“Rus manevracılığı” gölgesinde Suriye’deki gelişmeleri anlamak
Suriye'de Baas rejiminin çökmesi hâlâ gündemde. Bir gecede değişen rejim bize ne anlatıyor? Rusya’nın son dönemde Suriye mevzusunda “pasif” görüntüsü neye delalet? Esed’in Moskova’daki varlığına bakış nasıl? Rusya ile HTŞ arasında diyalog kurulacak mı? Türkiye bölgede neden kilit bir rol üstleniyor?
Son 2 haftadır Suriye’de vuku bulmaya devam eden baş döndürücü gelişmeler; kimi kesimleri 60 yılı aşan baskıcı Baas rejiminin çöküşüyle sevindirirken, bazı kesimleri de 1 yılı aşkın süredir başta Filistin ve Lübnan’da tekrar alevlenen ve on binlerce sivilin hayatını kaybetmesine neden olan yıkıcı gelişmelerle beraber düşünüldüğünde oldukça ihtiyatlı ve temkinli olmaya zorluyor. Nitekim İsrail ve baş destekçileri konumundaki ABD, İngiltere ve Almanya gibi Batılı ülkelerin Filistin’de, dünya çapında sahip oldukları istihbarî yetenekleri kullanmaktan aciz görünüp, bunun yerine en modern askerî silahlarıyla sivilleri hedef tahtasına koydukları ve 45 bine yaklaşan masum cana mal olan sözde “terörist avı” daha tam olarak sona ermemişken; diğer bir medeniyetler beşiği Suriye’de âdeta bir gecede gerçekleşen rejim değişimi, en azından siyaset bilimi, uluslararası ilişkiler ve bölge çalışmaları uzmanları için pek çok soru işaretini beraberinde getiriyor.
Anılan soru işaretlerinden en önemlilerinden biri de son yılların bölgesel ve küresel boyuttaki en kayda değer aktörlerinden Vladimir Putin’in yönetimi altındaki Rusya Federasyonu’yla ilgilidir. Soğuk Savaş döneminin ilk yıllarından bu yana süren sıkı Sovyet/Rus-Suriye ittifakının ilk defa bu kadar “verimsiz” neticelenmesinde pek çok ülkeden siyasinin ve uzmanın üzerinde birleştiği ana nokta, 2014 yılından beri devam eden ve 2022 yılından bu yana gittikçe kanlı ve şiddetli çarpışmalara sahne olan Ukrayna-Rusya ilişkilerinin, Putin Rusya’sını “yorduğu” yönündedir.
Ancak Esed yönetiminin düşmesinden sonra Putin’in basına verdiği son demeçlerde ayrı bir “özgüven” ve “ne yaptığını bilir” konumda sözler sarf ettiği de dikkatlerden kaçmamıştır. Bu çerçevede Suriye’de gelinen nokta, Rusya için ağır bir yenilgi midir? Yoksa tarihte çokça görülen Rus manevra yeteneklerinden bir diğerinin doğal sonucu mudur? Şimdi bu soruların cevapları üzerine güncel diğer gelişmeleri de hesaba katarak odaklanalım.
Manevracı Rus diplomasisi ve Suriye
Tarihte Rusya pek çok defa sahip olduğu geniş topraklar ve imkânlara ilave olarak, hatta bu imkânlara çok da güvenmeyerek, içinde bulunduğu risklere karşı alternatif çözümler geliştirmeyi, tabiri caizse “kıvrak bir manevracılık” göstermeyi bilmiş; bu surette tarih sahnesinde yaklaşık 500 yıldır, kimi zaman düşüş ve çöküş anlarıyla toplumsal buhran dönemlerine girse de genel olarak yükseliş grafiğine devam etmişti.
Bu esnada her ne kadar 18. yüzyıldan 20. yüzyıl başına kadar Batı medeniyetinin yönetim tarzını büyük oranda taklit etse de sosyal ve iktisadi manalarda Batılı toplumların ulaştığı genel refah düzeyine ulaşma emelini birincil amaç görmedi Rusya. Müttefik gördüğü ülkelerde de bu türden bir refah ve bir nevi bunun getirisi olan liberal koşullar yerine, daha stratejik ve kıvrak bir siyaset yapım tarzını üstte tuttuğunu her vesileyle dile getirdi. Sovyet Rusya yıllarında, bilhassa 20. yüzyıl Soğuk Savaş ortamında adını net şekilde koyduğu ABD ve Batı menşeli tüm hedeflere karşı tek vücut olma prensibiyle de diplomasi alanında kıvraklığını her geçen gün pekiştirmiş, sadece Esed ailesi yönetimi altındaki Suriye gibi rejimleri değil; pek çok Batı mağduru, muhalifi veya eski Batı sömürgesi ülkeyi de yanına çekmeyi bilmişti.
Bu bağlamda sorulması gereken, örneğin 19. yüzyıl başındaki Napolyon Seferleri ve bir yüzyıl sonrasındaki Nazi Saldırıları (1941-1945) esnasında sergiledikleri taktiksel geri çekilmeyi ve güç toplamayı gerek politik gerek askerî ve sosyal manalarda bir maharet hâline getiren Rus devlet aklının, bugün Orta Doğu’da tekrar aynı yola başvurmuş olup olmadığıdır. Bu soru akıllarda istemeksek de yer ediyor. Zira bu defa, yine zor bir döneme giren Rusya’da, Ukrayna-Batı dünyası arası gittikçe pekişen ittifak, Türkistan ve Orta Asya coğrafyalarında millî benlik ve kültürlerini her geçen gün daha üst planda tutan halklar ile Azerbaycan-Ermenistan çatışmalı alanlarında ve Gürcistan iç siyasetinde Rus klasik bakış açısına tezat gelişmelere şahit olunurken, Putin yönetimi çok önem verdiği “Yakın Çevre” siyasetinde kayda değer sarsılmalar yaşıyor.
Bu manada Rusya için şu an, başta Suriye’de olmak üzere Orta Doğu’daki gelişmelerde, Batı’nın anlık hatalarını ve imaj kaybını bekleyerek, en azından görünürde “pasif” kaldığı ama tarihteki benzer manevra alanlarını hatırda tutmamız gereken bir dönemin içinde bulunduğumuzu düşünebiliriz.
Başarı sayılan son BRICS zirvesi ve Suriye
22-24 Ekim tarihlerinde, 500 yıldır Avrasya’daki Rus varlığının da önemli bir kavşak noktası olan tarihî Türk ve Tatar yurdu Kazan’da düzenlenen 16. BRICS Liderler Zirvesi; sadece 9 resmî üye ülkenin değil, 35 farklı ülkeden üst düzey temsilciye ilave olarak aralarında BM Genel Sekreteri António Guterres’in de olduğu 6 uluslararası kurumun da katımıyla gerçekleşti. Rusya’nın bilhassa Ukrayna krizi nedeniyle “uluslararası alanda sıkışmış” olduğu düşünülen bir anda bu zirvenin gerçekleşmesi; Putin ve Rus diplomasisi adına âdeta bir “gövde gösterisi” olarak değerlendirildi. Pek çok uluslararası medya organı tarafından BRICS ve yakın zamanda artarak sürecek etkisi uzun tartışma konusu hâline getirildi. ABD’nin yeni seçilmiş başkanı Donald Trump dahi seçim ertesi sosyal medyadaki ilk mesajlarından birinde, BRICS ve artan etkisi aleyhinde söylemlerde bulundu.
Esasen zirveyi ilginç kılan, ABD dolarına karşı ekonomik birlik ve devam eden çatışmalı meselelere verilen tepkilerin yanında, etkinlik öncesinde ve sonrasında pek çok farklı ülkenin BRICS’e tam üye veya partner ülke statüsü kazanmaları yönündeki girişimleri de olmuştur. Bu noktada hatırlanması gereken; 2025 yılında içine katacağı yeni üyeleriyle dünya nüfusunun ve gelirinin yarıya yakınına sahip olacağı belirtilen BRICS özelinde, ekonomik ve beşerî açıdan Çin ve Hindistan ne kadar ön plandaysa, Rusya’nın da bilhassa siyasi manada anılan oluşumun bayrak taşıyıcılığını sürdürüyor görünmesidir.
İşte böyle bir ortamda zamanın Esed yönetimi altındaki Suriye de BRICS’e son Kazan Zirvesi öncesi üyelik başvurusu yaptığını duyurmuştu. Ancak belki 2 ay sonra gelecek rejim değişiminin bir habercisi niteliğinde, Suriye’ye yönelik olumlu bir adım BRICS tarafından atılmamıştı. Esed için sonun başlangıcının belki Türkiye’nin en üst düzeyde katıldığı bu BRICS Zirvesi’nde başladığının altını çizen yorumlara da uluslararası basında rastlanıyor. Sadece Rusya değil, BRICS’in diğer etkin güçlerinin başındaki Çin gibi aktörlerin de “pasif yayılmacılık” ve daha çok “ekonomik çıkar” gayeleriyle Suriye’yle ilgili olup biteni bu dönemde uzaktan ama temkinli izledikleri söylenebilir.
Esed’ın Moskova’daki varlığı ve Rusya için Suriye’nin geleceği
Soğuk Savaş sonrası ülkelerinde çıkan kargaşalar, ayaklanmalar veya son Ukrayna örneğindeki gibi şiddetli çarpışmalardan kaçan ve çoğunlukla Sovyet sisteminde yetişmiş, “eski ekol” liderlerin Moskova başta olmak üzere Rus şehirlerine sığınması, Rus yetkililerin bir süre sonra bu kaçışların hatırlanmaması adına “hiç konuşmama” ve bu “sığınmacıları unutturma” metoduna başvurmaları esasen alışıldık bir durumdur. Son dönemde Batılı istihbarî ve askerî nitelikli bazı önemli isimlerin de bu yolu seçip Rusya’ya sığınmaları; özellikle bu akımın ülkelerin elinde koz olduğunu, farklı siyasi kamplar arasında tarihten beri süregelen “muhalifini/düşmanını saklama veya ev sahipliği yapma” stratejisinin devam edeceğini bize göstermiştir.
Ancak Suriye’deki Baas rejimi ve son temsilcisi kaçak Beşar Esed için durum analizinin biraz daha zor olduğu düşünülebilir. Belki iç savaşın başladığı 12 yıl öncesinde veya biraz daha sonrasında, ülkesinde yıkım ve kayıplar artmadan bu yolu seçmiş olması Moskova’nın tarihsel olarak yukarıda zikredilen metodu daha cesurca kullanabileceğini düşündürebilirdi. Ancak geçen on yılı aşkın sürede gerçekleşenlerle Esed, şu an Moskova için “kullanışlı bir lider” olma vasfını kaybetmiş görünüyor. Kapalı kapılar arkasında belki “gizli gündemlerle” görüşülmüş olsa bile üst düzey Rus yetkililerin de yapmış olduğu açıklamalardan anlaşılacağı üzere, Putin’in Esed’le artık basına ve kamuoyuna açık bir görüşme yapmayacağı veya bu konuyu gündeme dahi getirmeyeceği aşikâr. Hatta Esed’in bir süre sonra tercihen Moskova ve St. Petersburg gibi Rusya’nın gözde şehirleri yerine, geniş Rusya Federasyonu topraklarında veya uygun görülecek başka bir korumalı alanda yaşamını sürdüreceği de tahmine müsait.
Nitekim BRICS gibi uluslararası açılımlarla başta Batı dünyası ve tek taraflı eylemlerine karşı güçlü bir pakt oluşturma emelini açıkça ortaya koyan Rusya için bu tür sabık liderlerin uzun süre kamuoyunu meşgul etmeye devam etmeleri, Rus diplomasisi ve etki alanı için doğru tercih olmayacak. Bu açıdan söz konusu tarihî “sabık/kaçkın liderleri koruma ve saklama” stratejisinde ileriki yıllarda bir değişim olacak mıdır, bunu zaman gösterecek.
Ancak bilinen bir gerçek Rusya’nın hâlihazırda Esed’i deviren yeni yönetime ve muhalif gruplara kapılarını süratle açık tutma kararı verdiğidir; hatta Rus Dış İşleri Bakan Yardımcısı Sergei Ryabkov’un son bir demecinde yeni yönetim altındaki Suriye’nin BRICS’e üyelik perspektifinin dahi hâlen mümkün göründüğünü belirtmesi, “Esed’in varlığı” ve “Suriye’nin geleceği” başlıklarının, Rusya için artık bambaşka iki mesele olduğunu ortaya koyuyor.
Mevcut yeni Suriye yönetimiyle barışık bir Rusya
Rusya’nın Suriye’deki yeni yönetimle istikrar temelli bir diplomasi sürdüreceği görülüyor. Bu esnada Akdeniz’deki önemli konumuyla Tartus Deniz Üssü ve Hmeymim Hava Üssü; pek çok yorumcuya göre Rusya’nın geniş Orta Doğu ve Afrika etki alanı içinde stratejik konumlarda yer almaya devam ediyor. Ancak yeni dönemde, Rusya öncelikle “Yakın Çevre” ve “Geniş Avrasya” algısına mı öncelik verecek? Yoksa yapay zekâdan “drone” vb. gibi savaş araçlarına, yeni bin yılın değişen askerî ve istihbarî teknolojilerine uyum sağlayarak oldukça maliyetli ve kimilerine göre “demode” hâle gelmeye başlayan geniş askerî üslere bağlı kalmaktan vazgeçmeye mi başlayacak? Elbette bu, küresel boyutta tartışılacak çok boyutlu meseleleri de içinde barındırıyor.
Ancak belirtilmesi şart olan husus; Rusya’nın 20. yüzyıl başından bu yana ağırlık verdiği, “Batı karşıtı retorik” üzerinden yürüttüğü, kimi zaman tökezleyen ancak çoğunlukla ustalıklı dizayn edilen, siyaset-yapım tarzının taraftar bulmaya devam edeceği gerçeğidir. Suriye’de muhalif grupların çoğunluğunun Esed-Putin iş birliğinde ağır silahlarla ve uçaklarla bombalandığı günler çok da uzak bir geçmişte vuku bulmadı. Örneğin yeni rejimi temsil eden Suriye’deki geçici yeni yönetim, ülkede -başlıcaları yukarıda zikredilen ve daha belki bilinmeyen- pek çok Rus üssü için olumsuz söylemlerde bulunmaktan hâlihazırda kaçınıyor ve belki bir nevi, İsrail’e verilen kayıtsız desteğin yol açtığı yıkıma göz yuman Batılı aktörlere de bu surette yeni dönemde izleyeceği denge siyasetinin ipuçlarını veriyor.
Keza Moskova’dan da olumlu adımlar bu surette dikkat çekiyor. Örneğin bazıları terör listesindeki söz konusu yeni rejim unsurları hakkında üst düzey Rus yetkililerden doğrudan olumsuz söylemler duyulmuyor. Diplomatik açıdan da örneğin Rusya’nın Şam’daki Büyükelçiliği’ne yeni rejimi temsil eden bayrak ve semboller getirildi. Böylelikle büyükelçiliğin Moskova’dan aldıkları talimatlarla Suriye’nin yeni dönemine ve diyaloğa hazır olduğu mesajı veriliyor.
ABD’de Trump dönemi ve Türkiye’nin kilit rolü özelinde Rusya-Suriye ilişkileri
Bu denge atmosferinde iki unsur, başta bölgesel istikrarı korumaya çalışan Türkiye için daha tartışmalı. Bunlardan ilki şüphesiz bir yılı aşkın süredir Filistin ve Lübnan’da, dünyadaki tüm insani ve hatta savaş/çatışma kurallarını yerle bir eden İsrail’in bu defa Suriye’nin güney topraklarında ilerlemeye devam etmesidir. İkincisi ise bu esnada Suriye’nin kuzeyinden de Amerikalı ve İsrailli pek çok yetkilinin artık açık desteklerini esirgemediklerini beyan ettikleri, PKK/YPG terör örgütü gibi oluşumların istikrarı, barış ve huzuru bozucu hamle ve saldırılarıdır.
Uzun yıllardır, başta Ukrayna’da olmak üzere Avrasya’daki ihtilaflı alanlarda esasen uluslararası hukuku ve etik diplomasi anlayışını yıkıcı manada birçok açmaza ve tartışmaya konu olmaya devam eden Rusya; aynı kuralsızlığın bu defa ABD ve İsrail tarafından Orta Doğu’da uzunca bir dönemdir sürdürüldüğünün farkında. Bu çerçevede, Türkiye gibi ortaklarıyla ilişkilerine değer vermeye devam etmesinin Rus diplomasisine yeni manevra alanları yarattığının da bilincinde.
Zira Türkiye, bir NATO üyesi olarak yıllarca askerî ve diplomasi alanında pek çok devlet organıyla bu ittifak için elinden geleni yapmış, sistematik yönetim tarzlarında bu uğurda pek çok riskler almıştı. Ama aynı zamanda ilişkileri daha eskilere dayanan komşuları İran ve Rusya gibi ülkelerle çok boyutlu siyasi, iktisadi ve beşerî ortaklıkları olmuştu. Bu ülkeler NATO için her daim “karşı kamp”ta yer almaya devam etseler de Türkiye, bu ilişkilerin değerini bilmeyi sürdürmüştü. Suriye meselesinde kilit rolde görülen Türkiye’nin bu manada Rusya, İran ve NATO müttefiklerinin de dâhil olduğu geniş bir istikrar ve barış alanı yaratmadaki önemini koruyacağı tahmine oldukça müsait görünüyor.
20 Ocak 2025’te resmen göreve başlayacak Donald Trump yönetiminin ise pek çok aktör gibi, Rusya için de yeni bir dönemi işaret ettiği açık. “Devlet sırlarını”, “kapalı kapı diplomasilerini” ve “ikircikli iş çevirme siyasetini” pek sevdiği söylenemeyecek olan Trump; kimi zaman gizli bir gücü hâline getirdiği “açık sözlülüğüyle”, kimi zaman ise pek çok lider ve uluslararası mesele için alışılmışın dışında ve diplomatik olmaktan uzak tarzıyla öne çıkıyor. Ama bahse konu bu tarz, Trump’a göre çok daha “diplomatik” ve “devlet adamı” imajıyla resmedilen ancak aynı “açık sözlü” ve kimi zaman “emellerini gizlemeyen” nitelikteki Putin üslubuyla da uyum sağlıyor. Yeni dönemde hem Suriye hem de Ukrayna’da devam eden belirsizlik atmosferinde bu iki “net lider” arasındaki diyalog ortamının belirleyici olacağı düşünülebilir.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.