, farklılaştırılmış (yüksek riskliler için denetim/tecrit, düşük riskliler için etkili müdahale programları) bir strateji izlenmelidir.
- Şeffaflık ve katılım: Reform süreçleri şeffaf olmalı, taslaklar ve gerekçeler kamuoyuyla paylaşılmalı, ilgili tüm paydaşların (hukukçular, akademisyenler, STK'lar, uygulayıcılar) anlamlı katılımı sağlanmalıdır.
Türkiye, infaz hukuku reformuyla ceza adalet sistemini daha adil, etkili ve insancıl bir yapıya kavuşturma potansiyeline sahiptir. Ancak bunun yolu, popülist talepler veya geçici çözümlerden ziyade, kanıta dayalı, insan haklarını merkeze alan, rehabilitasyona ve topluma yeniden entegrasyona yatırım yapan uzun vadeli bir vizyondan geçmektedir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.