08 October 2024

“Türk Dünyası” kavramı nedir, ne değildir?

3 Ekim Türk Devletleri İşbirliği Günü bu yıl Orta Doğu’da yaşanan savaşın gölgesinde kaldı. Avrasya olarak tanımlanan coğrafyada hâkimiyetini sürdüren teşkilat, ‘tarafsızlık’ ilkesiyle öne çıkıyor. Peki, ‘Türk Dünyası’ kavramına derinlemesine ve kurumsal açıdan bakarsak neler söyleriz?

Geçtiğimiz günlerde 3 Ekim tarihinde kutlanan “Türk Devletleri İşbirliği Günü” veya evvelce bilinen ismiyle “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Günü”, yoğun ve yıkıcı uluslararası gelişmelerin hız kesmediği bir dönemde dahi küresel ve bölgesel siyasetin dikkatinden kaçmadı. Anılan tarih, bugünkü Türk Devletleri Teşkilatı’nın (TDT) 15 yıl önce daha sınırlı bir kurumsal yapı arz eden ilk hâli olan Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi’nin (Türk Konseyi veya Türk Keneşi olarak da kısaltılmıştır) kuruluş günüdür.

TDT’nin kurucu belgesi olan Nahçıvan Anlaşması, 3 Ekim 2009 tarihinde, Azerbaycan’ın sınırımıza komşu Nahçıvan bölgesinde Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan arasında imzalanmıştı. 3 Ekim’in, o dönem bazı çevrelerin, ‘hegemon’ güçlerin etki alanındaki zor bir coğrafyada ‘rutin’ veya ‘sıradan’ bir gelişme olarak nitelendirmesine karşılık, bugüne geldiğimizde son dönemde ‘bağımsız’ ve ‘yapıcı’ çok-taraflılık adına geniş kesimler için kabul gören olumlu manası ise gözden kaçırılmamalıdır.

Toplumsal bilinç pekişiyor

 “Türk Dünyası” kavramı şüphesiz ki son yıllarda sevindirici şekilde daha fazla gündemimizde yer almaya başladı, özellikle sosyal bilimler açısından daha detaylı surette incelenebilir bir konu başlığı haline geldi. Coğrafya, sosyoloji, antropoloji ve siyaset bilimi gibi farklı disiplinler eliyle tek tek veya disiplinler arası bir perspektiften incelemelere devam edilmesi neticesinde bu kavrama dair duyulan merak, belirli bir siyasal veya ideolojik görüşe ait olmadan da kapsamlı araştırmalar yapılabileceğini bizlere gösterirken, yıllarca ötelenmiş görünen tarihi meselelere, ortaklıklara ve zaman içinde oluşmuş ayrılıklara dair toplumsal bilinci de pekiştiriyor.

ABD ve Sovyetler Birliği ekseninde kısır “Sağ-Sol” veya “Milliyetçi-Sosyalist/Komünist” tartışmalarında bir önceki yüz yılı geçirmek durumunda kaldığımız zaman aralığında, bilimsellikten ve tarihsellikten uzak bir biçimde ‘ideolojik bir aygıt’ haline de getirilen Türk Dünyası kavramı, esasen içinde barındırdığı, kültürel ve sosyal arka planı farklı pek çok Türk soylu topluluğun hikâyesiyle engin bir alanı önümüze seriyor. ‘Bir tık uzaklığında’ olarak kısaltılabilen yeni dijital evren ise bu geniş alanı daha fazla inceleyecek tarafsız genç nesilleri içinde barındırıyor.

Bu bağlamda, özellikle Sovyetler Birliği’nin yıkılmasını müteakip ve bilhassa 2000’lerin dijitalleşen bahse konu atmosferinde, “Oğuz, Kıpçak, Özbek, Başkurt, Tatar, Yakut, Kazak, Kırgız” vb. Türk Dünyası’na ait pek çok terimle yapılabilecek araştırma veya yeni kuşağın ‘dijital sörf’ başlıklı incelemeleriyle, tamamlayıcı iş birliği ve beraberlik fikirlerinin doğması ise artık işten bile değil ki, bu durum 3 Ekim’in diğer bir ifadeyle “Türk Dünyası Günü” olarak nitelendirilmesine de öncülük etmiş görünüyor.

Kurumsal bir perspektif: Kimse diğerinden daha üstün değil!

Türk devletleri tarafından son dönemde kurulan ve Avrasya olarak tanımlanabilecek geniş coğrafyada etkin olmaya devam eden bazı kurumlar, son dönemde ‘yıkıcı’ sonuçları olabilen bölgesel politikalara ‘yapıcı’ bir ‘çok taraflılık’ kazandırmaya devam ediyor. Esasen Soğuk Savaş’ın bitişiyle bu anlamda hız verilen çalışmalar neticesinde ilk ortaya çıkan kurumlardan biri sosyal ve kültürel diplomasi açısından halen dünyada örnek gösterilen ve Türklerin UNESCO’su olarak dillere pelesenk olan TÜRKSOY’dur.

Kapsamlı resmi web-sitesindeki açıklamalara da uygun şekilde, “Türk Dünyasında kurulan ilk işbirliği teşkilatı” olan Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı yani TÜRKSOY, “1993 yılında, Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye Cumhuriyeti kültür bakanları tarafından imzalanan anlaşmayla kurulmuş”, müteakiben “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti; Rusya Federasyonuna bağlı Tataristan, Başkurdistan, Altay, Saha, Tıva ve Hakas Cumhuriyeti ve Moldova'ya bağlı Gagavuz Yeri” gözlemci üye olarak bu birlikteliğe dahil olmuşlardır. Kurulduğu günden bu yana 30 yılı geçen süreçte sayısız konser, sergi, kitap/eser basımı, konferans vb. etkinlikte başrolü oynayan TÜRKSOY, esasen Türk halkları arasında tarihte de baş gösterebilen tabiri caizse “kim daha üstün” mücadelesini uzak bir yana koyarak, farklı “Türk halklarının gönül birlikteliğini ve kardeşliğini güçlendirmek, ortak Türk kültürünü gelecek nesillere aktarmak ve dünyaya tanıtmak için çalışmaya” devam ediyor (https://www.turksoy.org/).

TÜRKSOY’dan sonra kurulan ancak hali hazırda onu da kapsayan siyasi ve çok taraflı bir örgüt haline Türk Devletleri Teşkilatı ise, başta Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan arasında filizlense de bugün Özbekistan’ı aralarına almış, Macaristan, Türkmenistan ve KKTC gibi ülkelerin de gözlemci üyeler olarak aktif desteklerini sürdürdükleri en aktif ve kapsayıcı Türk Dünyası kurumu haline gelmiş durumdadır (https://www.turkicstates.org/).

Sadece merkezi Ankara'da bulunan TÜRKSOY’u değil, Bakü’de bulunan Türk Dili Konuşan Ülkeler Parlamenter Asamblesi (TÜRKPA), Astana’da bulunan Uluslararası Türk Akademisi, ve yine Bakü'de bulunan Türk Kültür ve Miras Vakfı ile İstanbul'da bulunan Türk Ticaret ve Sanayi Odası da TDT’nin çalışmalarına önemli destekler sunuyor.

Örneğin son günlerde sıkça duyduğumuz ortak bir Türk alfabesi gibi çalışmalarda, Türk Akademisi’nin yıllardan bu yana bilimsel ve kültürel sahalarda oynadığı rol dikkat çekicidir (https://turkicacademy.org/).  Yüzyılların bölgesel gelişmeleri çerçevesinde, Rusça, Arapça, Farsça, Çince gibi güçlü diller belirli bir tarihi hegemonyayı da simgelemiş, etkileşim aracı olarak geniş Türki coğrafyaları da derinden etkilemiştir. Ortak bir Türk dili ve alfabesi ise bu aşamada belli zorlukları içinde barındırsa da yakın gelecekte şüphesiz halklar arasında daha yakından ve anlaşılır yeni imkânların sağlanması açısından önemini koruyacaktır.

Sonuç olarak ise, Türk dünyasında yeri tartışılmaz olan Kırım Tatar aydını İsmail Gaspıralı’nın (1851-1914) çoğu kesim için şiar edilen “Dilde, fikirde ve işte birlik!” prensibini “Biz birlikte daha güçlüyüz!” ana prensibiyle tamamlamaya devam eden TDT, yoğun küresel ve bölgesel meselelere rağmen siyasetten ekonomiye, hukuksal iş birliğinden eğitim çalışmalarına kadar geniş bir düzlemde faaliyetlerine devam eder pozisyondadır.

‘Hegemon’ anlayışlara mesafeli bağımsız bir döneme doğru

ABD’nin kendisine oldukça uzak ve gerek kültüründen gerek tarihinden ‘bihaber’ olduğu bilhassa Orta Asya/Türkistan coğrafyasındaki ülkelere ve bütünüyle Türk Dünyası’na, Soğuk Savaş sonrası hızla nüfuz etmeye çalışması ve bu yönde ‘aparat’ olarak kullandığı ve esasen halen kullanmaya devam ettiği dinsel, etnik, iktisadi ve kültürel motifli ideolojik aygıt ve örgütler, şüphesiz yüz yıllardır bölgede, zaman zaman aynı surette ‘hegemon’ yani ‘üstünlükçü’ bir tavırla söz sahibi olmayı sürdüren Rus, Çin veya İran devletçiliği kadar sakıncalıdır. Bu bağlamda, bölgenin tarihsel anlamda ev sahibi konumundaki Türk halkları esasen coğrafyalarını, ister hegemon ister daha mutedil diğer kültürlerle paylaşmadaki ustalığını yıllar boyu göstermişler, kendi aralarında da siyaset ve coğrafyanın yarattığı ayrımları son dönemde atılan kurumsal adımlarla aşabileceklerini dünyaya kanıtlamışlardır.

Bu minvalde, sadece modern Türkiye Cumhuriyeti değil, bölgesel ve küresel meselelerde tarihsel olarak daha güçlü bir konuma sahip görülebilecek Rusya veya Çin gibi iki devasa yapı arasında son yıllarda hızla gelişen sosyo-ekonomik altyapısıyla dikkat çeken ve esasen öncü bir Avrasya-Orta Asya devleti konumuna gelen Kazakistan, keza engin tarihi ve kültürel geçmişini yeni politik reformlarla taçlandırmayı sürdüren Özbekistan, son dönem toprak bütünlüğünü sağlayacağı askeri zaferlerin ardından ekonomik sahada da 'Zengezur Koridoru' gibi tamamlayıcı projeleri arzulayan Azerbaycan ve tarihi İpek Yolu’nun üstünde kritik geçiş hatlarının ve kaynaklarının farkında olan Kırgızistan ve Türkmenistan gibi Türk Dünyası’na mensup ülkeler ile Kuzey Kıbrıs’tan Gagavuz bölgesine ve günümüz Rusya Federasyonu içlerine uzanan alanlarda mukim Türki halklar, gelişen enformasyon ve dijital araçların da yardımıyla, gittikçe derinleşen yeni kurumsal işbirliği ağlarını öğreniyorlar ve bu yönde yapılabileceklere ilgi duymayı sürdürüyorlar.

Türk dünyası meselesi bu şekilde salt bir iç siyaset mevzu ve farklı ideolojik grupları bir birinden ayırmaya yarayan sözüm ona ‘kullanışlı bir araç’ olmaktan çıkmaktadır. Muhtelif tarihi deneyimlere ve beşeri arka planlara sahipken yakın tarihlerini tek potada birleştirmeye başlayan farklı Türk devletleri ve halkları, esasen ayrışmacı ve ‘üstünlükçü’ değil birleştirici ve alçakgönüllü bir ‘kültür’ kavramının da mümkün olabileceğini bizlere göstermektedir.

Bu çerçevede bahsettiğimiz eşit paydaşlara ait kurumsallık, bürokratik bir yığın oluşturmanın ötesinde gerçek işbirliği, gönüldaşlık ve etik bir diplomasinin kapılarının aralanması için de anahtar konumdadır. Atanmış uzmanların ait oldukları ülkelerinin ‘üstünlük’ mücadeleleri yerine, Türk dünyası coğrafyasının yüzyıllara dayalı çektiği iktisadi ve sosyal sorunlar yeni dönemde geliştirilen söz konusu derin bakış açılarıyla daha kapsamlı ele alınabilmelidir. Bu bakımdan ‘fonksiyonel bir kurumsallık’ Türk Dünyası için elzem hale gelmiştir.

Farklılıkların ve üstünlük mücadelelerinin git gide daha yıkıcı ve insan tanımayan bir hal aldığı günümüz küresel ve bölgesel gelişmeleri altında Türk dünyası çatısı altında girişilmeye devam olunan ve her yıl 3 Ekim’le daha da net kavranmaya çalışılan bu birliktelik ruhu şüphesiz yeni gelişmelere de gebe olacaktır.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...