
Semerkant Zirvesi: AB-Orta Asya arasında stratejik birlik
Avrupa Birliği ve Orta Asya iş birliğinin önemli bir adımı olan Semerkant Zirvesi, geçtiğimiz günlerde Özbekistan’da gerçekleşti. Peki bu zirve, Orta Asya’daki Türk devletlerini nasıl etkileyecek? Stratejik ortaklık siyasi, ekonomik ve güvenlik alanlarında nasıl bir birliktelik sağlayacak?
Dünya adım adım, daha krizli, daha az oydaşmacı ve daha az yapıcı diplomasiyi kullanır hâle gelirken; tıpkı 19. ve 20. yüzyıl yıkıcı nasyonalizmine benzer surette karşı tarafa empatinin asgari seviyeye indiği ve sert rekabetçiliğin yaşandığı günlerdeyiz. Savaş dönemleri öncesine benzer surette bugün de reelpolitik ince hesapların, kıyasıya farklılaşan bir dünya düzenini beraberinde getirdiğini, var olan diplomasi kanallarını da öz manasından uzaklaştırarak kimi zaman salt askerî politikalara alet ettiğini görüyoruz.
Bu esnada demokratik fikriyat ve “insan”a dayalı felsefe şüphesiz hem iç hem dış siyasette dünya genelinde alt sıralara taşınırken, aralarında kendini bu değerlerin bayraktarı gören ülkeler ve kurdukları örgütler de artık sadece soyut değil, somut manada da güçlerini artırma telaşındalar. Bu bağlamda, Trump sonrası “tek taraflılığını” artık hiç de gizleme gereği görmeyen Amerika, kan gölü içindeki Orta Doğu, başta Ukrayna’da olmak üzere askerî gücünü hep masada tutan Rusya ve gerek siyasi gerek iktisadi alanlarda tetikte bekleyen Çin ve Hindistan gibi kapasitesi yüksek ülkelere karşı, Avrupa Birliği (AB) liderlerinden de bilhassa bu dönemde yeni hamleler beklenmesi oldukça normal görülmelidir.
Bu çerçevede, 3-4 Nisan 2025 tarihinde Özbekistan’ın Semerkant şehrinde gerçekleşen ve uzun bir dönemden sonra ilk defa bu denli üst düzey katılımla icra edilen “AB-Orta Asya Zirvesi”ne kısaca odaklanarak, bölgedeki iş birliği perspektifini, dünyada gittikçe yükselen tek taraflılığa karşı panzehir olarak görülmesi gereken çok taraflı girişimlere dair görüş ve değerlendirmelerle birlikte, kısaca irdelemeye çalışacağız.
Kadim bir şehirde geç kalan bir birliktelik
Özbekistan’ın önemli şehirlerinden Semerkant, sadece bu ülke için değil, tüm Türk dünyası ve uygarlık tarihinde önemli manalar içermektedir. Ünlü seyyah İbn-i Battuta’ya (1304-1369) göre o dönem için “dünyanın en güzel ve en büyük şehirlerinden biri” olarak tarif edilen şehir; 3.000 yıla yakın bilinen tarihi, İpek Yolu üzerindeki konumu, Büyük İskender’den Uluğ Bey’e kadar önemli şahsiyetleriyle hâlen medeniyet araştırmaları için kadim bir coğrafyadır.
Son yıllarda bilhassa Türk Devletleri Teşkilatı, TÜRKSOY gibi kurumların proje ve toplantıları için de en önemli alanlardan birini teşkil eden Semerkant, Avrupa Birliği üst düzey temsilcilerini geçtiğimiz günlerde ağırlayarak tarihteki medeniyetler kesişiminde kavşak noktası olma özelliğini hâlen koruduğunu gösterdi. Tam da ABD Başkanı Donald Trump'ın Çin’den Avrupa’ya dünyada yankı uyandıran gümrük vergisi açıklamalarının ardından gelen küresel tartışmalar devam ederken; gerçekleşen bu zirvede AB ve Orta Asya, Soğuk Savaş sonrası diplomatik ilişkilerinin 30. yılını kutladılar, “yeni bir stratejik ortaklık” ihdas ettiklerini de deklere ettiler. Avrupa Konseyi Başkanı António Costa ve AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’le beraber Özbekistan Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev, Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sadır Caparov, Tacikistan Cumhurbaşkanı İmamali Rahman ve Türkmenistan Cumhurbaşkanı Serdar Berdimuhamedov zirvede hazır bulunarak faaliyete verdikleri önemi göstermişlerdi.
Esasen Avrupa Birliği, kurumsallaşma ve derinleşme sürecinde Kafkasya, Orta Asya ve Akdeniz gibi kendisi için strateji belirlediği alanlarda “komşuluk politikası” gibi geniş kavramlarla belirli atılımlara daha 90’lı yıllarda girişmişti. 1991-1999 yılları arasında Orta Asya ülkelerinin bağımsızlığı hızla tanınırken, “ortaklık ve iş birliği anlaşmaları” bir bir imzalandı. 2000’li yıllar da hızlı başladı ve kalkınma yardımlarından ulaşım ve enerji ortaklıklarına (TRACECA ve INOGATE) ve “demokrasi eğitim, güvenlik” gibi konuları önceleyen projelere kadar iş birliği başlıkları ardı ardına geldi.
Ancak şüphesiz bu gelişmeler, hem dünya siyasetinde 11 Eylül saldırıları sonrası değişen güvenlik konseptleri hem Rusya Federasyonu ve Putin iktidarının “Yakın Çevre” siyasetinde yarattığı etkiyle Gürcistan ve Ukrayna’dan Orta Asya’ya uzanan askerî mevcudiyeti hem de ABD ve transatlantik ilişkilerin gölgesiyle sekteye uğradı. Tabiatıyla Avrupa içindeki iç ve dış siyaseti karıştırıcı kriz ve gerilimler de iş birliğinde derinleşmenin gecikmesi sonucunu doğurdu. Bu açıdan bakıldığında, Özbekistan'ın Semerkant kentinde ahiren düzenlenen zirvenin sonunda Orta Asya ülkeleriyle “yeni bir stratejik ortaklık” kurulduğunun açıklanması, kimileri için yeni bir dönemin başlangıcını bu yönüyle işaret edip heyecan yarattı.
Zira Von der Leyen basınla paylaştığı açıklamasında bu yeni ortaklığın enerji, turizm, ticaret ve ulaşım gibi çok boyutlu sektörlerde yeni fırsatlara yol açacağına inandığını belirtti; bölge için 12 milyar avroluk kayda değer bir yatırım paketini açıkladı (ulaştırma için 3 milyar avro; kritik ham maddeler için 2,5 milyar avro; su, enerji ve iklim projeleri için 6,5 milyar). Bölge ülkeleri için oldukça önemli bir miktara tekabül eden bu yatırım kararına ilişkin, zirveye ev sahipliği yapan başat ülke konumundaki Özbekistan’ın Cumhurbaşkanı Şevket Mirziyoyev de “bölge için tarihî bir fırsat” şeklinde nitelendirmede bulunmuş; ayrıca AB’nin geniş Avrasya özelinde başta Ukrayna gibi krizli alanlarda barışçıl yöntemlerle ilerlettiği diplomatik tutumu da olumlu bir unsur olarak sözlerine eklemişti.
Kısır alanlarda sıkışma riski: “Güney Kıbrıs” ve tek taraflı AB politikaları
Şüphesiz siyasi ve insani açıdan yeni ve demokratik iş birliklerini doğuracak AB-Orta Asya ortaklığı, tartışmalı alanlar ön plana çıkarılır ve bölgedeki diğer bazı önemli oyuncuların desteği bu surette kaybedilirse, pek çok farklı geçmiş çabada olduğu gibi yine “ölü doğma” sorunsalıyla karşı karşıya kalabilecektir. Nitekim yakın geçmişte, tek taraflı bir kararla âdeta “apar topar” AB’ye dâhil olan Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin geçirdiği bu tartışmalı siyasi süreç, hâlâ akıllardayken ve bu gibi kararların, kısa dönemde olmasa da uzun dönemde, AB’ye verdiği stratejik zarar ortadayken; bahse konu Semerkant Zirvesi’nden hemen sonra Orta Asya ülkelerinden bazılarının, son günlerde basın ajanslarına sıkça yansıdığı üzere, “Güney Kıbrıs’a büyükelçi atadıkları” yönünde haberler de bu kapsamda anılan iş birliği çabalarına gölge düşürebilecek surettedir.
Zira Doğu Akdeniz’de stratejik bir alanda tanıdığı ticari bir durak, askerî/beşerî bir üs vb. çıkar ve imkânlara ilave olarak, Kıbrıs meselesi özelinde Avrupalı liderlerin temel fikriyatlarında esasen hâlen belirli bir Şarkiyatçılık/Oryantalizm alt yapısıyla “tarihî ve kültürel varoluş tartışmaları” etkin rol oynamaktadır. Bu manada ihtilaflı stratejik meselelerde dahi Yunanistan gibi kendileri için daha “önemli” ve “kadim” görülen oyunculara öncelik veriliyor demek de abartı olmayacaktır. Ancak bu tarz kültür temelli siyaset yapımının, dikkatli hareket edilmemesi hâlinde eninde sonunda, Türkiye gibi benzeri kadim ve kritik coğrafyalarda etkinliklerini bilhassa bu dönem daha da artıran diğer oyuncularla sorunlar yaratabileceği ve bu çekişmeli durumdan ABD veya Rusya gibi fiziki kapasitesi yüksek aktörlerin daha fazla kazanç sağlamasının oldukça mümkün görülebileceği her daim akıllarda tutulmalıdır. Diğer bir deyişle; AB için tek taraflı surette Kuzey ve Güney Kıbrıs, yani Türk ve Rum halkları arasındaki diyalogu asgari seviyeye indirmek değil; bunu en azami seviyeye çıkarmak ve bu amaçla daha yapıcı hamleleri devreye sokmak son dönemki stratejik açılımlarla uygun olacaktır.
Sonuç: “Gerçek” manada çok taraflı ve stratejik bir AB için
Şüphesiz 2. Dünya Savaşı yıkıcılığından sonra Avrupa’yı ve dünyayı daha “insani” ve “liberal” kılan değerlerin başında yer alan “ticari ortaklıklar” ve uluslararası ilişkiler teorilerine de uyumlu şekilde “liberal kurumsalcı” fikriyat, AB için hâlen salt askerî ve yıkıcı militer anlayışın üzerinde konumlandırılmaktadır. Bu nedenle yeni dönemde, bu tür “sert güç” taraftarı ülkelerin karşısında AB’nin daha fazla “yumuşak güç” ve diplomatik oydaşma arayanların tercih edebileceği bir seçenek olarak kalmaya devam edeceği ifade edilebilir. Nitekim Batı'nın en aşırı tonlarından birinin (Trump), Batı'nın diğer bir kanadı olan daha liberal ve çok taraflı görünen kesimlerini (AB ve çevresindekiler) Doğu dünyasına, Orta Asya, Türkistan ve Çin gibi alanlara bu surette daha da yakınlaştırdığı dönemlerdeyiz.
Esasen ABD politikaları ve himayesi altında geçirilen yılların, özellikle Trump dönemi söylemlerin sertleştiği ve yıkıcılaştığı bu günlerde, AB için bağımsız politika geliştirmede yetersizlik yarattığı da kanıtlanmıştır. Bu manada AB, öncelikle yukarıda zikrettiğimiz tek taraflı kısır alanların etkinliğini azaltması, Orta Asya/Türkistan gibi bölgelerde yarattığı yeni stratejik ruha Çin gibi ticaret ve oydaşmadan hâlen kazanç sağlamayı bekleyen diğer dev oyuncuları uygun surette ilave etmesi, ayrıca Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatları gibi son dönem etkinlik yelpazesini genişleten aktörleri de anılan iş birliği çabalarında göz ardı etmemesi hâlinde, dünyada olumsuz sonuçlarını iyiden iyiye görmeye başladığımız tek taraflı siyasete, çok taraflı ve yapıcı diplomasi penceresinden tekrar bakabilmemize imkân sağlayabilecektir.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.