15 April 2025

Neoliberalizmin sonu mu? Yoksa alternatif arayışları mı?

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Neoliberal düzen çöktü” çıkışı bir süredir gündemde yer alıyor. Erdoğan’ın neoliberalizme yönelik bu eleştirisi ne anlama geliyor? Neoliberal politikaların küresel etkileri neler? Uzmanlar, Erdoğan’ın yorumu hakkında ne düşünüyor? Daha adil bir dünya mümkün mü?

Neoliberalizm, piyasa ekonomisinin temel prensiplerini savunan bir ideoloji ve politika modeli olarak öne çıkıyor. Tanımı net olmasa da genellikle “Bırakınız yapsınlar” anlayışıyla biliniyor. Bu görüşe göre piyasalar, kaynak dağıtımı, büyümenin desteklenmesi ve bireysel özgürlüğün sağlanması konularında devlete kıyasla daha yetkin görülüyor. Devletin bürokratik bir engel ve siyasi bir zorlama olarak algılandığı bu sistemde, kapitalizmin dinamizmi sınırlı bir demokrasiyle birleştiğinde tüm sorunlara çözüm getireceği savunuluyor.  

Neoliberalizm kavramı ilk defa 1938’de Avusturyalı ekonomistler Friedrich von Hayek ve Ludwig Von Mises tarafından ortaya atıldı. İki düşünür de bu kavramın farklı versiyonlarını 1944'te yayımlanan “Köleliğe Giden Yol” ve “Bürokrasi” isimli eserlerinde detaylandırdılar. Neoliberalizm, devletin ekonomiye müdahalesini savunan John Maynard Keynes’in fikirlerine karşıt bir duruş sergiledi. Sovyetler Birliği veya Avrupa Sosyal Demokrasisi gibi devletçi yaklaşımların tam karşısında konumlandı. Neoliberalizmi savunanlar, piyasalara müdahale etmeme ilkesini benimsediler. Ancak 1970’lerde Keynesyen politikalar başarısız olmaya başladı. Neoliberalizm, dönemin İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher ve Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi uluslararası kuruluşlar tarafından destek gördü.  

Serbest piyasaların deregülasyonu, ABD ve İngiltere'de mali ve iş gücü krizlerine neden olarak yoksulluğu ve siyasi istikrarsızlığı tetikledi. Eleştirmenler, neoliberalizmi küresel işçi sınıfının sömürülmesine hizmet eden yeni araçlarla donatılmış bir neoemperyalizm veya neokolonyalizm olarak tanımladılar. Bu eleştiri, neoliberalizmin anti-demokratik eğilimleri içerdiği yönündeki savları güçlendirdi. 1980’lerden itibaren neoliberalizm, birçok Amerikalı için bireysel özgürlük, tüketici egemenliği ve kurumsal verimlilik anlamına geldi. Hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler, politikalarını meşrulaştırmak ve seçmenleri etkilemek için bu ideolojiyi kullandılar. Buna karşın, neoliberalizmi sınırlandırmaya çalışan politikacılar genellikle "sosyalist" olarak etiketlendi.  

Yukarıda belirtilen bilgiler ışığında neoliberalizm, piyasaların kıt kaynakları en iyi şekilde dağıttığını, büyümeyi desteklediğini ve bireysel özgürlüğü devletten daha iyi koruduğunu savunan bir siyasi ve ekonomik felsefe olarak tanımlanabilir. Mali kemer sıkma, deregülasyon, serbest ticaret, özelleştirme ve kamu harcamalarında kesintiler gibi politikaları destekler. Bu politikalar, 1980’lerde Margaret Thatcher ve Ronald Reagan'ın ekonomi politikalarıyla özdeşleşti.  

Erdoğan’ın neoliberalizm eleştirisi: Sorumsuz özgürlük ve bencillik

Cumhurbaşkanı Erdoğan, neoliberalizme yönelik eleştirilerini “sorumsuz özgürlük”, “başıboş hürriyetçilik”, “bencillik” ve “aşırı özgürlük” gibi kavramlar üzerinden dile getirdi. Neoliberalizmin bireysel özgürlüğe ve serbest piyasaya yaptığı vurgu, eleştirmenler tarafından toplumsal sorumluluk eksikliği ve bencillik olarak yorumlandı. Neoliberalizmin temelinde, daha fazla ekonomik özgürlüğün bireyler için daha fazla ekonomik ve sosyal ilerleme anlamına geldiği inancı bulunuyor. Bu ideoloji, serbest girişim, rekabet, deregülasyon ve bireysel sorumluluğun önemini savunuyor. Devletin ekonomik hayattaki rolünü en aza indirmeyi ve özel sektörün etkisini artırmayı hedefliyor. Serbest piyasa kapitalizmi, kaynakların verimli tahsisi, serbest ticaret ve kamu harcamalarında kesintiler neoliberalizmin temel unsurları olarak öne çıkıyor. Ancak bu vurgu, eleştirmenler tarafından “sorumsuz özgürlük” ve “başıboş hürriyetçilik” olarak nitelendirilebiliyor. Deregülasyon, piyasaların kendi kendini düzenleyeceği varsayımına dayanmakla birlikte, bazen etik dışı davranışlara, çevresel zarara ve sosyal eşitsizliklere yol açabiliyor. Bireysel sorumluluğun aşırı vurgulanması ise sistemik sorunların ve sosyal destek ihtiyacının göz ardı edilmesine neden olabiliyor.  

Erdoğan'ın “bencillik” eleştirisi, neoliberalizmin bireysel çıkarı ön plana çıkarmasıyla yakından ilişkili. Neoliberal düşünce, bireyleri rasyonel aktörler olarak görmekte ve seçimlerini kendi çıkarlarına göre yaptıklarını varsayıyor. Bu durum, toplumsal dayanışma ve yardımlaşma gibi değerlerin zayıflamasına neden olabiliyor. Hatta bazı araştırmalar, ekonomi eğitiminin bile bireyleri daha bencil davranışlara yönlendirebileceğini gösteriyor. "Aşırı özgürlük" ifadesi ise neoliberalizmin bireysel özgürlüğe yaptığı mutlak vurguyu eleştiriyor. Eleştirmenlere göre bu aşırı özgürlük anlayışı, toplumsal düzeni ve ahlaki değerleri tehdit edebiliyor. Neoliberalizmin ekonomik özgürlüğü siyasi özgürlüğün ön koşulu olarak görmesi, diğer özgürlük biçimlerinin ve toplumsal ihtiyaçların göz ardı edilmesine yol açabiliyor.  

Neoliberal politikaların küresel etkileri

Neoliberal politikaların küresel çapta çeşitli etkileri oldu. Bu etkiler, ekonomik eşitsizlik, sosyal adaletsizlik, finansal krizler ve çevre sorunları gibi alanlarda belirginleşti.  

  • Ekonomik eşitsizlik: Neoliberal politikaların en çok tartışılan sonuçlarından biri, gelir ve servet eşitsizliğindeki önemli artış oldu. Vergi indirimleri, deregülasyon ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi gibi politikalar, genellikle zenginlerin ve büyük şirketlerin lehine işledi ve bu durum gelir dağılımında ciddi bir bozulmaya neden oldu. Örneğin, ABD'de en üst %1'lik kesimin gelirdeki payı 1979’da %8 iken 2017’de %18’e yükseldi. Aynı dönemde, iş gücüne ödenen gelir payı da düşüş gösterdi.  
  • Finansal krizler: Finansal piyasaların deregülasyonu, neoliberalizmin temel özelliklerinden biri olarak öne çıkıyor. Ancak bu durum finansal istikrarsızlığa ve krizlere yol açabiliyor. 2008 küresel mali krizi, neoliberal politikaların bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Konut piyasasında yaşanan balon ve ardından gelen çöküş, büyük finans kuruluşlarının iflasına ve dünya ekonomisinde derin bir resesyona neden oldu.  
  • Çevre sorunları: Neoliberalizmin ekonomik büyüme ve kâr maksimizasyonuna odaklanması, çevre üzerinde olumsuz etkilere yol açtı. Deregülasyon ve özelleştirme, şirketlerin çevresel kaygıları göz ardı etmelerine ve doğal kaynakları sürdürülebilir olmayan şekillerde kullanmalarına olanak tanıdı. Bu durum; ormansızlaşma, kirlilik ve iklim değişikliği gibi ciddi çevre sorunlarını tetikledi.  
  • Sosyal adaletsizlik: Neoliberal politikalar, sosyal adaletsizlik sorunlarını derinleştirebiliyor. Kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, sosyal güvenlik ağlarının zayıflatılması ve sendika gücünün azaltılması gibi uygulamalar, dezavantajlı grupların durumunu kötüleştirebiliyor. Ayrıca neoliberalizmin bireysel sorumluluğu aşırı vurgulaması, sistemik eşitsizliklerin ve yapısal sorunların göz ardı edilmesine neden olabiliyor.  

Neoliberalizmin sonu mu geliyor?

Akademik çevrelerde ve düşünürler arasında neoliberalizmin sonunun geldiğini savunan çeşitli argümanlar da bulunuyor. Bu argümanlar genellikle neoliberal politikaların başarısızlıklarına ve küresel çapta yaşanan ekonomik ve sosyal değişimlere dayanıyor. 2008 küresel mali krizi, neoliberalizmin temel varsayımlarını ciddi şekilde sarstı. Krizin ardından birçok ülke, neoliberalizmin öngördüğü minimal devlet müdahalesinin aksine, büyük kurtarma paketleri uygulamak zorunda kaldı. Bu durum, serbest piyasaların kendi kendini düzenleyeceği yönündeki neoliberal inancı sorgulattı. COVID-19 pandemisi de neoliberalizmin zayıflıklarını ortaya çıkardı. Pandemi sürecinde birçok ülke, sağlık sistemlerini güçlendirmek, ekonomik destek sağlamak ve sosyal güvenlik ağlarını genişletmek için devlet müdahalesini artırdı. Bu durum, neoliberalizmin savunduğu küçülmüş devlet anlayışının yetersizliğini gösterdi. Küresel çapta artan eşitsizlik ve sosyal adaletsizlik de neoliberalizme yönelik eleştirileri güçlendirdi. Neoliberal politikaların gelir dağılımını bozduğu ve yoksulluğu artırdığı yönündeki kanıtlar, bu ideolojinin toplumsal refahı sağlama iddiasını zayıflattı. Ayrıca yükselen popülizm ve anti-küreselleşme hareketleri de neoliberalizmin sonunun geldiğine dair işaretler olarak yorumlandı. Birçok ülkede seçmenler, neoliberal politikaların yarattığı ekonomik sorunlara ve sosyal bölünmelere tepki göstererek alternatif politikalar talep etti. Bazı düşünürler, neoliberalizmin ideolojik hegemonyasının da zayıfladığını savunuyor. "Başka alternatif yok" söyleminin sorgulanması ve neoliberalizme yönelik artan eleştiriler, bu ideolojinin toplumsal kabulünün azaldığını gösteriyor.  

Neoliberalizm devam edebilir mi?

Neoliberalizmin sonunun geldiğine dair argümanlara rağmen, birçok görüş neoliberalizmin hâlâ etkili olduğunu veya farklı biçimlerde devam ettiğini savunuyor. Bu görüşler genellikle neoliberalizmin kurumsal yapılarındaki yerleşikliği, büyük şirketlerin gücü ve ideolojik etkisinin devamlılığına dayanıyor. Colin Crouch, "Neoliberalizmin Tuhaf Ölüm Dışı Kalışı" adlı kitabında, neoliberalizmin serbest piyasalarla ilgili görünmesine rağmen, uygulamada büyük şirketlerin kamu yaşamı üzerindeki hâkimiyetiyle ilgili olduğunu savunuyor. Crouch'a göre, 2008 mali krizi neoliberalizme temel bir meydan okuma sunmuş olsa da büyük şirketlerin gücü ve etkisi artarak devam ediyor. Bazı akademisyenler, neoliberalizmin "direnç" kavramı aracılığıyla varlığını sürdürdüğünü ileri sürüyor. Bu görüşe göre neoliberalizm, krizlere ve şoklara uyum sağlama yeteneği sayesinde ayakta kalıyor. Bireylerin ve toplumların esnek olması ve piyasa koşullarına adapte olması gerektiği fikri, neoliberalizmin devamlılığını sağlıyor. Ayrıca neoliberalizmin "yeni" biçimler alarak ve farklı ideolojilerle melezleşerek varlığını sürdürdüğü de savunuluyor. Örneğin, bazıları "ilerici neoliberalizm" kavramını ortaya atmış ve neoliberal politikaların sosyal adalet hedefleriyle birleştirilebileceğini iddia etti. Son olarak, neoliberalizmin kurumsal yapılarındaki derin kökleri ve düşünce kuruluşları, medya ve siyaset üzerindeki etkisi de bu ideolojinin kolay kolay ortadan kalkmayacağını gösteriyor.  

Neoliberalizme alternatif arayışları

Neoliberalizmin potansiyel sonu veya dönüşümü tartışılırken, bu ideolojiye alternatif olarak önerilen çeşitli ekonomik ve sosyal politika modelleri de önem kazanıyor.  

  • Düşüş ekonomisi: Zengin ülkelerde ekonomik üretimi ve tüketimi azaltmayı hedefleyen, sürdürülebilirlik ve eşitliği ön planda tutan bir model olarak dikkat çekiyor.  
  • Sosyal piyasa ekonomisi: Serbest piyasa kapitalizmini sosyal politikalar ve düzenlemelerle birleştirerek adil rekabeti ve refahı amaçlıyor.  
  • Paydaş kapitalizmi: Şirketlerin yalnızca hissedarların değil, tüm paydaşların (çalışanlar, müşteriler, tedarikçiler, toplum ve çevre) çıkarlarını gözetmesini öneriyor.  
  • Katılımcı ekonomi: Ekonomik kararların katılımcı karar alma süreçleriyle alındığı, demokratik ve eşitlikçi bir model olarak öne çıkıyor.  
  • Çoğulcu refah devleti: Ekonomik kurumların mülkiyetinin demokratikleştirilmesini ve ekonomik gücün yerel düzeyde dağıtılmasını savunuyor.  
  • Döngüsel ekonomi: Kaynakların mümkün olduğunca uzun süre kullanımda kalmasını ve atık oluşumunun en aza indirilmesini hedefleyen bir üretim ve tüketim modeli olarak dikkat çekiyor.  
  • Refah ekonomisi: Ekonomik büyüme yerine insan ve gezegen sağlığını ve refahını önceliklendiriyor.  

Bu alternatif modeller, neoliberalizmin yarattığı eşitsizlik, çevre sorunları ve sosyal adaletsizlik gibi sorunlara çözüm önerileri sunuyor. Her bir modelin kendine özgü güçlü ve zayıf yönleri bulunmakla birlikte, neoliberalizmin geleceği hakkındaki tartışmalarda önemli bir yer tutuyor.  

Neoliberalizmin geleceği ve Erdoğan'ın açıklamalarının önemi

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın neoliberalizme yönelik eleştirileri, özellikle "sorumsuz özgürlük", "başıboş hürriyetçilik", "bencillik" ve "aşırı özgürlük" ifadeleri üzerinden yaptığı vurgular, bu ideolojinin toplumsal ve kültürel etkilerine yönelik yaygın kaygıları yansıtıyor. Neoliberal politikaların ekonomik eşitsizliği artırdığı, finansal krizlere zemin hazırladığı, çevre sorunlarını derinleştirdiği ve sosyal adaletsizlikleri tetiklediği yönündeki kanıtlar, Erdoğan'ın eleştirilerinin dayanaklarını oluşturuyor. Akademik çevrelerde de neoliberalizmin sonunun gelip gelmediği veya dönüşüm geçirip geçirmediği yönünde yoğun tartışmalar yaşanıyor. Bazı görüşler, son ekonomik krizlerin ve toplumsal değişimlerin neoliberalizmin hegemonyasını zayıflattığını savunurken, diğerleri bu ideolojinin kurumsal yapılarındaki yerleşikliği ve büyük şirketlerin gücü sayesinde hâlâ etkili olduğunu veya farklı biçimlerde devam ettiğini ileri sürüyor.  

Sonuç olarak, neoliberalizmin geleceği belirsizliğini koruyor. Ancak bu ideolojinin yarattığı sorunlara çözüm arayışları, degrowth ekonomisi, sosyal piyasa ekonomisi, paydaş kapitalizmi, katılımcı ekonomi, çoğulcu refah devleti, döngüsel ekonomi ve refah ekonomisi gibi çeşitli alternatif ekonomik ve sosyal politika modellerinin ortaya çıkmasına neden oldu. Erdoğan'ın açıklamaları, neoliberalizmin geleceği hakkındaki bu geniş tartışmanın bir parçası olarak değerlendirildiğinde, bu tartışmaya Türkiye özgünlüğünde önemli bir boyut katıyor.

Uzmanlar neler söylüyor?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın neoliberalizm eleştirilerini değerlendiren Doç. Dr. Enes Bayraklı; “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözleri, son yıllarda dünyada giderek daha fazla tartışılan bir gerçeğe işaret ediyor: Neoliberalizmin küresel ölçekte sorgulanması ve zayıflaması. Bu zayıflamanın hem ekonomik krizlerle hem de toplumsal eşitsizliklerle yakından ilişkisi var” dedi. Bayraklı değerlendirmelerine; “Neoliberalizm ve vahşi kapitalizm, serbest piyasa ekonomisinin sınırlandırılmaması gerektiğini savunur. Ancak bu model hem küresel düzlemde hem de ulus devletler içerisindeki, gelir dağılımını adaletsizleştirdi; zengin ile yoksul arasındaki uçurum insanlık tarihinde görülmemiş boyutlara yükseldi. 2008 ekonomik krizi ve pandemi gibi olaylar, devlet müdahalesinin ne kadar hayati olduğunu gösterdi. Neoliberal sistem, sağlık, eğitim gibi kamu hizmetlerini özelleştirdiği için kriz anlarında toplumlar savunmasız kaldı. Bu da ulus devlete olan güveni yeniden arttırdı” şeklinde devam etti.

Bayraklı’ya göre; “Neoliberal politikalar, devleti ‘küçültme’ anlayışıyla toplumsal refah mekanizmalarını zayıflattı. Bu da hem yoksulluğu artırdı hem de kamusal dayanışmayı erozyona uğrattı. Bunun neticesinde tüm dünyada ciddi toplumsal bir enerji birikmesi oldu, aşırı sağcı ırkçı partiler bu enerjiyi kullanarak iktidara yürümeye başladı. Bu ise insanlığı daha büyük bir felakete sürükleyecektir. Sınırsız büyüme hedefi ve doğaya maliyet gözüyle bakılması, iklim krizini derinleştirdi. Dünya tarihinde insanlığın şahit olmadığı oranda bir çevresel yıkım ortaya çıktı. İnsan ve tabiat tahrip edildi. Neoliberalizm, vatandaşları tüketici kimliğine indirger. Bu yaklaşım, dayanışma ruhunu zayıflatır. Kâr odaklı profesyonel STK’ları teşvik eder, böylece tabandan gelen hareketlerin önünü keser. Toplumsal katılımı bireyselleştirir, kolektif eylemleri küçümser. Kamusal alanı daraltır, hak temelli mücadelelerin etkisini azaltır.”

Doç. Dr. Enes Bayraklı, neoliberalizme alternatiflerin tartışıldığı bugünlerde alternatifleri de yorumladı.

  • Post-neoliberalizm: Daha kapsayıcı ve sosyal adaleti önceleyen devlet politikalarını savunur.
  • Sosyal devletin güçlendirilmesi: Eğitim, sağlık ve konut gibi alanlarda kamunun aktif rol alması.
  • Yeşil ekonomi ve adil dönüşüm: Hem doğayı koruyan hem de sosyal eşitliği hedefleyen politikalar.
  • Kamucu ekonomi: Kamu yararını merkeze alan, eşitlikçi ve planlı ekonomi yaklaşımları.

Peki, daha adil bir dünya mümkün mü?

Doç. Dr. Enes Bayraklı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ortaya koyduğu “Daha adil bir dünya mümkün mü?” fikri hakkında da “Evet, mümkün ama kolay değil. Bunun için devletin yeniden düzenleyici rolünü üstlenmesi gerekir. Eşitsizlikleri azaltacak vergi sistemleri uygulanmalıdır. BM Güvenlik Konseyi reformu dünya üzerindeki farklı toplumları ve kültürleri yansıtacak bir şekilde yapılmalı. Sivil toplum güçlendirilmelidir; sadece yardım eden değil, hak arayan bir yapı olarak. Tabiatı ve insanın doğasını tahrip eden vahşi kapitalist sistem sürdürülemez. Sonuç olarak, Erdoğan’ın sözleri Batı merkezli mevcut dünya düzenindeki kırılmayı yansıtıyor. Neoliberalizmin yerini daha katılımcı, sosyal adalet odaklı ve doğa ile uyumlu sistemlerin alması, ancak kararlı siyasi irade ve güçlü toplumsal taleplerle mümkün olabilir” açıklamalarında bulundu.

“Devletin artan rolüne ihtiyaç duyuluyor”

“Star” gazetesi yazarı Prof. Dr. Filiz Katman da Bayraklı gibi neoliberal politikaların popülaritesinin giderek azaldığını düşünüyor. Katman, “Neoliberal politikaların popülaritesinin gittikçe azaldığı aşikâr. 1980’lerde Ronald Reagan, Margareth Thatcher ve Turgut Özal döneminin problemlerine çözüm olarak keynesyen ekonomiden piyasa temelli politikalar olan deregülasyon, özelleştirme, hükûmet harcamalarında kesinti ve liberalleşme paketleri uygulanmıştı. Refah devleti uygulamalarının bırakıldığı yani sosyal hizmetlerin devlet tarafından temin edilmesinin bırakılarak bireysel kazanıma bırakılması da dâhil olmak üzere bu politikaların özellikle Covid-19 salgını sonrasında artan kırılganlıklarla mücadelede çözüm yaratmak bir yana asıl ihtiyaç duyulan çözümler olması nedeniyle pek çok ülkede devletin artan rolüne ihtiyaç duyuluyor” yorumunu yaptı.

Katman, sözlerini şöyle hitama erdirdi: “Amerika Birleşik Devletleri önceki dönem başkanı Joe Biden’ın öğrenci kredilerini affetmesinden tutun da salgın döneminde bir tür norm hâline gelen önceki isimlendirmesiyle vatandaşlık maaşı türünde asgari ücretin ödenmesi, kırılgan grupların zaruri ihtiyaçlarının kamu kurumları-vatandaş iş birliği içerisinde karşılanması gibi çözümler salgının yarattığı hasarı azaltmada etkin rol oynamıştır. Son dönemde artan korumacı politikalar, ekonomik milliyetçilik çerçevesinde tarifelerin getirilerek yurtiçi üretimin artırılıp yurtdışı tüketimin artırılarak cari açıktan cari fazlaya yönelme çabaları da görülmektedir.”

Uluslararası İlişkiler Uzmanı Hasan Bakır da Doç. Dr. Bayraklı ve Prof. Dr. Katman’a hak vererek neoliberal ekonomi modelinin tartışmaya açık olduğunu vurguladı. Geniş zamanlı bir değerlendirmede bulunan Bakır, “1980’lerden itibaren dünyanın birçok yerinde tanımlanan hegemonya stratejisi piyasasıdır. Nitekim bu dönemde yükselen neoliberal düşünce, bu söylem ve politika üzerinden bir hegemonya oluşturmaktaydı. Yine kapitalist dünya ile birleşme söylemi de bu bağlamda oldukça önemliydi. Nitekim IMF ve Dünya Bankası’nın politikalarının yapısal uyum adı altında benimsenmesi, yani piyasa söyleminin mutlak doğru olarak yüceltilmesi oluşturulmak istenilen yeni hegemonya projesinin bir parçası olarak değerlendirilmiştir. Bu bağlamda neoliberal anlayış temelinde ortaya konan yapısal dönüşümler ve dünya ekonomisi ile yeni bütünleşme süreci, ortaya çıkan krizlerin de olağan karşılanmasına yol açarak oluşturulan yeni hegemonyanın, hegemonya bunalımına yol açmasını engellemiştir” sözleriyle düşüncelerini ifade etti.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...