08 October 2024

Macron-Netanyahu gerginliği ve arada kalan Lübnan

İsrail ve Fransa liderleri arasında yaşanan gerilimin arkasında ne yatıyor? Neler oldu ve liderler karşı karşıya geldi? Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un açıklamalarını, Lübnan’a düzenlenen kara harekâtı mı etkiledi? Tüm bu sorular ve dahasını gelin birlikte ele alalım.

Emmanuel Macron geçtiğimiz günlerde “France Inter” adlı radyo programında yaptığı açıklamalarla Netanyahu ile karşı karşıya geldi. “Önceliğimiz siyasi çözüme dönmek, Gazze’de savaşmak için silah göndermeyi bırakmaktır” dedi. Netanyahu ise Macron’un açıklamalarına “Kendinden utanmalı!” diyerek yanıt verdi.

Fransa olayların başladığı 7 Ekim Hamas saldırılarının ardından İsrail’in Gazze’ye yönelik yürüttüğü operasyonlarda kimi zaman yaptığı açıklamalarla İsrail’in “aşırıya” kaçtığını dile getiriyor. Bununla birlikte özellikle insani yardımların ulaşmasının engellenmesi ve Gazze’deki sivil halkın İsrail operasyonları ile katledilmesine karşı da sivilleri hedef almama çağrısında bulunuyor. Ancak Macron bu çağrılarının yanı sıra İsrail’in operasyonlar sırasında elde ettiği esir kurtarma anlarından da memnuniyetini dile getirmekten geri durmuyordu. Fransa liderinin yaptığı açıklamalar ve rehinelerin serbest kalmasına karşı memnuniyetini ifade ettiği açıklamalarını bir arada “tutarlı” ve “adil” olduğunu iddia ederken yaptığı açıklamaların alenen bir tarafı doğrudan “sevindirmediğini” ve “makul” olanı dile getirdiğini söylüyor. Ancak Macron’un “adil” ve “tutarlı” olduğunu iddia ettiği söylemleri yoğun şekilde eleştiriliyor. Çünkü Macron olayların başladığı 7 Ekim saldırılarından itibaren “İsrail’e koşulsuz destek verilmesi gerektiğini” de dile getiriyor. Bu da Macron’un açıklamalarının dediği gibi “tutarlı” olmadığını gösteriyor. Özellikle uluslararası tepkiler, Macron’un bir denge siyaseti izleme gayretinde olduğunu ancak bunu başaramadığı görüşünde.

Tüm bunlar olurken Macron’un duruşuna kronolojik olarak bakmak gerekirse görünen tablo şu şekilde:

  • Macron'un 7 Ekim saldırılarına ilk tepkisi, “İsrail’in kendini savunma hakkını koşulsuz destekliyoruz” oldu.
  • Saldırıların başlamasının ardından birçok ABD’li yönetici, soluğu İsrail'de alırken Macron, “uzlaşıya yönelik somut adımlar olmadan” ziyaret planlamadığını açıkladı.
  • Bölgeye gitmesi ve barış çağrısı yapması yönündeki kamuoyu baskısına rağmen Macron’un Orta Doğu ziyareti, 7 Ekim'den tam 18 gün sonra geldi.
  • Geçen sürede ise Fransa'da Filistin'e destek gösterileri “kamu güvenliği” gerekçesiyle yasaklanırken, yasağa rağmen gösteri yapan kişiler “Yahudi karşıtı” olmakla suçlanarak gözaltına alınmaya başlandı.
  • Saldırıların başından bu yana İsrail'e "koşulsuz destek" veren ve ateşkes çağrısı yapmaktan kaçınan Macron, bir ilke imza atmak isteyerek 9 Kasım'da Paris'te "Gazze’deki Siviller İçin Uluslararası İnsani Konferans" düzenledi.
  • Macron konferansta, 7 Ekim'den yaklaşık bir ay sonra ilk defa "ateşkes" dedi.
  • Ateşkes çağrısı yaptığında ise İsrail'in Gazze'de öldürdüğü Filistinlilerin sayısı 10.569'a ulaşmıştı.
  • Macron, 11 Kasım'da BBC'ye verdiği röportajda İsrail'e karşı kullandığı dili sertleştirdiği görüldü. “Bebekler, kadınlar, yaşlılar bombalanıp öldürülüyor. Bunun hiçbir gerekçesi ve meşruiyeti yoktur. Bu yüzden İsrail'i durmaya çağırıyoruz" dedi ve İngiltere ve ABD'den ateşkes çağrısı yapmalarını istedi.
  • Bu röportajın ardından ise İsrail Cumhurbaşkanı ile telefonda görüşen Macron’un İsrail Cumhurbaşkanı’na “kendisini ifade ettiği” İsrail Cumhurbaşkanlığı tarafından duyuruldu.
  • Ancak Elysee Sarayı, gelen bir açıklamayla Macron'un görüşmede hâlen insani konulara temas ettiğini ve iki devletli çözümü vurguladığını savundu.

Bu, Macron’un “tutarlı” ve “adil” olduğunu düşündüğü duruşunu zedeleyen bir noktada göründü. Zira İsrail’e yönelik uyarılarını yaparken sivil toplumun gerçekleştirdiği eylemlere getirdiği kısıtlar ve karşı tavrının “Yahudi düşmanlığı” üzerinden kurulması, aslında Macron’un da Avrupa’nın genel yanılgısı olan İsrail’in yaptıklarını eleştirmekle Yahudi karşıtı olmak arasında sağduyulu bir ayrım yapamadığını gösteriyor.

Fransa’nın İsrail’e silah satışı

Uluslararası Af Örgütü’nden Fransa'ya, İsrail'e silah satışını durdurması çağrısı yapılmıştı. Uluslararası Af Örgütü Fransa Şubesi Başkanı Jean-Claude Samoullier, örgütün internet sitesinde 20 Şubat'ta Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron'a yönelik yayımladığı açık mektupta, Gazze'de "soykırım yaşanma" riskine dikkati çekerek, Fransa'nın İsrail'e silah satışlarını durdurmasını talep etmiş ve Uluslararası Af Örgütü’nün başını çektiği 11 sivil toplum kuruluşu, İsrail'e silah satışının durdurulması için mahkemeye başvurmuştu.

Sivil toplum kuruluşları, İsrail'e silah satışına karşı Fransız devletine 3 farklı dava açtı. Bu davalarda özellikle ML3 olarak bilinen mühimmat için verilen silah ihracat lisansının kaldırılması, ML15 olarak bilinen kızıl ötesi ve termal görüntüleme ekipmanlarına ve ML5 bombardıman hesaplayıcılarına yönelik ihracat lisansının askıya alınması hem askerî hem sivil amaçlı kullanılan mallar için tüm lisansların kaldırılması talep edilmişti. Mayıs’ta ise mahkeme, Gazze'deki sivil katliamına karşı önlem almak isteyen kuruluşların, İsrail'e silah ihracat lisanslarının askıya alınmasına ilişkin taleplerini tamamen reddetti. Mahkeme, lisanslara ilişkin kararların idari değil, Fransa'nın uluslararası ilişkilerine yönelik siyasi faaliyetler olduğunu bildirdi. Buna karşın ise Fransa'da silahlı kuvvetlerden sorumlu bakan Sebastien Lecornu, Fransa'nın İsrail'e yaptığı ihracatın, Fransa'nın savunma ihracatının sadece küçük bir yüzdesini (0,2) temsil ettiğini ileri sürmüştü. Bu anlatısını desteklemek içinse eski verileri gösteren Bakan, 2022'deki toplam 27 milyar euro savunma bütçesinden silah teslimatları için yaklaşık 15 milyon euro kullanıldığı belirtti ve bunun Fransa için “vazgeçilebilir” bir durumda olduğunu dile getirdi.

Netanyahu: “Yazıklar olsun onlara”

Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, İsrail'e silah sevkiyatının durdurulması çağrısında bulundu. Cumartesi günü France Inter’e konuşan Macron, “Bence bugün öncelikli olan siyasi çözüme geri dönmemiz ve Gazze'de savaşmak üzere [kullanılan] silah sevkiyatını durdurmamızdır” dedi ve Fransa'nın artık İsrail'e silah göndermediğini de sözlerine ekledi. “Fransa hiç silah vermiyor” diyen Macron, daha öncesinde kendi bakanının yaptığı açıklama ile kısmen ters düşmüş oldu.

Macron, France Inter’de verdiği demeçteki yorumları, Netanyahu'dan hızlı bir yanıt aldı. Netanyahu, ofisi tarafından yayımlanan bir bildiride şöyle söylüyordu: "İsrail, İran'ın önderlik ettiği barbarlık güçleriyle savaşırken tüm medeni ülkeler, ‘İsrail'in yanında sağlam bir şekilde durmalıdır’ dedi. Ancak Başkan Macron ve diğer Batılı liderler, şimdi İsrail'e karşı silah ambargosu çağrısında bulunuyorlar. Yazıklar olsun onlara.” Macron'un ofisi ise cumartesi günü daha sonra kendi açıklamasıyla yanıt verdi. Fransa'nın “İsrail'in sadık bir dostu” olduğunu söyledi ve Netanyahu'nun tepkisini “aşırı ve Fransa ile İsrail arasındaki dostluktan uzak” olarak nitelendirdi.

Netanyahu, İsrail'in baş düşmanı İran tarafından desteklenen gruplara karşı birçok cephede savaştığını söyledi. "İran; Hizbullah'a, Husiler'e, Hamas'a ve diğer vekillerine silah ambargosu mu uyguluyor? Elbette hayır" dedi. Her üç grup da Tahran tarafından destekleniyor ve İsrail'e karşı "direniş ekseni"nin bir parçası. “Bu terör ekseni bir arada duruyor. Ancak bu terör eksenine karşı olduğu varsayılan ülkeler, İsrail'e silah ambargosu çağrısında bulunuyor. Ne utanç verici!” diyerek tepkisini göstermişti.

“Sarsılmaz taahhüt”

Bu açıklama trafiğinin ardından ise Macron ile Netanyahu bir telefon görüşmesi gerçekleştirdi. Fransa Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamaya göre, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 6 Ekim Pazar günü Başbakan Binyamin Netanyahu ile yaptığı telefon görüşmesinde ülkesinin İsrail'in güvenliğine ilişkin "sarsılmaz taahhüdünü" yinelerken, Gazze ve Lübnan'da ateşkes konusunda ısrarcı oldu. Fransa Cumhurbaşkanlığından yapılan açıklamada, "Hamas'ın İsrail'e yönelik terörist saldırısının birinci yıl dönümü arifesinde, Fransız halkının İsrail halkıyla dayanışmasını dile getirdi" denildi. Macron'un ayrıca "ateşkesin zamanının geldiğine olan inancını" dile getirdiği kaydedildi.

Netanyahu, ofisine göre Macron ile yaptığı telefon görüşmesinde “İsrail'in dostlarının bunun arkasında durması ve sadece İran'ın kötülük eksenini güçlendirecek kısıtlamalar getirmemesi bekleniyor” dedi. Netanyahu ayrıca Macron'a, İsrail'in Hizbullah'a karşı mücadelesinin Lübnan'daki "gerçeği değiştireceğini" ve tüm Orta Doğu'ya istikrar getireceğini söyledi. Netanyahu'nun ofisinden yapılan açıklamaya göre Başbakan, Macron’la pazar günü yaptığı görüşmede, "Başbakan, İsrail'in Hizbullah'a yönelik eylemlerinin, Lübnan'daki gerçekliği, tüm bölgede istikrar, güvenlik ve barışın yararına değiştirme fırsatı yarattığını vurguladı" dedi.

Lübnan konusunda Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un özel bir ilgi gösterdiğini ortaya koyan bir gelişme ise bu telefon görüşmesinden bir gün önceki Frankofoni Zirvesi’nde ortaya kondu.  Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 5 Ekim Cumartesi günü yaptığı açıklamada, aralarında Fransa ve Kanada'nın da bulunduğu Uluslararası Frankofoni Örgütü'nün (OIF) 88 üyesinin Lübnan'da “derhâl ve kalıcı” bir ateşkes çağrısı yaptığını söyledi. Macron, Frankofoni Zirvesi’nin sonunda gazetecilere yaptığı açıklamada, "Oy birliğiyle derhâl ve kalıcı bir ateşkesten yana olduğumuzu ifade ettik ve bölgedeki gerginliğin azaltılmasına olan bağlılığımızı dile getirdik" dedi, Fransa'nın ekim ayında Lübnan'a destek amacıyla uluslararası bir konferans düzenleyeceğini sözlerine ekledi. Hem Paris hem de Washington ateşkes çağrısı yaparken Macron, "Başbakan Netanyahu'nun başka bir tercih yapmasından, özellikle Lübnan topraklarındaki kara operasyonları konusunda bu sorumluluğu üstlenmesinden üzüntü duyuyorum" dedi. Bu durum Macron’un Lübnan konusundaki özel hassasiyetini göstermesi adına ise oldukça değerliydi.

Fransa ve Lübnan arasındaki tarihsel bağ

Fransa Cumhurbaşkanı’nın Lübnan konusundaki bu özel duruşunun ise aslında tarihsel bir arka planı mevcut. Bu arka plan, Lübnan’ın Fransa mandası olduğu günlere kadar dayanıyor. Fransız Manda Yönetimi, 1926’da etnik ve dinî kimliğe dayalı ve bugün birçok sorunun temel nedeni olarak gösterilen ilk anayasayı hazırladı. Cumhurbaşkanının Maruni Hristiyan, başbakanın Sünni Müslüman ve meclis başkanının Şii olduğu bu sistem, bağımsızlığın kazanılmasının akabinde sağlanan “Ulusal Pakt” ile kanunlaştırıldı. Bu sistem ise Lübnan’ın bugünkü karışık siyasi yapısının ortaya çıkmasına neden oldu.

Ülkede 1975-1990 arasında yaşanan iç savaşın sonrasında ise siyasi gruplar yeni bir sistem üzerine anlaşmaya varamadı ve Lübnan eski sistemle yönetilmeye devam etti. Bu da mevcut sorunların Fransa’nın miras bıraktığı sistemin hatalarıyla devam etmesine neden oldu. Bu durumda ortada güçlü bir devleti olmayan bir Lübnan yarattı. Lübnan'ın çok unsurlu dinî ve etnik yapısında Sünni, Şii, Alevi ve Dürziler Müslüman kesimi oluştururken; Hristiyan kesim Maruni, Rum Katolik, Ermeni Ortodoks, Ermeni Katolik, Süryani Ortodoks, Süryani Katolik, Keldani, Aşuri, Kıpti Ortodoks ve Kıpti Katolik gibi mezheplerden meydana geliyor. Bu sistemde cumhurbaşkanlığı makamı Maruni Hristiyanlara tahsis edilirken, başbakanlık Sünni, parlamento başkanlığı ise Şii kesime verildi. Parlamento, Hristiyanlar ile Müslümanlar arasında 6/5 oranında bölüştürüldü. Bu sistemdeki en geniş yetki cumhurbaşkanının elindeydi. Ancak bu dağılım kimi zaman ülkede cumhurbaşkanı seçilmesinin zorlaşması gibi siyasi krizlere de sebebiyet verdi.

Lübnan'ın zayıf siyasi ve sosyal yapısı, ülkeyi dış müdahalelere açık bir hedef hâline de getirdi. Suriye ordusu, 2005'te eski Lübnan Başbakanı Sünni lider Refik Hariri suikastından sonra oluşan baskı sonucu Lübnan'dan çekilmek zorunda kalsa da Suriye'nin Lübnan siyaseti üzerindeki etkisi devam ediyor. Şii Hizbullah'ın İran ve Suriye'nin desteğiyle son yıllarda ülkedeki siyaset sahnesinde konumunu güçlendirmesinden sonra, İran'ı tehlikeli bir rakip olarak gören ve Hizbullah'ın yükselmesinden rahatsız olan Suudi Arabistan, Lübnan'a yardımları büyük oranda kesti. Bu adımdan en çok etkilenen kesim Sünniler oldu. Bu karışık durum Lübnan’ın İsrail saldırısı ile tekrar gündeme gelmiş durumda. Zira Lübnan’ın güçlü bir siyasi yönetimi olmadığı için İsrail saldırısı, ülkenin bütünlüğünü tehdit eder durumda.

İsrail saldırısı bir milyon insanı yerinden etti 

5,5 milyonluk bu ülkede -Lübnan yetkililerine göre Hizbullah'ı diz çöktürmek amacıyla- 23 Eylül'de başlatılan İsrail saldırısı, yaklaşık bir milyon insanı yollara döktü. (BM tarafından doğrulanan bir rakam.) Bu insanlar ülkenin güneyinden ve doğusundan, ayrıca başkentin ağırlıklı olarak Şii bölgelerinden olan güney banliyölerinden kaos ve aciliyet içinde ayrıldılar.

Evlerini terk etmek zorunda kalanların çoğu akrabalarına sığındı. Ancak herkesin böyle bir seçeneği yoktu. Batı Beyrut'ta birçok ailenin yerleştiği Hamra bölgesinin her yerinde uzun trafik sıkışıklıkları oluşuyordu. Beş yıllık ekonomik olarak cehenneme doğru inişin ardından tükenmiş bir ülkede bu büyük bir insani kriz. “Bugün, Lübnan'daki nüfusun yarısı ya yerinden edilmiş ya da mülteci [Suriyeliler ve daha az ölçüde Filistinliler]” diye özetledi UNICEF'in Lübnan temsilcisi Edouard Beigbeder.

İsrail, Lübnanlılar için sonuçları ne olursa olsun, bulduğu avantajını zorlamak istiyor. Bu çok dar görüşlü bir hesaplama olarak göze çarpıyor. Geçmişte saldırılardan kaçınmayan bir milis gücü olan ve aynı zamanda bir siyasi parti olan Hizbullah'ın değişken yapısı, Lübnan'ın mezhepsel mozaiğini oluşturan Şii bir topluluk tarafından desteklendiğini hatırlatıyor. İsrail saldırısı ayrıca neredeyse iflas etmiş, siyasi olarak felç olmuş ve ekonomik olarak tükenmiş bir ülkeyi vurdu. Lübnan'a daha fazla kaos eklemek, Lübnan'ın toparlanmasının başlangıcı için vazgeçilmez bir ön koşul olacak istikrarı sağlamayacaktır. Bu durumda Orta Doğu’da ne İsrail’in ne Fransa’nın ne de Lübnan’ın işine yarayan bir durum yaratıyor.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...