13 May 2024

Mercidabık Zaferi olmasaydı Mısır fethedilemez miydi?

Yavuz Sultan Selim Han, İslam dünyasını tek bir bayrak altında toplanmasını istiyordu. Bu projesinin en önemli adımı olan Mısır Seferi'ni Samet Tınas 3 soruda anlattı.

Yavuz Sultan Selim niçin Mısır seferine çıktı?

Fatih Sultan Mehmed zamanında hac için su yollarının tamiri meselesinden başlayıp Osmanlı askerlerine yapılan feci muamele sebebiyle gerilen Osmanlı-Memlük ilişkileri, bazı tarihçilere göre İstanbul fatihinin son seferindeki hedefini de teşkil ediyordu. Ardından II. Bayezid ile Cem Sultan arasındaki saltanat mücadelesinde Memlüklerin Cem’i himâye etmeleri ve bilâhare Osmanlı topraklarına salarak çatışmaları alevlendirmesi ipleri kopma noktasına getirdi. İki devlet arasında 1485’te başlayıp 1491’e kadar süren muharebeler pek çok mal ve can kaybına sebep oldu. Ancak Endülüs’teki Müslümanlar aleyhindeki gelişmeler ve Portekiz tehdidi iki devletin yeniden ortak hareket etmesine müncer olmuş ve Sultan I. Selim Han tahta çıkana kadar münasebetler dostâne devam etmişti.

Selim Han’ın Çaldıran’da Safevîleri büyük bir mağlûbiyete uğratarak Dulkadir Beyliği’ni de ortadan kaldırması Memlükleri ciddi bir endişeye sevk etti. Dulkadir Beyliği’ne karşı girişilecek faaliyetlerin kendilerine karşı bir tehdit olarak telâkki edileceklerini bir elçilik heyetiyle bildiren Memlüklere Sultan I. Selim’in cevabı çok sert oldu. Gavrî için “...eger merd ise Mısır’da hutbesin ve sikkesin müstemir etsin”diyen Yavuz, maktül hükümdar Alâüddevle’nin başını bir mektupla birlikte kendisine yolladı. Zaten Sultan Selim Han’ın taht mücadelesinde olduğu ağabeyi Şehzade Ahmed’in oğullarını Gavrî’nin himâye etmesi, Selim Han’ı hiddetlendirmişken bir de Dulkadir mes’elesi üzerine tuz-biber ekmişti.

Bu esnada Şah İsmail, Osmanlıların tekrar üzerine geleceğini tahmin ederek Kansu Gavrî’ye mektup yazıp ittifak talep etti. Gavrî de Sünnî ulemânın muhalefetine rağmen bu ittifakı kabul etti. Zaten Gavrî’nin ordusundaki disiplinsizlik, halka yapılan zulüm ve baskı büyük bir muhalefet uyandırmışken, Sünnî bir devlete karşı Şiîlerle ittifak etmesi ulemânın tepkisine yol açtı. Hatta bu muhalefetin, Mısır ulemâsının Osmanlı elçilerine kendi ülkelerini alması için davete sebep olduğunu söyleyen Rıdvan Paşazâde gibi tarihçiler bile vardır. İbrahim Gülşenî’nin Menâkıb’ında Yavuz Sultan Selim’in Mısır ulemasının ağzından mektuplar yazdırarak İstanbul’a gönderttiği yazılmaktadır ki şayet bu doğruysa, Sultan Selim’in mevcut durumu nasıl ustaca lehine çevirdiği, seferin meşruiyeti için böylesine mahirâne bir diplomasiyi nasıl yürüttüğünü açıkça gösteriyor.

İki Sünnî devletin harp edecek duruma gelmesi hakikaten meşru bir zeminde mümkün olabilirdi. Zira Memlükler üzerine sefer kararı alınınca Celâlzâde’ye göre derhâl dinî bakımdan bir mahzur bulunup bulunmadığı konusunda İstanbul’a adam gönderildi. Müfti ve ulemâdan fetva istendi.

Zira iki Sünnî Müslüman hükümdarın çarpışması şer’an bazı sebeplerin oluşmasını gerektiriyordu. Gelen cevapta “sûret-i mesfûrede anlar üzerine varmak şer’i olup, katı’ü’t-tariklerdir, anlar ile kıtâl ve muhârebe cihâd u gazâdır. Kâtili gâzi ve murâbıt, maktülü şehid ü mücâhid olur”denilerek gereken cevaz verilmişti.

Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferine çıkmasına sebep olan bu siyasî atmosferin dışında bir de Baharat Yolu’nun Mısır’dan geçmesi sebebiyle Osmanlı’nın burayı kontrol etmek istemesiyle birlikte Portekiz tehdidi de sayılmalıdır. Memlükler, Portekiz tehdidi sebebiyle vaktiyle Osmanlılardan yardım istemiş, Mukaddes Toprakların tehdit altında oluşu Sultan Selim’i rahatsız eden hususlardan biri olmuştur.

Osmanlı tarihçileri bütün bu zahirî sebeplere ilâveten bir de padişahın manevî işaret aldığından söz eder. Buna göre Hoca Saadeddin Efendi’nin bizzat babası Hasan Can’dan naklettiği hadise hülâsaten şöyle cereyan etmişti:

Hasan Can, Kapı Ağası Hasan Ağa’nın gördüğü ve anlatmaktan çekindiği bir rüyâsından söz eder. Hasan Ağa, rüyasında çalınan bir kapıyı açtığı vakit Arap kılığında bayraklı ve silahlı birçok kişinin durduğunu, kapının hemen yanındaki dört şahsın içinden kapıyı çalanın elinde padişahın ‘ak sancağını’ taşıdığını görür. Bu zat kendisini Hz. Ali, yanındakileri ise Ebûbekir, Ömer ve Osman olarak tanıtır, diğerlerinin sahabe olduklarını söyler. Kendilerini Hz. Peygamber göndermiştir ve Sultan Selim Han’a bir mesaj yollamıştır. Hz. Peygamber’in mesajı ‘...Kalkıp gelsin ki Haremeyn hizmeti O’na buyuruldu’ şeklindedir. Rüyayı dinleyen Hasan Can hemen bunu Padişah’a anlatır. O da kendisinin ilâhî bir misyonla vazifelendirilmiş olduğunu bildiren şu sözleri söyler: ‘...Biz sana demez miyiz ki biz bir cânibe me’mûr olmadan hareket etmemişiz, ebâ vü ecdâdımız velâyetten behre-mendler idi kerâmetleri vardır, içlerinde heman hiç onlara benzemedik.’

Mısır Memlükleri kaç safhada mağlup edildi?

Memlükler durdurulamayan Moğol ordularını mağlup etmiş bir devletti. Ayrıca II. Bayezid zamanında Ağaçayırı Muharebesi’nde Osmanlılara karşı bir zafer de elde etmişti. Ancak I. Selim Han, Memlük üzerine gitmekte kararlıydı ve 5 Haziran 1516’da Üsküdar’dan hareket edip 23 Temmuz’da Elbistan sahrasında Sinan Paşa kuvvetleriyle birleşti.

O zamana kadar seferin yönü Safevîler olarak biliniyordu ki, Tebriz bu durumdan çok rahatsızdı. Osmanlılardan ikinci darbeyi yerlerse tarih sahnesinden silinebilirlerdi. Ancak Selim Han, Safevîlerle münasebetleri gün yüzüne çıkmış ve elçilerini hapsetmiş olan Memlükleri hedefine koymuştu. Süratli bir şekilde Elbistan’dan güneye inip muhtemel Safevî yardımının önünü kesti. Kansu Gavrî, Osmanlı ordusunun yaklaştığını öğrenince paniğe kaplmış hapsettiği Osmanlı elçilerini serbest bırakıp hediyelerle birlikte Yavuz’a yollamıştı. Fakat elçilerden Zeyrekzâde Padişah’ın katına çıkıp kendilerine revâ görülen muameleyi anlatınca padişah çok sinirlenmişti. Ardından huzuruna çıkan Memlük elçisini azarlamış ve başını tıraş ettirip, üzerine yağlı bir çul giydirerek uyuz bir eşeğe bindirerek: “Efendine söyle Mercidâbık’ta karşıma çıksın” diyerek Memlük ordugâhına geri göndermişti.

18 Ağustos’ta Besni’yi alan Yavuz, burada Memlüklerin Ayıntab valisi olan Yunus Bey’i huzuruna kabul edip tâbiiyetini aldı. Akabinde Halep’e kadar Osmanlı ordusuna rehberlik etti. Kansu Gavrî ise Halep’ten çıkmış Mercidâbık’ta ordugâhını kurmuştu. 24 Ağustos 1516’da iki ordu “Merc-i Dâbık” denilen sahrada karşı karşıya geldi.

Memlük ordusu 50.000-60.000 civarındaydı ve neredeyse tamamı atlı birliklerden oluşuyordu. Çok az sayıda Bedevî Araplardan müteşekkil yaya kuvveti vardı. Ordusu klasik kesici ve delici silahlarla mücehhezdi. Ateşli silah ve topları mevcut değildi.

Pratik olarak meydan savaşlarında ateşli silahların, hızlı süvari hücumlarına karşı olan müessiriyeti konusunda hiçbir tecrübelerinin olmadığı açıktı. Topu ve muhtemelen de tüfeği çok iyi biliyorlardı ama bunları daha çok kale muhasarası ve müdafaasındaki tesirinden dolayı tanıyorlardı. Onlara yabancı gelen husus, Osmanlıların alışık olduğu seri ateş gücünü sağlayan 2.000 dolayındaki tüfekçi yeniçeri güçlerinin varlığı idi. Husûsiyle bir meydan muharebesinde top ve tüfeğin tesirini hiç hesaba katmamışlardı. Toplu olarak değil de geniş bir sahaya yayılarak yapılan seri hücumda topların gücünü rahatlıkla kırabileceklerini zaten düşünmüş olmalıydılar. Ancak tüfekli piyadelerin kolayca yer değiştirerek toplu ateş edebilme becerilerini dikkate almamış oldukları da kesindi.

Buna mukabil Osmanlı ordusu 60.000’in üzerinde 2.000 kadar tüfekçi ve bir o kadar da okçu birliğinden oluşuyordu. Ayrıca 150 civarında da hafif tipte topları vardı. Memlük ordusu merkezde Kansu Gavrî, sağ kısımda Halep emiri Hayırbay, sol cihetinde Şam valisi Sibay şeklinde yerini aldı. Osmanlılar ise âdetleri üzere hilâl şeklinde dizildiler. Merkezde padişah, kapıkulu, sipahi ve yayalar ile konumlanırken sağ tarafında Zeynel Paşa, Hüsrev Paşa, Şehsuvaroğlu Ali Bey; sol tarafında Küçük Sinan Paşa ve Bıyıklı Mehmed Paşa şeklinde sıralandılar.

Artık iki ordu birbirine girmiş, herkes bildiği harp hünerlerini sergilemeye başlamıştı. Çerkes mızraklarından kolların bozulmakta olduğunu gören Selim Han, derhâl vezirlerinden Sinan Paşa’yı sağ kola; Yunus Paşa’yı ise sol kola yöneltti. Osmanlı merkez kuvvetlerinin top ve tüfek atışlarıyla muharebeye dalmaları bir anda harbin seyrini değiştiriverdi.

Memlük ordusunun sağ kanadı çöktü ve Hayırbay kumandasında Halep’e çekildi. Ancak Kansu Gavrî harp sahasında durmakta kararlıydı ve askerini cesaretlendirmeye çalışıyordu. Tam bu sırada bir top mermisi kulağının dibinde patlayıp kendisini şaşkına çevirdi. Kulak zarı patlayan Gavrî bir adamıyla birlikte harp meydanının dışına çıktı. Başsız kalan Memlük ordusu, Osmanlı askeri karşısında tutunamadı. Karargâh bütün eşyası ile birlikte Osmanlıların eline geçti.

Harbin neticesini kesin sûrette Osmanlı ateş gücü tayin etmişti. Burada hafif darbzen topları, tüfekten biraz daha iri ancak kolay taşınabilir prangı ve şakalos tipi toplar ve nihayet fitilli el silahı olan tüfekler, müdafaa kastıyla değil aynı zamanda hücuma kalkılırken kullanılmıştı.

Harbin sonunda Sultan Selim Han, Kansu Gavrî’nin durumunun araştırılmasını istemiş; çavuşlardan birisi Gavrî’nin kesik başını padişaha getirmişti. Mercidâbık, harbin ilk safhasıydı…

İkinci safha Memlük emirlerinin Osmanlı ilerleyişine karşı 10 Ekim 1516’da Tumanbay’ın etrafında toplanıp onu hükümdar ilân etmeleriyle başladı. Yavuz Sultan Selim bunun üzerine Tumanbay’a bir mektup yazdı ve kendi adına para bastırıp, hutbe okutursa Gazze’den öteye olan Mısır topraklarını Memlüklere bırakacağını söyledi. Mektubun tesirinde kalan Tumanbay, evvelâ kabul etmeyi düşünse de yanındaki emirlerin yönlendirmesiyle bundan vazgeçti.

Tumanbay ve Mısır beyleri Yavuz Sultan Selim’in Kilikya ve Suriye’yi fethini geçici görüyor; Cengiz ve Timur gibi Mısır üzerine gelemeyecek ve Filistin’den döneceğini düşünüyorlardı. Fakat Osmanlı padişahı hiç beklenmeyen bir şey yaptı ve Suriye’yi Mısır’dan ayıran Sina Çölü’nü geçerek yeniden Memlük ordusunun karşısına çıktı. Yavuz Sultan Selim’in gündüz sıcaklığın kırk dereceye çıkıp, gece ise sıfıra düştüğü bu kum deryasını geçmesi Memlüklerde maneviyat bozulmasına sebep oldu. Lâkin topografya şartlarını tam mânâsıyla bilmeyen Selim Han’ın dikkatli davranması gerekiyordu. Bunun için Tumanbay’ın ordusu hakkında Sinan Paşa’dan raporlar aldı.

Sultan Selim Han 23 Ocak 1517 akşamı Reydâniye’de birkaç alayını Memlükler karşısında konuşlandırdı. Kendisi ise asıl birlikleriyle beraber güneye doğru hareket edip el-Mukattam dağını dolaştı ve Memlük mevzilerinin arkasına düştü. Bu müthiş manevra ile Memlük ordusunun siper ve hendeklerinden istifade şansını sıfıra indirdi. Zira Memlüklerin topları yere çakılıydı ve döndürülme şansı yoktu. Yine de Osmanlılara karşı güçlü bir direniş sergilediler. Fakat harp gittikçe aleyhlerinde seyrediyordu.

Bunun üzerine Tumanbay Osmanlı merkez birliğine saldırıp Yavuz Sultan Selim’i öldürmeyi planladı. Ancak Sinan Paşa’nın gayretleriyle bu hücum püskürtülmüş bozguna uğrayan Memlük ordusunu gören Tumanbay kaçarak kurtulmuştu.

Tomanbay daha sonra yakalanıp, muhakeme edildikten sonra idam edildi. Aslında Yavuz Sultan Selim muhakeme esnasında kendisini bir ara Osmanlı’ya tâbi bir vali yapmayı düşünmüştü fakat Memlükler’in eski Halep valisi Hayırbay ve Şehsuvaroğlu Ali Bey, bu takdirde işlerin hiç de kendi lehlerine olmayacağını düşünerek padişahı bu fikrinden vazgeçirdiler. Böylece Kahire’nin kapıları Yavuz Sultan Selim’e açılmıştı.

Hilâfeti devraldı mı?

Yavuz Sultan Selim’in Memlük Sultanlığı’nı tarih sahnesinden silişi, onun “tevhid siyaseti”nin bir parçasıydı. Memlük Devleti’nin ortadan kaldırılmasıyla mukaddes topraklar otomatik olarak Osmanlılara geçmişti. Ayrıca Mercidâbık galibiyetiyle birçok esir de alınmıştı ki, bunların arasında Halife III. El-Mütevekkil de bulunuyordu.

Yavuz Sultan Selim zaferden dört gün sonra Halep’e girmiş, kale zabitleri gelip şehrin anahtarlarını teslim etmişlerdi. Selim Han, halifeyi ve mezhep kadılarını kabul ederek iyi muamelelerde bulundu. İşte bu esnada halifelik alâmetlerini aldığı rivayet edilir. Hatta Halep Büyük Camii’nde hatip adını “Hâkimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” diye anınca müdahale edip “Hâdimü’l-Haremeyni’ş-Şerifeyn” diyerek tevâzuunu gösterdiği nakledilir.

İstanbul’a döndüğünde Ayasofya’da bir tören tertip edilip Yavuz Sultan Selim’in hilâfeti halifeden devraldığı rivayeti 18. asırda ortaya atılmış olduğundan pek çok muteber tarihçi bu bilgiyi kabule şâyân bulmamıştı.

Aslında hilâfetin İslam devleti reisliği olduğu göz önünde bulundurulursa, Yavuz Sultan Selim’den evvel Fatih’in hatta I. Murad’ın dahi bu unvanı kullandığı bilinmektedir. Fakat burada aynı anda birden fazla halifenin olduğu bir Fetret Devri söz konusudur. Yavuz Sultan Selim ile birlikte güç tek elde toplandığından halifelik unvanı Osmanlı tarihinde onunla aynîleşmiştir.

Döneminin Selimnâmelerinde bu merasimin olmayışı devir-teslim şeklinde bir “intikâlin” olmadığı kanaatini kuvvetlendirmektedir. Ancak son zamanlarda konu üzerine müdekkik çalışmalar yapan Uğur Demir hocamızın hilafetin devri meselesinin 16. asırda literatüre girdiğini ispatlamasıyla III. Mütevekkil’den Yavuz Sultan Selim’e bir intikalin de olabileceği bilgisi tazelik kazanmıştır.

Kaynakça

Demir, Uğur, “Hilafetin Osmanlı’ya Devri Meselesi ve Buna Dair Bir Literatür Değerlendirmesi”, Türk Kültürü İnceleme Dergisi 40, İstanbul 2019.

……………..,  Osmanlı Hilafetinin İlk Asırları, Yeditepe Yayınları, İstanbul 2020.

Feridun Emecen, Yavuz Sultan Selim, Kapı Yayınları, İstanbul 2019.

………………, “Selim I”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), XXXVI, İstanbul 2019.

Hoca Saadeddin Efendi, Tâcü’t-Tevârih, haz. İsmet Parmaksızoğlu, C. II, Kültür Bakanlığı Kültür Yayınları, İstanbul 1992.

Rıdvanpaşazâde Abdullah Çelebi, Târih-i Mısır (İnceleme ve Metin), haz. Samet Tınas, Yüksek Lisans Tezi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü, İstanbul 2016.

Tansel, Selahattin, Yavuz Sultan Selim, TTK Yayınları, Ankara 2020.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...