13 May 2024

Sürekli barış mümkün değil mi?

Yunan ve Roma antikçağından Ortaçağ’a kadar “hükümdara öğütler” adıyla pek çok risale ve kitaba rastlarız. Bu sorulara yanıt arayan kitaplara kütüphanenizde yer açmak için hala geç kalmış sayılmazsınız.

20. yüzyılda uluslararası ilişkiler disiplininde kendine önemli bir yer edinmiş olan realist teoriye göre, uluslararası sistem devletler arasındaki çatışmaya dayanır. Diğer bir ifadeyle devletlerin davranış ve etkileşimlerini düzenleyecek herhangi bir aktör bulunmaz. Devletler, egemenliklerini korumak için diğerleriyle çatışmak durumundadır. Bu bağlamda ortaya çıkan 1. Dünya Savaşı, ardından 1930’larda kendini gösteren politik, ekonomik krizler ve ardından, diktatörlerin dünyada önemli devletlerde idareye gelmeleri ve bunun neticesi olarak yaşanan İkinci Dünya Savaşı, idealistlerin yanılmış olabileceklerini göstermişti.

İdealistlere göre insan doğuştan iyidir. Bireyler akılcıdır ve kendi koydukları kanunlara uyarlar. İnsanlar da iradeleri ve akıllarını kullanarak kurdukları siyasi oluşumda hak ve özgürlükleri temele koyarlar. Ahlak sahibi insan kurduğu devletin de ahlak sahibi olmasını sağlayabilir ve böylece sürekli barış sağlanabilirdi. İdealistlerin bir diğer özelliği de sadece devleti değil, sivil toplum örgütleri, uluslararası kurumlar ve şirketleri de siyasetin aktörleri arasında görmekteydi. Ancak 2. Dünya Savaşı sonunda Milletler Cemiyeti’nin de yetersiz kalması ve çıkan krizlere bir çözüm bulamaması, özellikle bazı ülkelerde çıkan vatandaşlık krizleri, ahlakın siyasette yeri olmadığına dair kanaatlerin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu tarihten itibaren hâkim olmaya başlayan realizme göre insan doğası gereği ne mükemmel ne de mükemmelleştirilebilirdi.

Bu dönemde yaşananlar devletlerin önemli siyasi aktörler olduğunu gösterdi ve güç, uluslar arasındaki ilişkilerin ve devlet yönetiminin tek amacı ve tek aracı olarak görülmeye başlandı. Güç politikaları kaçınılmaz olarak siyasetin esası kabul edildi ve devletler arasındaki ve devletlerin yönetimini açıklamak için realizm geçerli bir ideoloji olarak bugüne kadar geldi.

Aslında realizm yeni bir ideoloji değildi. Kökenleri antik Yunan’a hatta Sun Tzu’ya kadar götürülebilecek olan bu ideolojinin kurucuları olarak Thucydides, Machiavelli ve Thomas Hobbes gibi düşünürlerin adları zikredilir. Sun Tzu’ya göre ahlaki değerler, 2000 yıl öncesindeki silahlı ve tehlikeli komşularla çevrili devletlerin yönetimi için kullanışlı değildi.

“Ahlaki etkileşim olarak, insanların liderleriyle uyum içinde olabilecekleri (aynı düşünceleri paylaşabilecekleri) bir hissi ifade ediyorum; böylece, ölene kadar hayattayken ölüm korkusu olmadan onun yanında yer alacak.” 

Onun ahlaki değerlerden anladığı halkın liderine gösterdiği saygı ve tabiiyetti. Öte yanda yöneticiler de devletlerinin hayatta kalmalarını garantilemek ve çıkarlarını korumak istiyorlarsa güç kullanmalılardı. Güç kullanımı konusunda öne çıkan bir diğer önemli isim de 15. yüzyılın sonu ve 16. yüzyılın başında yaşayan İtalyan asıllı siyaset teorisyeni Nicolo Machiavelli’dir. Hiç şüphesiz bir realist olan Machiavelli, idealist yönleri olan biriydi. Onun kitapları arasında yaygın olarak okunan ve bilinen Prens adlı eserinde, Machiavelli İtalyan birliğini sağlamak ve Roma’da bulunduğunu düşündüğü cumhuriyet rejimini canlandırmak arzusundaydı. En çarpıcı söylemi ise iki türlü ahlaktan bahseder; siyasi ahlak ve özel ahlak. Machiavelli’ye göre özel ahlakın men ettiği bazı şeyleri (şiddete başvurma, yalancılık, sözleşmeden dönme) siyasi ahlak müsaade edebilir; yeter ki büyük amaca hizmet etsin. Hatta ona göre siyasi ahlak bu tarz davranışları gerekli de görebilirdi.

Basiret amaca götürür mü?

Siyaset felsefesini, Antik dönemin teleolojik bağlamından ve Orta Çağ düşüncesinin akıl-üstü yapısından bağımsızlaştıran Machiavelli’nin ünlü eseri Prens/Hükümdar’da hayat bulan yönetici özelliği; virtu yani basirettir. Basiret bir liderin sahip olması gereken yegâne karakter olarak kendini gösterir.

Modern dünyamıza damgasını vuran “realist/gerçekçi” siyaset felsefesinin doğduğu bu eserde kişinin basiret sahibi olması demek onda bilgelik, cesaret, özdenetim, dürüstlük, cömertlik, kurnazlık gibi yeteneklerin olması demektir. Ancak bu şekilde düzenin temini sağlanabilir ve talihin yönü siyasi zafere (istenilen amaca) doğru yönlendirilebilir. Aynı şeyleri bir hane için de söyleyebiliriz. Yani aile reisi için o ailenin hem içindeki bireyler hem de onların etkileşimde olduğu şeyler kadar evin korunması da öncelikli bir konudur. Ve ancak basiret sahibi bir erkek, tam da bir erkeğin sahip olması gereken özellik ile bu görevini hakkıyla yerine getirebilir.

Basiret, bir yönetici için yegâne özellik midir? Bir devletin doğru bir şekilde yönetilmesi için yeterli mi? Bir devletin idaresi ve başarı için gerekli olan özellikler nelerdir? En iyi siyasal örgütlenme biçimi nedir? Devletin varlığı bir zorunluluk mudur? Siyasal otoriteye itaat nasıl meşrulaştırılabilir? Adalet nedir, nasıl gerçekleştirilebilir? Sosyal adalet diye bir şey var mıdır? Özgürlük nedir? Bireysel özgürlüklerin sınırları nelerdir? Yunan ve Roma antikçağından Ortaçağ’a kadar “hükümdara öğütler” adıyla pek çok risale ve kitaba rastlarız. Bu sorulara yanıt arayan kitaplara kütüphanenizde yer açmak için hala geç kalmış sayılmazsınız.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...