19 June 2025

Sınavların arasında sıkışan gençlik: Türkiye ve dünyada üniversiteye geçiş serüveni

Türkiye ve dünyada üniversiteye giriş kapıları nasıl aralanıyor? Sınav sistemlerinin tarihsel dönüşümü, gençlerin omuzlarındaki devasa stres yükü ve bu fırtınada ayakta kalmanın yolları... Bu zorlu serüvene gelin birlikte çıkalım.

Üniversite kapısı, genç bir bireyin hayatındaki en sembolik eşiklerden biridir. Üniversite kampüslerine açılan bu kapı; bir diploma vaadinden öte entelektüel bir uyanış, sosyal bir dönüşüm ve bireysel bir kimlik inşasının cesaretini de sunar bir bakıma. Bireyin kendini, isteklerini, gelecek hayallerini ve hedeflerini şekillendirmeye yönelik attığı ilk adımlar bu kapıdan içeri girmesiyle başlar. Ama tek yöntem değildir bu adımların atılması için. Üniversite bir merhale, bir eşik, bir vasıtadan başka bir görev üstlenmez aslında. Fakat bir alanda uzmanlaşmanın metodolojik seyrini öğretir insana; ilkokuldan, ortaokuldan ve liseden farklı olarak… Birey de artık farklıdır; çocukluğun, ergenliğin ardından yetişkinliğin başında hayatına yön verme evresindedir. Dolayısıyla atılacak her adım kendisi için önem arz eder. O kapıdan nasıl girdiği, neler öğrendiği, ne amaçladığı yolculuğunun içerisinde görebileceği şeylerdir. Tek yol değildir ama toplum tarafından tek yol olarak gençlere sunulur, bu şartlanmışlık ise ardında henüz yetişkinliğe yeni adım atmış gençlerin kafa karışıklığını ve stresini bırakır. Peki, o kapıdan nasıl içeri girilir?

Üniversiteye açılan kapının anahtarı ülkeden ülkeye değişen, bazen sancılı, bazense daha bütüncül süreçlerden geçerek elde edilir. İşte Türkiye'nin ve dünyanın bu serüvendeki farklı yolları, sınavların tarihsel serencamı ve bu serencamın başrol oyuncusu olan gençlerin omuzlarındaki yük…

Dünyada üniversiteye açılan farklı kapılar: Bir perspektif karşılaştırması

Her ülkenin üniversiteye kabul sistemi, kendi eğitim felsefesini ve toplumsal değerlerini yansıtan bir aynadır. Tek bir doğru model olmamakla birlikte çeşitli yaklaşımlarla zenginleştirilmiş modeller de vardır. Bunlardan birkaçına bakalım:

  • Bütüncül değerlendirme modeli (ABD ve Kanada): Bu model, öğrenciyi sadece bir sınav puanından ibaret görmez. Evet, SAT veya ACT gibi standart testler önemlidir ancak bunlar yapbozun sadece birer parçalarıdır. Öğrencinin lise boyunca aldığı dersler, not ortalaması (GPA), yazdığı niyet mektupları (essay), katıldığı sosyal ve sanatsal faaliyetler, spor başarıları, gönüllülük çalışmaları ve öğretmenlerinden aldığı referans mektupları gibi çok sayıda faktör bir arada değerlendirilir. Amaç; sadece akademik olarak parlak değil, aynı zamanda karakterli, çok yönlü ve üniversite kampüsüne değer katacak bireyleri seçmektir. Bu sistem, öğrenciye kendini farklı alanlarda ifade etme şansı tanır ancak süreç boyunca sürekli bir performans baskısı yaratabilir.
  • Lise bitirme sınavı odaklı model (Almanya, Fransa): Bu ülkelerde üniversiteye geçiş, büyük ölçüde lise bitirme sınavlarındaki başarıya endekslidir. Almanya’daki Abitur veya Fransa’daki Baccalauréat hem bir lise mezuniyet diploması hem de üniversiteye giriş biletidir. Belirli bir puanı alan öğrenci, istediği (veya puanının yettiği) bölümde okuma hakkı kazanır. Ek bir merkezî üniversite sınavı genellikle yoktur. Bu sistem, lise eğitimini merkeze alır ve sonuca değil, sürece yayılan bir başarıyı ödüllendirir.
  • Yüksek rekabetli merkezî sınav modeli (Güney Kore, Çin, Türkiye): Bu modelin kalbinde, sonucu tek bir güne veya birkaç oturuma sığdıran, yüksek rekabetli ve belirleyici bir ulusal sınav yer alır. Güney Kore’nin Suneung veya Çin'in Gaokao sınavları, milyonlarca öğrencinin kaderini belirleyen, ülkenin âdeta durduğu devasa olaylardır. Türkiye’nin Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS) da bu kategoriye girer. Bu sistemin temel mantığı, standart ve “objektif” bir ölçütle en başarılı öğrencileri sıralayarak üniversitelere yerleştirmektir. Ancak bu yaklaşım, eğitimi sınav odaklı bir ezber yarışına dönüştürme ve öğrenciler üzerinde muazzam bir psikolojik baskı kurma riski taşır.

Türkiye’nin üniversite maratonu: Dünden bugüne sınavların evrimi

Türkiye’nin merkezî sınav sistemi, “fırsat eşitliği” ve “objektif değerlendirme” idealleri üzerine kurulmuş olsa da tarihi boyunca sürekli bir değişim ve dönüşüm geçirmiştir. Bu evrim, ülkenin eğitim politikalarındaki arayışın da bir yansımasıdır.

  • Başlangıç yılları ve tek basamaklı sistem / ÖSS: 1970’lerde başlayan ve uzun yıllar devam eden sistem, Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) adıyla tek bir sınava dayanıyordu. Sınav, cumartesi sabahı ve öğleden sonra olmak üzere iki oturumda yapılır, öğrencilerin hem temel yetenekleri hem de alan bilgileri ölçülürdü. Bu sistemin basitliği avantaj gibi görünse de tüm geleceği birkaç saate sığdırması en büyük eleştiri konusuydu.
  • Çift basamaklı dönem / ÖSS ve ÖYS: 1980’lerde yapılan bir reformla sistem iki aşamaya bölündü: Nisan ayında yapılan ilk basamak Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) ve haziran ayında yapılan ikinci basamak Öğrenci Yerleştirme Sınavı (ÖYS). İlk sınav bir baraj niteliğindeydi ve bunu geçenler, kendi alanlarına yönelik (fen, sosyal, Türkçe, matematik vb.) daha detaylı bilgi ölçen ÖYS’ye girerdi. Bu sistem, bilgiyi daha derinlemesine ölçmeyi hedefliyordu.
  • Yakın geçmişin labirentleri / YGS ve LYS: 2010 yılında sistem bir kez daha değişti ve Yükseköğretime Geçiş Sınavı (YGS) ile Lisans Yerleştirme Sınavları (LYS) dönemi başladı. YGS, yine bir baraj sınavı olup temel yeterlilikleri (Türkçe, sosyal, matematik, fen) ölçüyordu. Mart ayında yapılan bu sınavda başarılı olanlar, haziran ayında kendi alanlarında 5 farklı oturumda (matematik, fen bilimleri, edebiyat, coğrafya, sosyal bilimler, yabancı dil) düzenlenen LYS oturumlarına girme hakkı kazanıyordu. Bu sistem, ölçme ve değerlendirmenin daha spesifik ve adil olmasını amaçlasa da sınav sayısının çokluğu ve uzun maraton nedeniyle öğrenciler için yorucu bulunuyordu.
  • Günümüz sistemi / YKS: 2018’den beri uygulanan Yükseköğretim Kurumları Sınavı (YKS), süreci sadeleştirme iddiasıyla gelmişti. Bu sınav üç oturumdan oluşuyor:
  1. Temel Yeterlilik Testi (TYT): Katılımcı olan herkesin girmek zorunda olduğu, mantıksal akıl yürütme, okuduğunu anlama ve temel matematik becerilerini ölçen ilk oturum. TYT puanı hem ön lisans programlarına yerleşmek hem de AYT puanının hesaplanması için bir temel oluşturuyor (TYT puanı x 0.40).
  2. Alan Yeterlilik Testleri (AYT): Lisans programlarına yerleşmek isteyenlerin girdiği, lise müfredatındaki alan bilgilerini (Türk dili ve edebiyatı, sosyal bilimler-1, sosyal bilimler-2, matematik, fen bilimleri) ölçen ikinci oturum.
  3. Yabancı Dil Testi (YDT): Dil puanıyla öğrenci alan bölümlere girmek isteyenler için üçüncü oturum.

Bu sistem; sınav sürecini tek bir hafta sonuna sığdırarak LYS döneminin dağınıklığını toplamayı hedeflerken, TYT’nin %40’lık etkisiyle temel becerilerin önemini korumayı amaçlıyor. Ancak temel eleştiri hâlâ aynı: Gelecek, büyük ölçüde tek bir sınavın sonucuna bağlı mı olmalı?

Sınavın ağırlığı: Bir stres röntgeni

Türkiye’de üniversite sınavı, basit bir bilgi ölçme aracı olmanın çok ötesinde, bir “hayat memat meselesi” olarak kodlanmış toplumsal bir ritüeldir. Bu durum, öğrenciler üzerinde devasa bir stres yükü oluşturuyor tabii. Sınavın, iyi bir gelecek için tek ve alternatifsiz yol olduğu düşüncesi, yani “ya hep ya hiç" algısı; ailelerin kendi hayallerini veya kaygılarını çocuklarına yansıtarak baskı kurmaları, çevrenin bu konuda eleştirel yaklaşması; akranlar arasında sürekli bir kıyaslanma ve sıralama hâli; “Ya kazanamazsam?” sorusunun yarattığı gelecek korkusu, zaman anksiyetesi; uzun saatler süren ders çalışma temposu, sosyal hayattan kopma ve hatta fiziksel sağlığın ihmal edilmesinden kaynaklanan yıpranma… Henüz 17-18 yaşındaki gençlerin yaşam enerjilerinin içine sızıyor… Belki de hakikaten hayata hazırlıyor bu stres; üniversitenin eğitici ve deneyimsel katkısının yanı sıra; gelecek kaygılarının tek reçetesinin olmadığını anladıklarında farklı yüklerin omuzlarını kaşıyacağı muhakkak. Fakat öncelikle bu cendereden çıkmak gerekiyor, her şey adım adım…

Bu fırtınada gemiyi batırmadan yol almak da mümkün. Önce neler yapılabilir, bu fırtınadan nasıl çıkılabilir? Gelin dümeni ele alma stratejilerine beraber bakalım:

İlk başta perspektifi değiştirmek gerekiyor. Sınavın bir “sonuç” değil, hedeflere giden yolda bir “araç” olduğunu kabul etmek lazım. Hayattaki başarının tek anahtarının bu sınav olmadığını; farklı yolların, mesleklerin ve başarı tanımlarının da olduğunu görmek...

Ardından gerçekçi ve bölünmüş hedefler koyulmalı. “Türkiye birincisi olmalıyım” ya da “İlk binde yer almalıyım” gibi büyük bir hedef yerine, “Bu hafta matematik konularını bitireceğim” gibi yönetilebilir hedefler koymak daha sağlıklı bir şekilde süreci yönetmeyi sağlayabilir. Nitekim sürece odaklanmak, sonucu daha ulaşılabilir kılacaktır.

Ayrıca amaca uygun olarak planlı ve dengeli çalışma sistemi geliştirilmeli. Bir çalışma programı oluşturmak, son dakika paniğini engelleyecektir. Ancak bu programda dinlenmeye, hobilere ve arkadaşlarla vakit geçirmeye de mutlaka yer ayırmak gerekir. Unutmayın, beyin dinlenirken de öğrenir.

Beden ve zihin sağlığına yatırım yapmak ihmal edilmemeli. Düzenli uyku, sağlıklı beslenme ve egzersiz, stres yönetiminin temel taşlarıdır. Günde 20-30 dakika yürüyüş yapmak bile zihinsel berraklığı artırır. Nefes egzersizleri ve mindfulness (farkındalık) teknikleri, anlık kaygı krizlerini yönetmede çok etkilidir.

Bireylerin kendilerini güvende hissettikleri bir destek sistemi oluşturmaları da çok önemli. Duyguları bastırmak yerine onları aileyle, güvenilen bir öğretmenle veya arkadaşlarla paylaşmak stres yükünü hafifletir. Gerekirse bir rehber öğretmen veya psikologdan profesyonel destek almaktan çekinmemek gerekir.

Peki ya bu sınavdan “başarı” elde edemezsek? Kesinlikle bu bir son değil, hayatın bizim için en güzel yanlarını keşfetmeye fırsat bulmak neden bir son gibi düşünülsün ki? Muhtemel planlarımızın olması, geleceğimizi düşünmemizde de analitik davranmamızı sağlayacak ve belirsizlik kaygımızı azaltacaktır; bu yüzden bir “B planı” oluşturmak (mezuna kalmak, yurt dışında okumak, yetenekle girilen bir bölüm düşünmek) bu belirsizliğe yön vermeyi ve kontrol hissini arttırmayı sağlayabilir.

Sonuç olarak, evet farklı birçok sistem mevcut üniversitenin kapısından girmek için. Ülkeden ülkeye değişen, tarihsel süreçte dönüşen birçok ritüel…Fakat sistem ne olursa olsun “başarı” sınavlarda veya “üniversitelerde” saklı değil. Bu bireysel bir yol.

Sevgili gençler; başarı hedeflediğiniz, hayal ettiğiniz istikamette sadece sizin belirlediğiniz bir şey… Unutmamalısınız ki gerçek başarı; bir sıralama listesine girmekten ziyade, bu zorlu süreçten zihinsel ve ruhsal olarak sağlıklı çıkarak kendi potansiyelinizi keşfetme cesaretini göstermenizde yatar. 21-22 Haziran’da sizi bekleyen, geleceğinizin bütünü değil; adım atmanızda sizi cesaretlendirecek sadece bir araç… Hepinize iyi bir sınav süreci diliyoruz.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...