
“Terörsüz Türkiye": Güvenlik paradigmasından çok boyutlu çözüme
PKK, 12 Mayıs 2025’te kendini feshetti. Kırk yılı aşkın süredir devam eden kanlı terör sona mı eriyor? Bu dönüşüm sadece güvenlik politikalarının başarısı mı, yoksa kapsamlı bir devlet stratejisinin sonucu mu?
On üç yıl önce kaleme aldığım "Üç İsyan, Üç Lider" başlıklı yazıda, Türkiye Cumhuriyeti tarihindeki üç büyük isyan hareketini ve bunlara karşı devlet reflekslerini incelemiştim. O tarihten bu yana, Türkiye'nin en uzun süreli ve kanlı sorunu olan PKK terörü konusunda devlet aklının gösterdiği evrim, üzerinde düşünmeye değer bir dönüşüme işaret ediyor.
“Terörsüz Türkiye” olarak adlandırılan bu süreç, sadece güvenlik politikalarının bir başarısı değil, aynı zamanda siyasi, diplomatik ve sosyolojik boyutları olan kapsamlı bir devlet stratejisinin sonucudur.
"Üç İsyan, Üç Lider" perspektifinden devlet aklı
Osmanlı İmparatorluğu’nun “en uzun yüzyılı” olarak adlandırılan 19. yüzyıl... İmparatorluk gücünü kaybediyor, milliyetçi hareketler hızla yayılıyor. Sırp ve Ermeni isyanları bu dönemde ortaya çıkıyor. Başlangıçta belirgin bir etnik bilinçten yoksun olan bu isyanlar, zamanla milliyetçi bir karakter kazanıyor. Peki ya Cumhuriyet döneminde?
Sırp, Ermeni ve Kürt isyanlarının temelinde yatan ortak “psikoloji” neydi? Devletin bu mücadeledeki yetersizliği nasıl açıklanabilir? Basit halk ayaklanmaları şeklinde başlayan ve sonradan milliyetçi bilinçle güçlenen bu isyanların liderlerini mücadeleye sevk eden temel duygu, “aşağılanmışlık” hissiydi. Farklı detaylarda tezahür etse de bu his, her üç isyanda da belirgin ve baskın bir rol oynadı.
Devlet bu isyanları basit ayrılıkçı talepler olarak görüp kanlı ve baskıcı yöntemlerle bastırmaya çalıştı. Sonuç? İsyanlar daha radikal şekiller aldı.
Kürt isyanı ve Abdullah Öcalan: Etnik gurur ve onur mücadelesi
İkinci Dünya Savaşı sonuna kadar Kürtler arasında belirgin bir birlik ve etnik bilinç yoktu. 1938'deki Dersim Ayaklanması’nın bastırılmasıyla Kürt siyasi hareketleri Suriye, Irak ve İran gibi bölgelere yayıldı, daha sistemli bir yapıya kavuştu. 1950 seçimleriyle Kürt Özgürlük Mücadelesi'nin temsilcileri meclise girmeye başladı. Bu, mücadeleye yasal bir boyut kazandırma çabasıydı.
PKK, 1970'lerin sonunda Ankara'da, Marksist Kürt öğrencilerin tartışmaları sonucunda ortaya çıktı. Kürdistan'ı Türk burjuvazisinin sömürgesi olarak gören PKK, bağımsızlık savaşı ilan etti. Peki diğer Kürt partilerinden farkı neydi? Köylülerin mobilize edilmesi gerektiğine dayalı programı ve üyelerinin çoğunlukla toplumun en alt katmanlarından gelmesi.
PKK'nın lideri Abdullah Öcalan, 1970'lerin ortalarında Doğu Sorunu olarak tanımlanan meseleyi ilk kez "Kürt Sorunu" olarak adlandırdı. 12 Mart tutuklamalarında Mamak'ta hapsedilen Öcalan, burada diğer devrimcilerle bir araya gelme fırsatı buldu. Hareketin önderleri, mücadelelerini "açıkça özgürlük" savaşı olarak tanımladılar.
1985 sonrasında artan PKK eylemleri, devlet kademesinde ciddiye alınmasına neden oldu. Tıpkı erken Cumhuriyet dönemindeki isyanlara yaklaşımda olduğu gibi, salt güvenlik odaklı bir paradigma ile Türkiye, "uluslaştırma ve asimilasyon" olarak tanımlanabilecek sert ve baskıcı yöntemlere başvurdu. “Kürt” kelimesi bile tabu hâline geldi. Devlet, PKK'ya karşı operasyonlarda Irak ve İran ile eşgüdüm içinde çalıştı, sınır ötesi harekâtlar düzenledi. Kürt geleneksel giysileri yasaklandı, Kürt dilinin kullanımı engellendi, bölge adeta kışlalaştırıldı. Bu sert eylemler Kürt etnik ve millî şuurunu daha da radikalleştirdi ve bir onur mücadelesine dönüşmesine zemin hazırladı. Dolayısıyla Kürt halkının devrimci hareketi; onlar için sadece bir bağımsızlık mücadelesi değil, aynı zamanda bir "onur mücadelesi" hâline geldi.
"Terörsüz Türkiye" süreci: Tarihi tekerrürden kaçınma çabası mı?
2009-2015 arasında "çözüm süreci" olarak adlandırılan dönemde atılan adımlar, her ne kadar başarısızlıkla sonuçlansa da devlet aklının soruna yaklaşımında önemli bir kırılma noktası oluşturdu. Bu dönemde devlet, sorunu sadece bir güvenlik meselesi olarak değil; aynı zamanda siyasi, kültürel ve sosyolojik boyutları olan kapsamlı bir mesele olarak ele almaya başladı. Bu süreçte devlet aklının gösterdiği dönüşümün en temel unsurlarından biri “güvenlik ve hak dengesi” oldu. Devlet, terörle kararlı mücadelesinden taviz vermezken, temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi konusunda önemli adımlar attı. Netice? Ana dilde eğitim olanaklarının artırılması, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi ve kültürel hakların tanınması… Bölge halkının devlete olan güvenini artırdı.
2015 sonrası dönemde yaşanan şiddet sarmalına rağmen, devlet aklı bu çok boyutlu yaklaşımdan tamamen vazgeçmedi. Bir yandan terörle kararlı bir mücadele sürdürülürken, diğer yandan bölgesel kalkınma, kültürel haklar ve demokratikleşme adımları da devam ettirildi. Bu dönemde uygulanan "terörle mücadelede yerelleşme" stratejisi, bölge halkının terör örgütünden uzaklaşmasında etkili oldu.
2020'lerde ise Türkiye'nin bölgesel jeopolitik konumunun güçlenmesi, özellikle Suriye ve Irak'ta kazanılan stratejik avantajlar, PKK'nın hareket alanını önemli ölçüde daralttı. Türkiye'nin terör örgütünün dış desteklerini diplomatik ve askerî yöntemlerle zayıflatma stratejisi, örgütün zaman içinde güç kaybetmesine yol açtı. Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ve benzeri kalkınma hamleleriyle bölgenin ekonomik gelişimine verilen önem, terörün istismar ettiği sosyoekonomik zemini zayıflattı. 2024'te açıklanan "Yeni GAP Eylem Planı" ile 570 bini aşkın ilave istihdam hedefi, bu kapsamlı stratejinin devamı niteliğindeydi.
Geldiğimiz noktada, günümüz Türkiyesi'nde yaşanan "Terörsüz Türkiye" süreci, geçmiş isyan deneyimlerinin ışığında değerlendirilmesi gereken önemli bir adım, yani ani bir gelişme değil, uzun yıllara yayılan stratejik bir sürecin sonucu olarak değerlendirilmelidir. Türkiye'nin Irak ve Suriye'de kazandığı diplomatik ve askerî avantajlar, PKK'nın bu ülkelerdeki varlığını önemli ölçüde zayıflattığı şüphesiz. Komşu ülkelerle terörle mücadele konusunda kurulan iş birlikleri, örgütün hareket alanını daraltmada etkili oldu. Özellikle Türkiye'nin Rusya-Ukrayna Savaşı'nda üstlendiği arabuluculuk rolü, uluslararası platformda ülkenin stratejik önemini artırdı. 2022'de İstanbul'da başlayan barış görüşmelerinde Türkiye'nin merkezî konumu; sadece Karadeniz bölgesinde değil, küresel diplomasideki etkinliğini de pekiştirdi. Bu diplomatik kazanımlar, terörle mücadelede uluslararası desteğin artmasına ve PKK'nın dış bağlantılarının zayıflamasına katkı sağladı. Terörün sona erdirilmesi konusunda Cumhur ittifakı ve sivil toplum örgütleri arasında oluşan geniş mutabakat, çözüm sürecini toplumsal tabana yaydı. Devlet aklı sorunun çözümünde stratejik sabır ile hareket etti, kısa vadeli, reaktif yaklaşımlar yerine, uzun vadeli ve kapsamlı bir strateji izledi.
Ekim 2024'te MHP lideri Devlet Bahçeli'nin çağrısıyla başlayan aktif süreç, PKK'nın silah bırakması hedefine odaklandı. Bu süreçte neler yaşandı? Abdullah Öcalan'ın PKK'ya silah bırakma çağrısı (Şubat 2025), PKK'nın ateşkes ilan etmesi (Mart 2025) ve PKK'nın kendini feshetmesi (Mayıs 2025).
Devlet yetkilileri süreci “tarihi bir inisiyatif”, “devlet politikası” ve “kardeşlik iklimi” olarak tanımlıyor. “Al-ver süreci” olmadığını vurguluyorlar. Peki gerçekte neler oluyor?
Geçmiş isyanların temelinde yatan "aşağılanmışlık" hissi ve devletin bu tür hareketlere karşı kullandığı kanlı ve baskıcı yöntemler tarihsel birer ders. Sırp isyanında olduğu gibi, devletin başlangıçtaki hoşgörülü yaklaşımının yerini sert müdahalelere bırakması ve Ermeni isyanında görüldüğü üzere halkın güvenlik kaygılarını giderememesi, isyanların radikalleşmesine ve uluslararası boyut kazanmasına zemin hazırlamıştı. Kürt isyanında ise asimilasyon politikaları ve kültürel değerlerin aşağılanması, etnik kimliğin daha da güçlenmesine ve mücadelenin bir "onur mücadelesine" dönüşmesine katkı sağlamıştı.
"Terörsüz Türkiye" süreci, bu tarihsel arka plan karşısında incelendiğinde, devletin sorunu sadece güvenlik odaklı ele almanın yetersizliğini fark ettiği izlenimini veriyor. Diyalog kanallarının açılması, siyasi partilerin sürece dahil edilmesi ve yasal düzenlemelerin gündeme gelmesi, geçmişteki katı ve baskıcı politikaların sorgulandığını düşündürüyor
Diğer yanda Erdoğan liderliğinde, terörle mücadelede bir yandan kararlılık sergilenirken; diğer yandan toplumsal uzlaşmayı sağlayacak adımların atılması, erken Cumhuriyet dönemindeki güvenlik öncelikli yaklaşımdan farklı bir perspektifi yansıtıyor. Ancak sürecin "al-ver" olmadığına dair yapılan vurgu, devletin güvenlik endişelerini gözeterek, toplumsal barışı önceleyen bir yaklaşım kadar Türkiye Cumhuriyeti'nin kurumsal kapasitesinin ve siyasi olgunluğunun seviyesini de gösteriyor. Genç Cumhuriyet'in varlık kaygısıyla şekillenen refleksleri, yerini daha özgüvenli, çok boyutlu ve stratejik bir yaklaşıma bıraktığı şüphesiz.
Bu süreç; Türkiye'nin sadece terörü sona erdirme değil, aynı zamanda daha demokratik, eşitlikçi ve huzurlu bir geleceği inşa etme potansiyelini taşıyor. Bu potansiyelin gerçekleşmesi, tüm paydaşların samimiyetine, kararlılığına ve yapıcı katkılarına bağlı olacak. Geçmişte yaşanan acıların bir daha yaşanmaması için, "Terörsüz Türkiye" hedefinin bir "kardeşlik iklimi" olarak gerçekten benimsenmesi ve hayata geçirilmesi gerekiyor.
Bu, silahların sustuğu, farklılıkların zenginlik olarak görüldüğü, kimliklerin özgürce ifade edilebildiği ve toplumsal adaletin tesis edildiği bir Türkiye anlamına gelecek. Bu tarihi süreçte atılacak adımlar, Türkiye'nin geleceğini şekillendirecek ve bölgesel barış ve istikrara da önemli katkılar sunabilecek. Peki biz buna hazır mıyız?

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.