
Tacitus’un distopyası
Yasalar, toplumu yozlaştırır mı? Yoksa yozlaşan bir toplumun yapısı mı yasalara yansır? Yöneticilerin despot uygulamalarının yasalarla ilişkisi nasıl bir dinamiğe bağlıdır? Tacitus’un çizdiği distopik dünyaya, bu sorgu alanıyla birlikte bakalım.
Antik Roma’nın en meşhur yazarlarından biri olan M.S. birinci yüzyıl sonu ve ikinci yüzyılın başlarında eserler veren tarihçi Cornelius Tacitus’tur. Tacitus’un en kapsamlı eseri olarak bilinen Annales, Roma İmparatorluğu’nun Tiberius döneminden Nero dönemine, yani M.S. 14-68 yıllarını konu alır. Bu eser M.S. birinci yüzyıl Roma İmparatorluğu’na dair en kapsamlı eserdir. Tacitus, Roma İmparatorluğu’nun ilk hanedanı olan Iulius-Claudiusların konu edindiği bu eserinin üçüncü cildinin yirmi yedinci pasajında, Roma tarihi boyunca uygulanmış olan yasalardan bahsederken hayli çarpıcı bir noktaya, şu sözle parmak basmıştır: “Corruptissima re publica plurimae leges”, yani “Devlet ne kadar yozlaşırsa kanunların sayısı da bir o kadar artar.”
Tacitus’un bu sözünde hiç kuşkusuz bir eleştiri gizlidir. Çünkü o, imparatorluk döneminin ilk yüzyılında yaşamış bir “cumhuriyetçi”dir. Gelgelelim onun cumhuriyetçi kimliğinden yahut geçmişteki imparatorların idarelerine yönelen keskin yorumlarından, cumhuriyet rejimine geri dönmeyi arzuladığı çıkarımı yapılamaz. Belli ki onun esas arzusu, devlet yönetiminin artık geride kalan cumhuriyetin inşa etmiş olduğu temellere saygı gösterecek bir imparatorun elinde olmasıdır. Tabii bu, irdelendikçe dallanıp budaklanacak bambaşka bir hikâyedir. Bizim üzerinde duracağımız asıl şey, devletin yozlaşmasıyla kanun sayısının arttığı savına dayanan ve görece haklılık payı taşıyan bu “oksimoron” denebilecek ifadedir.
Dönemin şahidi, iyi bir siyasi gözlemci
Roma’nın cumhuriyet rejiminden imparatorluk rejimine geçiş döneminde yaşamış olan Tacitus, yazarlığının yanı sıra bir siyasetçi de olarak pek çok kanunun, daha despot bir idareyi yerleştirmeyi amaçlayan imparatorlar tarafından yürürlüğe sokulduğuna şahitlik etmiştir. Bu kanunlar arasında en dikkat çekici olanlar, ifade özgürlüğünü kısıtlayan lex Maiestatisile tüm yetişkin Roma vatandaşlarının evlenip çocuk sahibi olmasını şart koşan lex Papia Poppaea’dır. Tacitus, bu kanun çeşitliliğinin arasında kuralların sayısı arttıkça etkilerinin azalacağının ayırdına varmış olmalıdır. Nitekim Roma’da daha evvel hiç kimsenin elde edemediği yetkilerle donanan imparatorların ellerinde tuttukları bu güç, onları elbette yozlaştıracaktı. Roma’nın ilk imparatorlarına bakılacak olursa Augustus son derece kurnaz bir siyasetçi, Tiberius despot bir lider, Caligula iflah olmaz bir gaddar, Nero ise eserikli bir zalimdi; Iulius-Claudius hanedanından yalnızca Cladius, diğerlerine nazaran makul bir imaj çiziyordu. Değişen imparatorlarla beraber yasalar tekrar tekrar şekillenmiş ve yoz bir devlet ortaya çıkmıştı.
Yozlaşan ya da yozlaştıran yasa
Roma İmparatorluğu dönemindeki bu yasalar trafiğini bir de diğer taraftan da değerlendirmek gerekir. Eğer bir devlet çok sayıda yasaya ihtiyaç duyuyorsa bunun nedeni, o devlette pek çok insanın yanlış olduğuna inandığı şeyleri yapan insanların olmasıdır. Bu sebeple bunun önlenmesi gerekmektedir. Bu ifadeye göre yasalar, bir devlette veya bir eyalette insanların çoğunluğunun durdurmak istediği bir şey meydana geldikten sonra yapılır; devletteki veya eyaletteki herkes iyi olsaydı bu tür yasalara gerek olmazdı. Bu yüzden belki yasalardan önce insanlar yozlaşmıştı ya da fazla yasalar insanları gittikçe yozlaştırmıştı. Hangisi olursa olsun bu durumun birbiriyle bağlantılı olduğu kesindi. Ancak şu da kesin ki Tacitus gibi dönemin entelektüelleri, despot yönetimden bıkmışlardı ve cumhuriyet dönemine özlem duyuyorlardı. Zira işlerin yolunda gitmediği her devlette insanlar, genellikle geçmişe özlem duyarlar.
Tacitus’a benzer bir görüşü, ABD’nin dördüncü başkanı James Madison da savunmuştur. “Hukukun üstünlüğü” fikri ile otoriter devletler tarafından halklarının özgürlüğünü kısıtlamak için kullanılan “yasaların üstünlüğü” arasındaki ayrıma değinmiştir. Madison’nun Federalist Yazılar’ında aktardıkları, şüphesiz Tacitus’tan ne denli etkilendiğini bile gösteriyor olabilir:
“Yasalar okunamayacak kadar hacimli ya da anlaşılamayacak kadar tutarsız olursa; daha yayınlanmadan yürürlükten kaldırılırsa, revize edilirse ya da bugün yasanın ne olduğunu bilen birinin yarın ne olacağını tahmin edemeyeceği kadar sürekli değişikliğe uğrarsa yasaların belirli kişiler tarafından uygulanmasının halka pek bir faydası olmayacaktır.”
Tacitus, daha önce bahsettiğimiz Annales’in üçüncü kitabının yirmi yedinci bölümünde “On İki Levha Kanunları” ile insanları sürgün etmek, nüfus üzerindeki kontrolü sağlamlaştırmak veya “bir sapkın amacı önlemek” için kullanılan daha sonraki yasalar arasında ayrım yapıyordu. Tacitus’un burada ele aldığı temel fikirlerden biri; yasaların adil, bilinebilir, açık, herkese eşit şekilde uygulanabilir ve çelişkisiz olması gerektiğidir. Bu fikre göre eğer bir yasa kendi içinde çelişir veya halk nezdinde tartışmalara yol açarsa o yasa adil bir yasa olmaz ve toplumun lehine değil, aleyhine uygulanır. Bu sebeple yasaların olabildiğince az, etkili ve çelişkisiz olması kamu adına en sağlıklı olandır.
Distopyanın ötesi
Hükümetler sırf bir yasa çıkardı diye insanların buna uyacağına inanırlar. Örneğin, bir asır önce Amerikan hükümeti alkol satışını yasaklayan bir yasa oluşturdu. Böylelikle insanların alkol tüketmeyi bırakacağını varsayıyorlardı. Ancak bunun yerine insanlar alkol kaçakçılığı yapmaya başladı ve şehirlerde alkol kaçakçılığı oranında artış oldu. Suç arttı ve buna paralel olarak insanların hukukun üstünlüğüne olan saygısı azaldı. Sonunda hükümet yumuşadı ve yasayı kaldırdı. Buna benzer örnekler günümüzde pek çok ülkede de görülebilir. Bilhassa Hümeyni sonrası İran ve Taliban sonrası Afganistan gibi İslam coğrafyasında bu durumu açıkça görebiliriz. Bu ülkelerde çıkarılan pek çok yasa, halkı zor duruma iterken yönetimde olan grubu da pek çok şekillerde yozlaştırmıştır. Örneğin Afganistan’da Taliban, kadınların üniversiteye gitmesini yasaklarken yönetici grupların kızlarının yurt dışında üniversite okuduğu ortaya çıkmıştır. Bunun gibi örnekler yönetenlerin yozlaşma seviyesiyle yasaların sayısının doğru orantılı arttığını gösterir.
Tacitus, günümüzden yaklaşık iki bin yıl önce, “Devlet ne kadar yozlaşırsa kanunların sayısı da o kadar artar” sözüyle tarihî bir gerçeği öngörmüştür. Kendisinden yıllar, yüzyıllar, hatta bin yıllar sonra olan olaylar, tarihin sürekli olarak tekerrür ettiğini de bizlere göstermiştir. Roma tarihine baktığımız zaman 2000’li yıllarda yaşayan bizlere tanıdık gelen pek çok şey bulabiliriz: Despot liderler, yozlaşma, sansür, gericilik, yolsuzluk ve bütün bunları yapmak için oluşturulan yasalar... Bütün bunlar, aslında tarih boyunca şahit olunan şeyler ve bunların oluşmasını sağlayanlardan biri de uygulanan yasalar. Bir tarihçi ve siyasetçi olan Tacitus’u bu sözü yüzünden bir müneccim olarak değil, gerçekleri gören rasyonel bir adam olarak değerlendirmek lazım.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.