
Pandora’nın kutusu ve çetrefilli Rusya-İran ittifakı
Rusya-İran ittifakı, "Pandora'nın kutusu" benzetmesiyle derinleşiyor. Tarihsel bağlamda Rus-İran ilişkileri ve ABD'nin bölgedeki etkisi, diplomasi ve savaşın iç içe geçtiği karmaşık denklemi gözler önüne seriyor. Bu süreçte küresel güç dengeleri yeniden şekilleniyor.
Tarihî arka planını her daim aklımızda tutmamız gereken coğrafyamızdaki çetin müzakere alanları, esasen mevcut çatışmalı sahalarda da belirli bir bağlantısallığı aramamızı zorunlu kılıyor. Örneğin, İran-İsrail arasında son günlere damgasını vuran topyekûn savaş öncesine benzeri durum, her iki ülkenin hava sahalarında eksik olmayan menşei ve türü farklı yüzlerce füze, yeni döneme damga vuran “drone” veya “insansız hava aracı” olarak nam salan ve gittikçe daha büyük imha güçlerine ulaştığı gözlemlenen muhtelif askerî araç ve gereçler; Rusya-Ukrayna arasında 3 yılı aşkın süredir görmeye alıştığımız bir muhteviyatı barındırıyor. Diğer zor bir savaş ve kıyım sahası Filistin gibi bir ülkenin bu denli bir askerî kapasiteye ulaşması tabiatıyla şu an için hayal. Ama İsrail’in keza aynı modern silahlarını bir buçuk yılı aşkın süredir, varlığını tanımadığı bu ülkede en az 60 bin insanın canını alacak şekilde tek taraflı kullanmaya devam ettiği ise diğer bir gerçek.
Böyle bir ortamda son dönem Rus yönetimindeki en kilit isimlerden biri olan, Rus tarihindeki benzer örneklerinde olduğu gibi akademisyenlik ve diplomatlık yeteneklerini bir arada kullandığı dikkat çeken Kremlin Sözcüsü Dmitry Peskov; Yunan mitolojisinden, sosyal bilimler alanında çokça referans verilen terimlerinden birini, “Pandora’s box”, yani “Pandora’nın kutusu” ifadesini kullanmaktan çekinmedi ve bilhassa İran’da en üst otorite olarak bilinen Dinî Lider Hamaney’in öldürülerek bu ülkenin daha zor bir duruma düşürülmesi hâlinde bunun, diğer pek çok sorunu beraberinde getireceğinin altını çizmek adına, “Pandora’nın kutusu”nu açacağını basına açıkça ifade etti.
Gelinen aşama, özellikle Orta Doğu-Avrasya hattında -yani çok katmanlı ve çok kültürlü bir sahada- “diplomasi-savaş” denklemine tarih ve bugün ışığında tekrar özet şekilde yeniden yaklaşmamızı zorunlu kılıyor.
Rusya ve İran: Pandora’nın coğrafyasında zor bir birliktelik
Yunan mitolojisinde Tanrı Zeus’un, insanları cezalandırmak adına kullandığı Pandora; Zeus kulağına fısıldadığı anda, sahip olduğu gizemli ve korkutucu tasvir edilen kutuyu açmaktan geri durmamış ve tüm kötülüklerin dünyaya ve insanlığa bu şekilde yayıldığı inancı Antik Çağ’dan bu yana kültürel bir deyiş olarak nesillere aktarılmıştır. Sadece savaşların değil; salgın hastalıklar, hile, yalan ve daha pek çok günümüz siyasetine damga vuran hadiseyi anlatmak adına Pandora, her daim kötücül bir karakter olarak öne çıkmaya devam etmiştir. Bu manada -tam da bugünlerde İran-İsrail arasında kalıcı ateşkes ihtimalinin görüşüldüğü bir durgunluk anından bahsedilse de- bundan sadece birkaç gün önce Putin’in uzun dönemdir güvendiği bir isim olarak sözcülüğünü yapan, siyaset ve dış politika alanındaki akademik yetkinliğine ilave olarak, Doğu dillerine de meraklı bir filolog ve Türkolog olduğu bilinen Peskov, yukarıda değindiğimiz dikkat çekici açıklamayı paylaştığında şüphesiz herkes savaşın gidişatı hakkında biraz daha heyecanlandı.
Ancak Rusya’nın, ABD ve İsrail arasında oldukça yalnızlaşan ve kimilerine göre “tek tüfek” sahada var olmaya devam eden İran’a tam anlamıyla destek vermediği yönünde çokça konuşulan gerçekler ise hikâyenin diğer bir tarafını oluşturmaktadır. Putin’in son bir beyanatında İran’ı kastederek orada “desteğimiz” ve “çok (nükleer) uzmanımız var” demesine rağmen ve gerek nükleer iş birliği gerek askerî teçhizata dair iki ülke arasında yakın iş birliği bilinen bir gerçekken, bu pragmatik ve taktiksel birliktelik yapısal güven anlamında hâlâ tarihin gölgesinde kalabilmektedir.
Bu bağlamda unutulmaması gereken ana hususlardan biri; 19. yüzyılın başında yaşanan iki büyük Rus-İran Savaşı’nın (1804–1813 ve 1826–1828), İran’ın bölgede bu zamana kadar süren azalan etkisinde önemli dönemeçler olduğudur. Bu çatışmalar yalnızca bölgesel değil, aynı zamanda “Büyük Güçler” rekabeti (dönemin Rusya, İngiltere, Osmanlı, Fransa mücadeleleri) bağlamında da okunabilirken Rusya, Kuzey’den sonra Güney Kafkasya’ya kalıcı biçimde bu şekilde yerleşmiş; İran, Rusya İmparatorluğu’yla imzaladığı Gülistan ve Türkmençay Antlaşmaları ile bugüne kadar etkileri süren daha stabil bir diplomatik zemin ve tabiri caizse yeni oyun sahalarına ulaşmıştır. Zira İran, bu noktadan sonra korumaya özen gösterdiği daha dengeli zeminde özellikle diğer sahalardaki mücadeleyi de kimi zaman “kültürel ve ideolojik” kimi zaman “vekil güçler” aracılığıyla dolaylı yoldan sürdüre gelmeyi bilmiştir.
Buna ilaveten, İran-Rus ilişkileri kronolojisinde, bilhassa Rus tarihinde Yahudi kültürün etkisi boyutuna ayrı bir önem atfedilmelidir. Özellikle keza 18. ve 19. yüzyıllarla beraber hem yönetim hem toplum kademelerinde sayıları ve etki alanları hızla artan Yahudi nüfusun Rus devletinin kaderini şekillendirmede de belirleyici olduğu unutulmamalıdır. Günümüz İsrail’inin dahi kurucu aklının ve kimi zaman “daha katı” görünen tarafının etkilendiği Rus coğrafyasından kopup gelen Yahudi kültür bu meyanda dikkatten kaçmamalı, Rusya’nın İran’a destek boyutunda arada kaldığı çekinceli hâller özelinde anılan soyut ve kültürel unsur hafife alınmamalıdır.
Ancak yine de tarihten gelen hâkimiyet alanlarının çarpışması ve ideolojik/kültürel manada anılan ayrılıklarına rağmen Rus-İran ittifakı, bilhassa Batı’nın başta Orta Doğu ve kısmen Ukrayna’da süren eylemlerine belirgin bir tepki olarak, hâlen tarihteki tepe noktalarından birinde durmaktadır. Suriye gibi bölgelerde kısa sürede yaşanan değişimler, başta Azerbaycan’ın hızla yükselen askerî kabiliyetleri ve en önemlisi Rus toprakları içindeki askerî üslere yapılan son dönem Ukrayna saldırılarının, aynı İsrail ve Mossad’ın İran başta olmak üzere hedef seçtiği alanlara karşı uyguladığı saldırı ve istihbarat taktiklerine benzediği bir ortamda, Rus-İran duygusal birlikteliğinin, açık bir şekilde olmasa da kapalı kapılar ardında ve istihbari/askerî bilgi değişimi düzeyinde, güçlenerek devam edeceği düşünülebilir.
Bu nedenledir ki ABD’nin son olarak İran nükleer tesislerini bombalamasının hemen ardından İran Dış İşleri Bakanı Abbas Arakçi “acil görüşmeler” için Moskova’ya gitmiş, Putin tarafından Kremlin'de ağırlamış ve basın önünde oldukça çarpıcı bir iş birliği görüntüsü de verilmiştir.
Madalyonun diğer yüzü: Putin-Trump yakınlığı ve NATO’dan gelen mesaj
Son dönem Rusya-ABD yakınlaşması, 2025 yılı itibarıyla oldukça dikkat çekici bir dönüşüm süreci olarak değerlendirilebilir. Şüphesiz tüm dünyada başlayan tabiri caizse “Trump rüzgârı” altında, iki ülke lideri Donald Trump ve Vladimir Putin arasındaki diyalog, yaşanmaya devam edilen sayısız rekabet alanına rağmen, şimdiden nice karikatüre ve mizansene dahi konu olmayı başardı. Belirli dostluk emarelerini içerecek şekilde düzenli olarak basına servis edilen Rus-Amerikan oydaşmasının, bir bakıma gündemin ilk sıralarından ayrılmayan İran-İsrail geriliminde de dolaylı surette etkili olduğu ifade edilebilir.
Yüz yüze olmasa da Putin ve Trump arasında telefon yoluyla ve üst düzeyli temsilcileri kanalıyla sürdürülen “açık diplomasi” kanalının son İran krizinin biraz daha yavaşlamasında işe yaradığını söyleyenlerin sayısı da hiç az değil. Zira “çatışmayı yönetmek” olarak özetlenebilecek bu strateji yoluyla Trump’ın İsrail, Rusya’nın ise bir nebze İran üzerinde bu türden bir diplomatik etki alanı olduğunu söylemek yanlış değil.
Ancak tabii karşılığında ABD Başkanı Trump’ın başta Ukrayna’da bu sürede devam eden farklı sivil alanları da içerecek şekilde Rus askerî saldırılarına çok da ses vermemesi, aynı esnada İsrail’in de Filistin’de nice sivilin canını da almaya devam etmesi, ne yazık ki daha geniş bir “diplomatik bir resim” adına kanıksanır hâle geldi. Yani dünyada artık “kati bir ölümü önlemek” adına, keza ölümcül olabilecek ancak daha sınırlı “sıtmaya razı olunması” beklenilmekte.
Hollanda’daki son NATO Zirvesi de benzeri mesajlarla, son dönem artan “Güvensizlik Çağı”nın üstüne basa basa, tüm üye ülkelerin bütçelerinden örgüte daha fazla mali destek vermeleri gerektiğinin altını çizdi. Bu surette bir bakıma Trump’ın uzun dönemdir söylediği argümanlarını destekleyerek sonuçlandı. Başta Rusya, Çin ve belki de İran gibi, “ittifak-dışı”, ama daha dürüst bir ifadeyle “Batı-dışı”, addedilen oluşumlara karşı daha fazla askerî harcama çözüm getirir mi, elbette bunu zaman gösterecek. Ama Trump gibi bir liderin, zirve sırasında NATO Genel Sekreteri’nden kendisine gelen “İran’a saldırılarınız için elinize sağlık!” meyanında özel bir telefon mesajını tüm dünyayla sosyal medyadan paylaştığı bir ortamda her şeyin eskisi kadar “gizli kapaklı” cereyan etmeyeceği de diğer bir gerçek. Şüphesiz, Trump’ın daha önce de eksik etmediği bu tür hareket tarzlarının, başta NATO’nun çok da “dost” görmediği Rus, Çin ve İranlı yetkileri memnun ettiği ise tahmini oldukça müsait diğer bir durum.
Her halükârda, kısa süre önce gerçekleşen diğer önemli bir Batı oluşumu olan G7 Zirvesi sonrasında Almanya Şansölyesi Merz’in “İsrail’in bizim adımıza yaptığı kirli işler” olarak basınla paylaştığı skandal sözler sonrası, Mark Rutte gibi daha aklı selim görünen bir şahsiyetten dahi gelen yukarıda sözü geçen benzeri bir mesaj, içinde bulunduğumuz dönemin alışılagelen klasik dünya düzeninden farklarını kanıtlamaktadır.
Modern dönemin ana denklemi: Diplomasi-savaş
Ukrayna Savaşı’nın oldukça uzun süredir devam eden “yıpratıcı” etkisi, Çin’in yadsınamayacak şekilde sahada ticari ve diplomatik yaklaşımları ustaca kullanabilen yükselen nüfuzu, Orta Doğu’daki krizlerin tetiklediği somut ve soyut tehdit algıları, Hindistan-Pakistan hattından Kuzey Kore ve Tayvan’a tarafların belirli nükleer kapasitelerini de içerebilecek Asya’da bitmeyen gerginlikler, Peskov’un gizemli Pandora’sının pek çok boyutu olabileceğini bize hatırlatmaktadır.
Bu çerçevede, sahada ayrışılıp savaşıldığı esnada diplomatik arenada birleşilip sürekli yeni toprak ve kaynak bölüşümlerine devam edildiği, temel olarak İngiliz-Fransız-Alman-Rus İmparatorlukları arasındaki mücadelenin zirvesini teşkil eden 18.-19. yüzyıl, modern döneme kaynaklık eden anların izlerini barındırıyor ve yaşadığımız dönemi de hâlâ etkiliyor. Bu izler, tabiatıyla çoğu zaman “etik” ve “insani” değerlerle anlaşılması zor olsa da yakın geçmişteki münasebetlere benzer şekilde, bugün de sahadaki pek çok kargaşayı, çatışmayı veya oydaşmayı ve tabiatıyla bunların kaynağı olan taraflar arasındaki benzer “diplomasi-savaş denklemi”nde hayata geçirilen eylemleri hakkında bize önemli ipuçları vermekte.
Sonuç olarak söylenmesi gereken bu nedenle aynı kalıyor: Tarih boyu yöntemi ve yoğunluğu değişse de savaş tehdidi ve ağır bir yıkımı önlemek adına buna karşı geliştirilen diplomasi ihtiyacı birbirine hem tezat hem de birbirini tamamlar nitelikte değerlendirilmeli. Her iki kavram da iki insan arasındaki en basit diyalog veya diyalogsuzlukta olduğu gibi, modern devletler arasında da belirgin olmaya devam edecek; modern dönemin “daha büyük emeller uğruna daha fazla insanın canını hiçe sayar” yöneliminin değişmesi ise bu esnada en büyük temenni.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.