
Tartışmaların gölgesindeki anlaşma
Bugün petrol denilince akla Orta Doğu geliyor. Peki, Orta Doğu petrollerinin keşfedilmesini Üsküdar doğumlu Saint Joseph Fransız Lisesi'nde tahsil görmüş Ermeni kökenli bir Osmanlı vatandaşına borçluyuz desek şaşırmaz mısınız?
Etrafında savaşlar cereyan eden, uğruna devletlerin kurulup devletlerin yıkıldığı, yirminci yüzyıla ekonomik anlamda damgasını vuran petrol denilince akla Orta Doğu gelir. Peki, Orta Doğu petrollerinin keşfedilmesini Üsküdar doğumlu Saint Joseph Fransız Lisesinde tahsil görmüş Ermeni kökenli bir Osmanlı vatandaşına borçluyuz desek şaşırmaz mısınız?
1891’de henüz 22 yaşındayken Kafkasya gezisine çıkan Kalust Sarkis Gülbenkyan, Bakü’de görüp hayran olduğu ve geleceğin yakıtı olacağına inandığı petrol yatakları konusunda araştırmalarını derinleştirdi. Gezi hatıralarını kitap haline getirdi ve o dönemin meşhur oryantalist dergilerinden Revue des Deux Mondes için de iki ayrı makale kaleme aldı. Osmanlı sarayı bu iki makalenin ardından Gülbenkyan ve fikirleriyle hususi olarak ilgilenme gereği hissedecekti. Gülbenkyan ile temasa geçildi ve bizzat Sultan II. Abdülhamid’in emriyle Mezopotamya havzasındaki petrol sahalarının haritası çıkarıldı.
1898 yılına gelindiğinde Gülbenkyan Osmanlı devletinin Paris ve Londra sefareti için mali müşavirlik görevlerini yürütüyordu. 20. yüzyıl ile birlikte Osmanlı dünyasını kasıp kavuracak Jön Türk hareketine dâhil olan Gülbenkyan, 1912’de Irak petrol yataklarını işletmek üzere Royal Dutch Shell’in % 25, Alman yatırımcıların toplam % 25, Türkiye Milli Bankası’nın (Osmanlı Merkez Bankası) % 35 ve Kalust Gülbenkyan'ın da % 15 hissesine sahip olacağı Turkish Petroleum Company’nin (T.P.C.) kuruluşunda aktif rol oynadı. Anglo-Persian Oil Company’nin ortaklığa katılmasıyla Gülbenkyan’a şöhreti de getirecek olan lakap ortaya çıkacaktı. Gülbenkyan’ın % 15’lik payı bu yeni ortağın dâhil olmasıyla % 5’e inecek ve ‘Mr. Five Percent (Bay Yüzde Beş) lakabı tarih kitaplarına geçecekti.
Ve masa kuruluyor…
1928 yılında imzalanan ve bugün hala tartışılan ‘Red Line’ Kırmızı Çizgi anlaşmasının mimarlarından olan Gülbenkyan; Anglo-Persian Oil Company, Royal Dutch Shell Group, Compagnie Françaşse des Pétroles ve Near East Development Corporation arasındaki görüşmelerin kilidini açtı. Meşhur kırmızı kalemiyle çizdiği çizgiler anlaşmaya adını vermenin ötesinde aradan geçen yüz yıla yakın dönemde tartışmaların merkezinde kalmasına sebep oldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun eski toprakları üzerinde anlaşma taraflarının söz sahibi olacağı petrol yatakları arasındaki sınırların çizildiği bu anlaşmada Gülbenkyan yüzde beşlik payını muhafaza etmeyi başardı.
Peki, bu anlaşma ne anlama geliyordu? Neden bu anlaşma aradan geçen bunca zamana karşı Türkiye’nin doğal kaynaklarını kullanmasına engel teşkil ettiğine dair komplo teorilerine zemin hazırlıyor? Gelin hep birlikte inceleyelim…
31 Temmuz 1928'de imzalanan bu anlaşmanın en önemli özelliği 'kendini reddetme' maddesiydi. Anlaşmada, katılımcı şirketlerin diğer üyelerin desteğini almadıkça, kırmızı çizgiler içinde yer alan topraklarda petrol sahaları geliştirmemeyi kabul etmeleri şart koşuluyordu.
Anlaşma; hissedarlarından herhangi birinin eski Osmanlı topraklarında bağımsız olarak petrol aramasını ve çıkarmasını yasaklayan tekelci bir kendini reddetme maddesi içeriyordu. Arap yarımadası dâhil eski Osmanlı toprakları ve bugünkü Türkiye Cumhuriyeti anlaşmanın sınırlarını içerisinde yer alıyordu. Anlaşmaya tâbi ülkeler ‘yalnızca’ müştereken petrol araması yapabilecek, onların ifadesiyle ‘başıboş’ arama yapmak ise tamamen yasaklanacaktı.
İlk itiraz ABD’den
Bu maddeye ilk itiraz nereden ve kimden geldi dersiniz? Bu önemli madde Mezopotamya petrolüne pür dikkat kesilmiş Amerika Birleşik Devletleri ve Amerikan şirketlerinin sert direnişiyle karşılaştı. Madde, Amerikalıların benimsediği açık kapı politikasıyla çelişiyordu. Madde ayrıca, İngiltere'ye Milletler Cemiyeti tarafından Irak'ın zorunlu kontrolünün verildiği eşit erişim anlayışına da aykırıydı. Ancak Amerikan şirketleri, Avrupalı kardeşleriyle Turkish Petroleum Company'ye (TPC) katıldıklarında, açık kapı politikasına olan heveslerini kaybettiler. Kendini reddetme maddesini zımnen kabul ettiler. Washington da bu konudaki yüksek ilkeli duruşunda sessiz kaldı. Bir kez daha paranın gücü idealleri ortadan kaldırdı. Anlaşma, kendini reddetme hükmünden ayrı olarak, tekelci eğilimleri sınırlamak ve Irak içindeki rekabeti davet etmek için tasarlanmış bir madde daha içeriyordu. Ancak bu girişim yeni anlaşmalar ve iştiraklerin kurulmasıyla boşa çıktı.
1924'te Amerikalıları da arasına alacak şekilde yeniden yapılanan ortaklık, 1925'te Irak hükümetinden tavizler alarak, 1927'de keşfedilen şimdiki Kerkük rezervlerini sömürerek büyük bir hamle yapmaya hazırlanıyordu. Ancak aşılması gereken önemli engeller vardı. Bunların ilki kurumsal yapının resmileştirilmesi ve tüm ortakların kendini reddetme maddesine bağlanmasıydı.
Taraf ülkeler 31 Temmuz 1928’de Belçika'nın Oostende kasabasında bir araya geldiler. Gülbenkyan'ın petroldeki yüzde 5'lik hissesini piyasa fiyatından Fransızlara satabileceği ve böylece pazarlama sıkıntısı çekmeden nakit temin edebileceği hükmü anlaşmaya ekledi ve mevcut hissedarlık yapısı tasdik edildi. Fransızlar ise bu hamleye karşı bir hamleyle cevap verdiler. Fransızlar artık petrol alımlarında yüzde 5 ek petrol garantisine sahip olacaklardı.
Tarafların anlaşma konusunda üzerinde en çok tartıştığı mesele hiç şüphesiz kendini reddetme maddesiydi. Gülbenkyan görüşmeler esnasında masaya büyük bir harita çıkardı. Kalın kırmızı bir kalemle, kendini reddetme maddesinin geçerli olacağı alanın sınırlarını çizdi. 1914'te tanıdığı Osmanlı İmparatorluğu'nun sınırının bu olduğunu söyledi. Diğer ortaklar dikkatle izlediler ve itiraz etmediler.
“Kırmızı Hat Anlaşması” böylelikle ortaya çıktı. Bu anlaşma geniş bir bölgeyi kapsayan, muazzam etkiye sahip bir petrol tekeli veya kartelinin ortaya çıkmasına sebep olacaktı. Gülbenkyan hariç masanın ortakları bugünün süper güçleriydi. “Kırmızı hat”, Arap Yarımadası, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti, Kuveyt hariç Orta Doğu'daki tüm eski Osmanlı topraklarını kapsıyordu. Kuveyt’in özel statüsünün sebebi bölgenin İngilizlerin koruması altında olmasıydı. New Jersey petrol şirketinin yönetim kurulu başkanlarından Walter Clark Teagle yıllar sonra bu anlaşmanın "çok kötü bir hareket" olduğunu belirtecekti.
Turkish Petroluem Company 1929 yılında adını değiştirerek Irak Petroleum Company ismini kullanmaya başladı. Mart 1931'de de Irak Petroleum Company, Irak ile yeni bir anlaşma imzaladı ve şirkete Dicle Nehri'nin doğusundaki toprakları kullanma hakkı verdi. Buna karşılık şirket, Akdeniz'e boru hattı inşa edecek ve ara dönemde hükümete belirli ödemeler yapacaktı. Orijinal sözleşmede yer alan alt kiralama düzenlemesinden böylelikle vazgeçiliyordu. Nisan 1932'de İngilizlerin çoğunlukta olduğu uluslararası bir konsorsiyum olan British Oil Development Company (BODC), Dicle’nin batısında ve 33. paralelin kuzeyinde uzanan topraklar için 75 yıllık bir petrol imtiyazı aldı. Bu kararla konsorsiyumun Irak'ta Irak Petroleum Company'ye rakip olması amaçlanmıştı. On yıl sonra, üretime başlamadan önce BODC, Irak Petroleum Company'nin yüzde yüz iştiraki olan Musul Petroleum Company (MPC) tarafından satın alındı. Aralık 1938’de ise Irak Petroleum Company'nin bir başka yan kuruluşu olan Basra Petroleum Company (BPC), Irak’ın geri kalanı için 75 yıllık bir imtiyaz aldı. Böylece, "devredilen bölge" dışında Irak'ın tamamı Irak Petroleum Company'nin kontrolü altına girdi. Böylece rekabet tamamen ortadan kalktı.
Tekel getiren ortaklık
Kırmızı Hat Anlaşması, ortakların çıkarlarına hizmet ettiği sürece devam etti. 1934'e gelindiğinde, Irak Petroleum Company’ye dönüşen Turkish Petroleum Company’de Amerikanlar devreye girecekti. Jersey ve Socony yüzde 23.75’lik Amerikan hissesini eşit olarak paylaştı. 1935'ten 1937'ye kadar Irak Petroleum Company, farklı isimler altında Umman, ve Katar'da tamamı “kırmızı çizgi” içine dâhil olmak üzere petrol imtiyazları aldı. Ayrıca, 1929'da Socal ve Texas Company Bahreyn’de bir petrol imtiyazı daha alacaktı. Bu imtiyazlar ortaklık içinde sorunlara ve tartışmalara sebep olmadı fakat ufukta bekleyen Suudi Arabistan petrolleri gerçeği üzeri büyük kilitlerle kaplı bir hazine sandığı gibi herkesin iştahını kabartıyordu.
1933'te Socal şirketi, Irak Petroleum Company grubunu ekarte ederek Suudi Arabistan’da bir petrol imtiyazı kazandı. 1936'da Socal ve Texas Company, daha sonra Aramco olarak adlandırılan bir ortak girişim oluşturmak için bir araya geldi. Kırmızı Hat Anlaşmasının feshi, Irak Petroleum Company'nin tekelci erişimini engelledi, ancak onu sona erdirmedi. Irak Petroleum Company'nin tekelci örtüsü aslında iki katmandan oluşuyordu: biri "kırmızı çizgi" ile ilişkili, ikincisi ise yalnızca Irak ile ilgili. Kırmızı Hat Anlaşması feshedildiğinde, sadece ilk katman atıldı. İkinci katman yürürlükte kaldı ve Irak Petroleum Company, ülke içinde tam teşekküllü bir tekel olarak faaliyetlerine devam etti.
Anlaşmanın süresinin dolduğuna inanan Amerikalı ortaklar İkinci Dünya Savaşı’nı da bahane ederek Gülbenkyan’ı diskalifiye etmenin yollarını aramaya başladılar. Gülbenkyan’ı mahkeme kapılarına kadar götüren bu sürecin sonunda Kırmızı Hat Anlaşması, Kasım 1948'de Lizbon'daki büyük Hotel Aviz'de belirsiz bir şekilde rafa kaldırılacaktı. 1928'de Oostende'de kapalı kapılar ardında sessizce oluşan bir petrol karteli, 20 yıl sonra yine kapalı kapılar ardında Lizbon'da sessizce sona erdi.
Kazananlar ve kaybedenler...
Orta Doğu’daki petrolün bulunması ve gelişim sürecinin, bir asırlık kargaşaya ve dram dolu hadiselere işaret ettiği bir hakikat. Büyük Mezopotamya havzasında petrolün tarihi silahlı çatışma, siyasi entrika ve kurumsal rekabet, açgözlülük ve aldatma ile yoğurulan bir süreci bizlere anlatıyor. Bir dizi yabancı ülke ve petrol şirketinin etrafında gelişen olaylar bütünü çıkarlar söz konusu olduğunda serbest ticaret ve rekabetin nasıl bir kenara bırakılabildiğini gözler önüne seriyor. Şirketlerin tekelci tasarımları ve hükümetlerin bir şekilde bu duruma sessiz kalışları yakın tarihin en kanlı olaylarının yaşanmasına bir nevi zemin hazırladılar.
Bu büyük oyunun kazananı olan İngilizler için petrol, emperyal hırsların bir aracıydı ve bazen kan, kabul edilmesi gereken bir fedakârlık olarak nitelendiriliyordu. Örneğin; 1920'de Irak'taki iç ayaklanma sırasında 2500 İngiliz hayatını kaybetti. İngilizler, petrol konusundaki gerçek niyetlerini, örneğin Irak halkının petrol üzerindeki haklarının koruyucusu olma şeklindeki bahanelerle kamufle ettiler. Amerikalılar niyetlerinde daha açıktı, ancak kendilerini reddetme maddesini zımnen kabul etmeleri onların ikiyüzlülük suçlamalarına uğramalarına sebep olacaktı.
Turkish Petroluem Company’deki Alman payı karşılığında Musul’u İngiliz kontrolüne bırakan Fransızlar, Orta Doğu'daki büyük Anglo-Amerikan petrol gaspında söz sahibi olamadılar ve bir anlamda küme düştüler.
Hollandalılara gelince, onlar en kolay kazananlardı. RD Shell’deki yüzde 40 İngiliz hissesi sayesinde Hollandalılar, yaşamlarına bir asalak canlı gibi İngilizlerin sırtında devam ettiler. RD Shell, açık denizlerde özgürce faaliyet göstermek için İngiliz kontrolüne razı olmak mecburiyetinde kalacaktı.
Ermeni asıllı efsanevi “Bay Yüzde Beş” Gülbenkyan ise bu petrol oyununda büyük kazananlardan biri oldu. Yaptığı kıvrak ve zekice manevralarla Irak Petroluem Company şirketindeki yüzde 5 hissesini elinde tutmayı başaran Gülbenkyan, Amerikan petrol devleri Jersey ve Socony karşı karşıya geldi ve bu savaştan da galip çıkmayı başardı. Kurnaz bir iş adamı ve bir finans sihirbazı olan Gülbenkyan, kimseye güvenmedi ve kendisi de çok az güven uyandırdı. Bir Osmanlı tebaası olarak doğdu, bir noktada Fransızlar tarafından bir İngiliz ajanı olduğundan şüphelenildi ve 2. Dünya Savaşı sırasında İngilizler tarafından “Vichy düşmanı” olarak damgalandı. Kıdemli mali danışmanı olduğu Osmanlı hükümetine bağlılığı da sürekli şüphe uyandırdı.
1948'de Kırmızı Hat Anlaşması'nın feshedilmesi üzerine “çocuklarım” diyerek sahip çıktığı sanat koleksiyonuyla uğraşmayı tercih etti. Mezopotamya petrollerinin keşfederek günümüze kadar etkilerini devam ettiren büyük bir karmaşanın işaret fişeğini atan Gülbenkyan 1955’te Lizbon'daki Hotel Aviz’de, uzun süredir ikamet ettiği yerde hayata gözlerini yumdu. İşin ilginç tarafı anlaşmalardan sonra zenginliğinin kaynağı haline gelen petrollerinin çıkarıldığı Irak’a bir daha asla ayak basmadı.
Petrol oyununda kaybeden taraf Türkler oldu. Bunun en büyük sebebi 1. Dünya Savaşı'ndaki yenilgi ve bu yenilginin getirdiği problemlerdi. Osmanlı Devleti’nin ve akabinde kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenler petrolün stratejik değerini takdir etmede hatalı kararlar aldılar. Amiral Slade 1913’te Winston Churchill'in talimatıyla Basra Körfezi bölgesini petrol için araştırdığı sırada, Osmanlı Sadrazamı Mahmut Şevket Paşa İstanbul'daki devlet ricaline şunları söylüyordu: “Katar ve Kuveyt, Britanya ile çatışma çıkarmaya değmeyecek ‘önemsiz çöl’ şeyhlikleridir.” Temmuz 1913'te Katar üzerindeki hak iddialarından vazgeçen Osmanlı Devleti sanayi devrimini pas geçtiği için petrolün kıymetini hesap edemiyordu. Kuveyt'in kanıtlanmış petrol rezervlerinin bugün Irak'ınkilere yakın olduğunu ve Katar’ın Rusya ve İran’ın ardından dünyanın üçüncü büyük gaz rezervlerinin üzerinde yer aldığını düşünürsek II. Abdülhamid’in tahttan indirilmesinin en büyük müsebbiplerinden Mahmur Şevket Paşa’nın küçük “çöl” şeyhlikleri hakkında bilmediği çok şey olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti bu ahval ve şerait altında Lozan’a gittiğinde dezavantaj kümelerinin göbeğinde bulunuyordu. Lozan’daki Türk heyeti Musul petrolüyle ilgili geçmiş entrikalar hakkında bilgi yoksunluğundan olsa gerek Mezopotamya petrolüyle ilgili pek de doğru olmayan İngiliz iddialarını kabul etmek zorunda kaldı. Lozan’daki Türk heyetine başkanlık yapan İsmet Paşa, başta Mezopotamya petrolü olmak üzere petrol meselelerini iyi bilen bir teknik danışmanın hizmetlerinden yararlanmayı nedense tercih etmedi.
Türkiye 100 yıl sonra başını kaldırıyor
Bugün ise aradan geçen yüz yıla yakın bir dönemden sonra Türkiye Cumhuriyeti başta Karadeniz ve Doğu Akdeniz olmak üzere petrol ve doğalgaz açısından zengin olduğu tahmin edilen coğrafyalarda milli haklarını kullanarak arama faaliyetlerine devam ediyor. 100 önce yardımlarına başvurulmayan teknik danışmalar Türkiye Cumhuriyeti’nin milli faydasına olacak yer altı zenginliklerinin keşfi konusunda ellerinden gelen faydayı sağlıyorlar. Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in ifadeleriyle açıklayacak olursak “2026'da Türkiye’de kullanacağımız gazın yüzde 25-30'unu Karadeniz'deki sahadan karşılayacağız.” 2023’ün ilk çeyreğinde ise ilk fazda üretilecek günlük 10 milyon metreküp doğal gazı millî iletim sistemine aktarılacak. Basiret sahibi yönetim kabiliyetinin önemi yüz yıl öncesinde ve sonrasında gerçekleşen hamleler beraber okunduğunda daha da anlamlı bir hale bürünüyor.
Kırmızı Hat Anlaşması’na geri dönecek olursak; eğer anlaşma bugüne değin yürürlükte kalsaydı tarihteki en güçlü tekelin saltanatına sebep olacağını ifade edebiliriz. Bugünün British Petroleum, RD Shell, ExxonMobil ve TotalFinaElf ile Gülbenkyan'ın varislerinin çıkarlarını temsil eden Partex adlı kuruluşun İran ve Kuveyt dışında kalan tüm Orta Doğu’daki petrol üretimini kontrol etmek için el ele verdiğini hayal edin… Hiçbir petrol şirketi veya ülke böyle bir dev güç ile rekabet etme cesaretini gösteremezdi. Muhtemelen, OPEC'e de gerek kalmayacaktı. Gülbenkyan ölümünden kısa bir süre önce petrol şirketlerinin Irak’tan aldıklarının birer hediye olduğunu alaycı bir ifadeyle dile getirecekti. Çünkü “Bay Yüzde Beş”e göre Mezopotamya petrolünde tüm bu şirketlerinin hiçbir hakkı yoktu.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.