06 November 2024

Ruh Sağlığı Yasası neden önemli?

Türkiye’de antidepresan kullanımının 2024’te 100 milyon kutuya ulaşması sonrası Ruh Sağlığı Yasası gündeme geldi. Bu yasaya neden ihtiyaç duyuyoruz? Yasa yürürlüğe girerse Sağlık Bakanlığı’na psikolog istihdam edilecek mi? Psikoloji mezunları doktor sayılacak mı? Bu sorulara birlikte yanıt arayalım.

IPSOS 2024 Ruh Sağlığı Raporu’na göre; ABD psikolojik sorunlarla mücadele eden birinci ülkeyken Türkiye ikinci sırada yer aldı. 31 ülkede yapılan araştırmada stres ve depresyon seviyelerinde artış olduğu ortaya kondu. Türkiye'de stres seviyeleri %76 gibi yüksek bir oranla en üst seviyedeyken, Japonya'da %44 ile en düşük seviyede. Genel olarak kadınların %66'sı, erkeklerin ise %58'i stresli. Tüm dünyayı kasıp kavuran pandemi sonrası gündemden düşen “Ruh Sağlığı Yasası” bu veriler doğrultusunda ülkemizde tekrar konuşulmaya başlandı. Bu gelişme sonrası Tercüman.com Genel Yayın Yönetmeni Melek Cevahiroğlu’nun, “Ruh Sağlığı Yasası: Türkiye’nin sürekli ertelenen sorunu” başlıklı yazısında kullandığı ifadeler kamuoyunda dikkat çekti.

Konu hakkında görüşlerine başvurduğumuz EMDR Türkiye Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Emre Konuk, “Türkiye’de 1928’de İsviçre’den alınan bir sağlık yasası var. Hâlâ yürürlükte olan bu yasanın içinde ruh sağlığının lafı bile geçmez. Tıbbi hastalıkları tanır ve ona göre hekim hasta ilişkisini düzenler. Bir tanı koyulur, ilaç verilir ve tıbbi bir müdahale edilir. Bu kanunun adı ‘Tabâbet ve Şuâbâtı San'atlarının Tarzı İcrâsına Dair Kanun’dur. Zamanla ek maddeler eklenerek günümüzle uyumlu hâle getirilmeye çalışılsa da bugün yetersiz kalıyor. Çünkü bu kanunun içinde sakat bir husus var, o da ‘Hastaya hekim bakar’ ifadesi. İşte sorun buradaki hekim dediğimiz kimliktir. Türkiye’de hekim/doktor statüsü kimlere veriliyor? Otoriteye göre bu statü Tıp Fakültesi’ni bitiren kişiye veriliyor. Fakat siz bir sabah uyandınız ve ‘Eskiden çocuklarımı okula hazırlardım ancak artık çok isteksizim’ dediniz. Böyle bir sorunda kime gideceksiniz? Elbette bir psikoloğa başvurursunuz. Kanunda yeri olmamasına rağmen, bir meslek grubuna gidiyorsunuz ve size DSM’ye uygun olarak bir tanı koyuluyor. Türkiye Sağlık Yasası’nda yeri olmayan bir hekim kimliğiyle hastaya tedavi uygulamış oluyoruz” açıklamasını yaptı.

Diğer ülkelerde ruh sağlığına yönelik tutumu değerlendiren Konuk, “Psikoterapi ve ruh sağlığı hizmetini oturtmuş ülkelerde (Amerika, Avrupa, Avusturalya, Güney Afrika, Güney Amerika) psikoterapiyi kimin uygulayacağına dair genel kriterler belirlenmiş durumda. Ruh sağlığı hizmeti veren belli başlı meslekler ki bunların arasında psikiyatristler, psikologlar, sosyal hizmet uzmanları, psikolojik danışma mezunları, aile danışmanları, çift ve aile terapistleri bulunmakta. Yüksek lisanslarını tamamlar, süpervizyon alır ve bağlı bulundukları meslek örgütlerinin talep ettiği başka kriterleri de yerine getirerek, psikoterapi uygulama yetkisini alırlar. Bizim ülkemizde hazırlanan yasa tasarısında ise sadece psikiyatristler ve tezli klinik psikologlara yetki verilmektedir ki bu, 86 milyon insanın ruh sağlığı ya da psikoterapi hizmetini sadece bu grupların yükleneceği anlamına gelmektedir. On yıllardır gerek üniversitede gerekse işinde uzman eğitim enstitülerinde terapi eğitimlerini alan profesyonellerin ‘müktesep hakları’ korunmamıştır. Hâlbuki psikiyatrist hemşireler gibi her gün hastayla meşgul olan PDR’ciler, sosyal hizmet uzmanları var ülkemizde. Elbette reçetelik bir durumda psikiyatrist hekim devreye girecektir ancak psikoterapist hastayı ellemez, dinler. Bu meslek grubundaki uzmanlar, yine otoritelerin tanıdığı eğitimleri almaya devam ediyorlar ancak taslak bu insanları ve emeklerini tanımıyor” şeklinde konuştu.

“Sağlam bir yapı ve denetim sistemi kurulmalı”

Konuk, “Yeni bir ruh sağlığının temel ilkeleri, değerleri ve yaklaşımı nasıl olmalıdır?” sorusuna ise şu cevabı verdi: “Bu durumun anti-tezi; koruyucu, önleyici ve toplum temelli bir yasa yaklaşımının benimsenmesidir. Bu bilinç, Türkiye Cumhuriyeti’nde hiç olmayan bir bilinç değil. Bizim Cumhuriyetimizle birlikte gelen bir deneyimimiz var. Ruh sağlığı ile ilgili dernek ve meslek gruplarının bir araya gelerek ortak çalışması gerekiyor. Bakın Amerika, Avrupa, Avusturalya, Güney Amerika, Afrika’da böyle bir anlayış var. Kavga etmek yerine, ruh sağlığı konusunda nasıl olumlu gelişmeler kaydedebiliriz diye iş birliği içindeler. Bizim durumumuzda, ‘Kim psikoterapi yapabilir?’ sorusu cevaplanmalı ve kriterler getirilmeli. Eğitimler ve denetimler ile yasanın uygulanması konusunda sağlam bir yapı ve tutarlı bir denetim sistemi kurulmalı…”

“Bu yasa insan haklarını öncelemelidir”

Türkiye Psikiyatri Derneği konuya dair şunları kaydetti: “Bu yasa hazırlığının son dönemde gündemden düşmüş olması; hastaların örgütlü olmamaları, hasta haklarının gelişmemiş olması, ruh sağlığı hizmeti veren meslek gruplarının farklı görüşlerde olması ve farklı konuları öncelemesinden kaynaklanıyor. Aslında Sağlık Bakanlığı tarafından ‘Ruh Sağlığı ve Eylem Planı’ yıllar önce oluşturulmuştu. 2015 yılında da ruh sağlığı mevzuatına dair çalışmalar yapıldı. Ancak sonraki süreçte Sağlık Bakanlığı bürokrasisinin değişmesi bu süreci yavaşlatmış olsa gerek. Ülkemizde ruh sağlığı ile okuryazarlığın artması bu yasayı yeniden gündeme getirmiştir. Konuşulan yasa, ülkemiz için elzemdir. Bu yasa çağdaş olmalı ve insan haklarını öncelemelidir.”

"Ruh Sağlığı Yasası’na neden ve kimler için ihtiyaç var?" sorusuna ise Türkiye Psikiyatri Derneği tarafından şu cevap verildi: “Elbette hastalar için bir ihtiyaç söz konusu. Önleyici ve koruyucu tedbirler alma konusunda önem arz etmektedir. Ciddi ruhsal hastalığı olan bireylerin savunmasız olmaları, kendilerini ifade edememeleri nedeniyle sağlık erişimine ulaşmakta güçlük çektikleri biliniyor. Bu güçlük ortadan kaldırılmalı…”

“Ruh Sağlığı Yasası, mevcut sorunlara çağdaş ve uzun vadeli çözümler sunmalı”

Davranış Bilimleri Enstitüsü tarafından ise şu açıklama yapıldı: “Ruh Sağlığı Yasası, akreditasyonu olan bütün mesleklerin gelişimini teşvik etmelidir. Mevcut sorunlara çağdaş, uzun vadeli ve kesin çözümler sunmalıdır. Kamuoyunda konuşulan bu yasa; bireyin, ailenin ve toplumun ruhsal sorunlarını birlikte dikkate alacak kapsamda olmalıdır. Ruh sağlığı yasası, anayasaya ve ruh sağlığı sistemini oturtmuş ülkelerin ilke ve uygulamalarına uygun hazırlanmalıdır. Amerika, Avrupa ve diğer ülkelerde ruh sağlığı hizmeti veren ve meslek örgütü kabul edilen tüm meslekleri kapsamı içine almalıdır…”

Ruh Sağlığı Yasası’nın “terapi/psikoterapi” kavramlarını ve işlevini “tıbbi tedavi” olarak dar tutmaması gerektiğini savunan Davranış Bilimleri Enstitüsü, “Ruh Sağlığı Yasası, psikoterapistlerin ‘teşhis alan’ bir danışana ancak bir hekim yönlendirmesi ile psikoterapi uygulayabilecekleri gibi bir maddeyi içermemelidir. Terapi veya tedavinin ‘tıbbi müdahale’ olduğunda ısrar etmemelidir. Bu yasa ruh sağlığı hizmeti veren meslek örgütleri tarafından oluşturulmalı ve yönetilmelidir. Gelişmekte olan bir ülkenin gereksinimlerine çözüm getirebilmelidir. Önümüzdeki uzun yıllar geçerliliğini yitirmeyecek yapıda olmalıdır. ‘Hastane odaklı’ bir yaklaşımdan ‘toplum temelli’ bir yaklaşım benimsenmelidir. Ruh Sağlığı Yasası; hiçbir mesleğin ya da grubun tekelinde olamaz” açıklamasını yaptı.

“Ruh sağlığı kamusal bir hizmettir”

Uzman Psikolog Aysu Çelenoğlu, “Ruh sağlığı yasası neden önemli?” sorusuna şu cevabı verdi: “Ruh sağlığı hizmetinin bir ekip işi olduğunu kabul ederek hizmet veren kişilerin sınır ve yetkilerinin belirlenmesi, ruh sağlığı hizmetlerinin ve sağlık ortamların düzenlenmesi, tedavilerin nitelik ve kalitesinin artırılması, kişinin tedaviye katılımının kolaylaştırılması, hizmet alan kişiyi merkeze koyarak hasta hakları ihlallerinin önüne geçilmesi, önleyici ve koruyucu tedbirlerle ruhsal hastalıkların yaygınlaşmasının önlenmesi için Ruh Sağlığı Yasası’na ihtiyaç vardır. Ruh sağlığı kamusal bir hizmettir. Sosyal güvencesi olmayan ya da ruhsal hastalığı nedeniyle kendini ifade edemeyen, savunmasız veya incinebilir kişilerin sağlık hizmetine erişmekte güçlük çekmesi olasıdır. Yeterli ve kapsayıcı maddelerle, bu gibi kişilerin de tedaviye katılımını kolaylaştıracak, hizmet alan merkezli ve hak temelli bir düzenleme yasası oluşturmak şarttır. Ancak bu sayede bireylerin ve toplumun ruh sağlığı iyileştirilebilir ve korunabilir…”

Türkiye’de antidepresan kullanımının 2024’te yaklaşık 100 milyon kutuya ulaşmasına da özel bir parantez açan Çelenoğlu, “Sağlık ile ilgili branşlar içerisinde ruh sağlığı ve hastalıkları özel bir alan. Toplumumuzda hâlâ birçok kişi ruhsal sorunları ile ilgili bir uzmana başvurmaktan çekiniyor. Özellikle antidepresan ilaç kullanımındaki artışa ilişkin ortaya konulan veriler, kişilerin doktor tarafından reçete edilmeksizin bu ilaçları kullanma eğiliminde bir artış olabileceğini düşündürüyor. Diğer yandan antidepresan ilaç kullanımının artması, toplumda ruhsal rahatsızlıkların görülme sıklığının arttığının da habercisi. Bu alandaki hizmetler kolay ulaşılabilir olmadığında doğru, zamanında ve nitelikli şekilde alınmadığında ise daha büyük sorunlara sebep olabiliyor” ifadelerini kullandı.

“Aşamalandırılmış bir koruma planına ihtiyaç var”

Bu yasaya neden ihtiyaç duyulduğunu da açıklayan Çelenoğlu, “Ruh sağlığı hizmetlerinin, diğer branşlardan farklı birçok hassas noktası var. Bu hassas durumların başında hasta hakları geliyor. İstemli tedaviler, hasta hakları yönetmeliği uyarınca verilirken; istemsiz tedavilerde başvurulan Türk Medeni Kanunu’nun maddeleri yeterli ve kapsayıcı değil. Dolayısıyla hasta rıza vermiyor ve yanında temsilcisi yoksa tedavi planının nasıl uygulanacağına ilişkin karar almak zorlaşıyor. Şu an bu alanda homojen bir hizmet yapılanması yok. Değişen uygulamalar mevcut. Bu da ruh sağlığı hizmetlerini sınır aşımı ve istismara daha açık hâle getiriyor. Hizmet kalitesinin düşük olması, kişinin sağlığını ciddi şekilde etkileyebiliyor. Bir diğer nokta, hasta bilgilerinin gizliliği. Ruh sağlığı ve hastalıklarına yönelik hizmetler, diğer tıp alanlarına nazaran daha özel bilgiler içeriyor. Dolayısıyla daha detaylı, aşamalandırılmış bir koruma planına ihtiyaç var. Bu bilgilerin korunamaması kişinin hak ve özgürlüklerine etki edebilecek noktalara varabiliyor” dedi.

“Bu yasa yürürlüğe girerse Sağlık Bakanlığı’nda psikolog istihdam edilecek mi?” sorusunu da cevaplandıran Çelenoğlu, “Ruh Sağlığı Yasası, ruh sağlığı hizmetlerinin ekip işi olduğu vurgulayan bir yasa olmalıdır. Temel ilkeler koyularak farklı bakanlıklara çeşitli sorumluluklar getirilmesi hedeflenmelidir. Bu kapsamda ülke genelinde psikolog istihdamı arttırılarak hem koruyucu ve iyileştirici tedavi uygulanmalarında yer almaları hem de psikososyal destek hizmetlerinde bulunmaları sağlanmalıdır” dedi.

Çelenoğlu ayrıca şu iki maddeye dikkat çekti:

  • Koruyucu ve iyileştirici tedavi uygulamaları: Ruhsal zorluklar ya da hastalıklar açısından temel psikoterapi eğitimi almış ve kanun uyarınca psikoterapi yapabilecek kişilerce teşhis yapıldıktan sonra; kanıta dayalı belirli bir kuram çerçevesinde tanımlanmış ruhsal müdahalelerin, planlı ve özgül bir hedefi başarmaya yönelik olarak kişiye, aileye ve duruma uygun şekilde tasarlanıp kişi ya da grup ile konuşma ve iletişim hâlinde sürdürüldüğü uygulamalardır.
  • Psikososyal destek: Kişilere; acil durumlar dâhil olmak üzere, bireysel ve toplumsal stres faktörleriyle baş etmeleri ve güçlenmelerini sağlamak amacıyla sunulan hizmetler bütünüdür.

“Psikoterapi yapabilecek kişiler için doktor unvanına gerek yoktur”

Psikiyatristler, Tıp Fakültesi mezunudur; dolayısıyla tıp doktoru olarak mezun olurlar. Psikologlar ise Fen-Edebiyat Fakültesi bünyesindeki psikoloji bölümlerinden “psikolog” unvanıyla mezun olur ve doktor değillerdir. Bu duruma da değinen Çelenoğlu, “Ruh Sağlığı Yasası ile psikologların eğitimlerine ve donanımlarına göre görev ve yetki alanları netleştirilmelidir. Yasa, nitelikli hizmeti hedefleyerek hem hasta haklarını hem de meslek elemanlarını korumalıdır. Günümüzde üniversitelerin psikoloji bölümünden mezun olmak, kişiye psikolog unvanı kazandırır. Ancak psikolojinin birçok alt dalı vardır. Dört yıllık lisans eğitimi sonunda kişi, genel bir psikoloji bilgisi ile üniversiteden mezun olur. Bu noktada, ruh sağlığı alanındaki uygulamalarda yer almak için yeterli donanıma sahip değildir.  Ruh sağlığı alanında uzmanlaşmak için dört yıllık psikoloji lisans eğitiminin ardından, klinik psikoloji alanında yüksek lisans derecesine ihtiyaç vardır. Psikoterapist olabilmek için ise çeşitli eğitimlerle ve süpervizyonlarla psikoloğun kendini geliştirmesi ve en az bir terapi ekolüne hâkim olması beklenir. Yüksek lisans eğitiminin ardından doktora eğitimine devam eden kişi ‘doktor’ unvanı alır ancak bu tıp doktoru değildir. Temel psikoterapi eğitimi almış ve kanun uyarınca psikoterapi yapabilecek kişiler için doktor unvanına gerek yoktur” ifadelerini kullandı.

“Ruh sağlığı yasasının eksikliği hissedilmektedir”

Klinik psikolog Asya Şallı da EMDR Türkiye Derneği’nin Yönetim Kurulu Başkanı Emre Konuk, Uzman Psikolog Aysu Çelenoğlu ve Davranış Bilimleri Enstitüsü gibi Ruh Sağlığı Yasası’nın hem hizmet alan hem de hizmet verenlerin haklarını koruması için oldukça önemli bir yasa olduğunu vurguladı. “Psikolojik destek hizmetlerine erişimde zorluk, ruh sağlığı uzmanlarının yaşadığı mesleki problemler gibi birçok sıkıntının temelinde Ruh Sağlığı Yasası’nın eksikliği vardır” diyen Şallı sözlerini şöyle sürdürdü: “Bireylerin ekonomik açıdan destek hizmetlerine ulaşmakta yaşadığı zorluğa ek olarak diplomasını almış, terapi eğitimlerini tamamlamış nitelikli bir uzmana ulaşmakta da zorluk yaşaması, çok ciddi bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Meslek uzmanlarının meslek odalarının olmaması, haklarını koruyan bir yasanın olmaması, her yıl birçok mezun olmasına rağmen istihdam imkânı olmaması gibi birçok problem; mesleklerini sürdürmelerine engel olmaktadır. Ruh Sağlığı Yasası ile birey ve toplum ruh sağlığının korunması için temel ilkeler ortaya koyulabilir, hizmet standartları belirlenebilir ve bu hizmetlerin de en uygun yöntemlerle verilmesi sağlanabilir. Tüm bunların gerçekleşebilmesi adına yasa; bakanlıkların, yetkili idare, kamu kurum ve kuruluşlarının görevlerini kapsar…”

Yasa ve denetimin olmaması hiçbir lisans veya yüksek lisans eğitimi olmayan kişilerin sözde psikoterapi yapması, bilinçaltı temizliği gibi sözde tedavilerle destek arayan insanların kandırıldığı durumları ortaya çıkarmaktadır” diyen Şallı sözlerine şöyle devam etti:

“Kişilerin tedavi geçmişlerinin önlerine bir engel olarak sunulması ile de görebildiğimiz stigmatizasyon (damgalama) bireylerin tedavi almamasına neden olabilmektedir. Bireylerin gizlilik hakkı yine yasa kapsamında gözetilmesi beklenen bir ihtiyaçtır. Kişilerin tedavi geçmişlerinin önlerine bir engel olarak sunulması ile de görebildiğimiz stigmatizasyon bireylerin tedavi almamasına neden olabilmektedir. Toplumda değişmesi gereken düşüncelerden biri de ‘psikoloğa yalnızca delilerin gideceği’ düşüncesidir. Buradaki ‘delilik’ ile kast edilen de yine benzeri bir damgalama örneğidir. Bireyler çevrelerinden görecekleri yaklaşımı düşünerek destek almak konusunda çekince yaşamaktadır.”

“Ruh sağlığı merkezleri yaygınlaştırılabilir”

Şallı, toplumsal bağlamda suçlarla ve intihar vakalarıyla da mücadelede en kıymetli adımlardan birinin nitelikli ruh sağlığı hizmetleri olduğunun altını çizdi: “Günümüzde yaşanan suçlarda, faillerin bir dönem ruh sağlığı desteğine başvurduğu fakat gitmediği ya da desteğe ulaşamadığı da görülmektedir. Suçların psikolojik rahatsızlıklarla veya madde kullanımı ile açıklanamayacağı bilinmeli; psikolojik rahatsızlık yaşayan veya bağımlılık yapan bir madde ile mücadele eden kişilerin nitelikli ve erişilebilir psikolojik destek hakkı gözetilmelidir.  Yasanın uygulanması hâlinde bireyler eşit bir şekilde hizmetlere erişim sağlayabilir, bireylerin zarar görmesini engellemek adına tedbirler alınabilir, toplum temelli ruh sağlığı hizmetleri geliştirilebilir, ruh sağlığı merkezleri yaygınlaştırılabilir, hizmet sunan kişilerin nitelikli olması sağlanabilir, hizmet alan kişilerin özgürlük ve güvenlikleri sağlanabilir, tedaviye erişim hakkı korunabilir. Aynı zamanda bu yasanın uygulanması durumunda hizmet sunan uzmanların çalışma ve mesleki alanlarda haklarına ek olarak uluslararası standartlara uygun eğitimlere erişim, mesleki nedenlerle herhangi bir tehdit yaşayabilecekleri durumlarda hizmet vermekten çekilme ve gerekli güvenlik önlemlerine erişim gibi hakları da elde edilebilecektir.”

Klinik psikolog olarak psikoeğitimin ve erişilebilir psikolojik desteğin önemini vurgulayan Şallı, “Psikolojik desteğin ne olduğunu, psikoloğun, psikiyatristin kim olduğu konusunda toplum temelli çalışmaların gerçekleştirilmesi ve doğru bilinen bazı yanlışların aşılması gereklidir. Psikolojik destek doğal bir insan hakkıdır. Bireysel ve toplumsal olarak birçok problemle karşı karşıya kalan insanların baş etmekte zorlandığı noktalarda bir uzmandan destek alması güçlenerek hayatını sürdürebilmesini sağlar. Psikolojinin yalnızca klinik psikologlardan ve psikoterapiden ibaret düşünülmemesi, afet psikolojisi, sosyal psikoloji, nöropsikoloji, spor psikolojisi, politik psikoloji gibi psikolojinin tüm alanlarına çalışma imkânı sağlanması, bu alanda çalışan uzmanlar dâhil toplumun her gelişiminin bilgilendirilmesi ve bu alanlarda çalışan uzmanlara alan oluşturulması ise toplumsal gelişimimize ve iyileşmemize katkı sağlar” ifadelerini kullandı.

Ruhsal hastalıkların hem ülkemizde hem de dünyada yaygınlaştığı aşikâr. Dünyada 10-24 yaş aralığındaki kişilerde görülen sağlık sorunlarının %45'ini ruhsal hastalıkların oluşturduğu da uzmanlar tarafından yapılan araştırmalar sonucunda ‘The Lancet’ adlı dergide yayımlandı. Alanında mütehassıs isimlerden aldığımız yorumlar doğrultusunda, Ruh Sağlığı Yasası’nın koruyucu ve önleyici anlayışla yeniden düzenlenmesi gerektiği sonucuna rahatlıkla ulaşabiliriz. Ruh Sağlığı Yasası’nın tedaviye ulaşımı kolaylaştırma ve destek almayı normalleştirme açısından önemli bir rol oynadığı göz ardı edilmemeli. Hiç şüphesiz devletin de düzenleyici bir rol oynaması gerekiyor. Ruh Sağlığı Yasası yürürlüğe girdikten sonra pek çok tartışmanın gündemden kalkacağını söyleyebiliriz.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...