Lozan Antlaşması, azınlık okulları ve yabancı okullar için neler söylüyor?
Son aylarda yeniden tartışmaya açılan azınlık okulları ve yabancı okullar meselesinin temelinde ne yer alıyor? Lozan Antlaşması bu meselesinin neresinde?
Ülkemizde yabancılara ait okullar denen "yabancı okullar" ve Türk vatandaşı olan azınlıklara ait okullardan oluşan "azınlık okulları" olmak üzere iki tür vardır. Osmanlı eğitim tarihi, ulusal kurumların oluşturulması yanında, ayrıca imparatorluğun yapısından ve içinde yaşanılan yüzyılın özelliklerinden kaynaklanan gelişmelerle doludur. Gerek "yabancı" gerekse "azınlık" okulları sadece Osmanlı İmparatorluğu ile "Düvel-i Muazzama" arasındaki siyasi mücadelenin hukuksal birer sonucu olmaktan öte, sosyolojik olarak da Osmanlı modernleşmesinin çok sayıdaki dinamiğinin, değişik dinî ve etnik cemaatler üzerinde yarattığı etkinin de birer ürünüdürler.
Osmanlı Devleti’nin azınlıklara ilk önce bir lütuf olarak tanıdığı kendi dil, din ve kültürlerinde eğitim ve cemaat hâlinde yaşama hakkı, devletin zayıflamasına paralel olarak Batılı devletlerin teşvik ve destekleriyle Osmanlı’nın siyasi birliği ve varlığına karşı kullanılan bir silah hâline gelmiştir. Bu hak, Batılı devletlerin sağladığı destekle azınlıklara siyasi bağımsızlıklarını kazanma yolunu açmıştır. Batılı devletler, kapitülasyonların ürünü olan yabancı okulları da hem azınlıkların kültürel kimliklerinin gelişmesi ve siyasi bağımsızlıklarını kazanmaları hem de Osmanlı Devleti üzerindeki siyasi ve iktisadi emellerinin gerçekleşmesi için bir vasıta olarak kullanmışlardır. Avrupalı devletler, Türkiye’de sürekli olarak etnik ve azınlık gruplarla ilgilenmişler, Türkiye’de insan haklarını sadece azınlık ve etnik grupların hakları olarak algılamışlardır[1].
Bu okulların varlığı Cizvitler açısından 16. yüzyıla, Kapuçinler açısından ise 17. yüzyıla kadar götürülebilir. Müslüman topluluklar üzerinde misyoner faaliyetlerde bulunmanın nafile bir gayret olduğunu anlayan bu dinî örgütler çabalarını Hristiyan unsurlar üzerine yöneltmek zorunda kalınca, Osmanlı millet sisteminin cemaatlere tanıdığı kolaylıklardan yararlanarak ve büyük ölçüde ruhsatsız olarak faaliyetlerine devam etmişlerdir. Ulusal bilinçlenme dolayısıyla Balkanlar’daki gayrimüslim unsurlar üzerinde bile etki kuramayan bu okullar, daha çok bu tür bir bilinçten uzak Hristiyan Arap ve Ermeni toplulukları üzerinde etkili olmuşlardır.
Yabancı okullar, Lozan’ın yarattığı hukuksal belirsizliğin sonucu
“Azınlık” okulları İmparatorluğun yaşadığı siyasal-sosyolojik değişimin, "yabancı" okullar ise varlıklarına rağmen, hukuksal olarak tamamı ile ilk büyük savaşı doğuran uluslararası bir çatışmanın arkasından ortaya çıkan ve Lozan’ın yarattığı hukuksal belirsizliğin sonucudur. En doğru tanımlamayla "yabancılara ait okullar" denebilecek bu okullar; İtalya, İngiltere, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri’ne, son bir kısmı ise "diğer devletlere ait" bulunmaktadır. Lozan Antlaşması’nda "yabancı" eğitim kurumlarından hiç bahsedilmemesine rağmen, Lozan Mektupları denen mektuplarla 30 Ekim 1918’den önce Osmanlı ülkesinde mevcut yabancı okulların imtiyaz ve garantilerinin devam edeceği bildirilmiş ve Türk Devleti bu mektuplara, Lozan Antlaşması’nın bir maddesiymiş gibi bağlı kalmıştır.
Azınlık okulları, devletin okulu olarak değil de devlet karşısında Lozan Antlaşması ile garanti altına alınmış, özel okullardan faklı olarak da azınlık cemaatlerine ait bulunmaktadır. Böylece bu okulların varlıkları, ilgili cemaatin fiilen ve hukuken varlığını sürdürüp sürdürmemesine bağlı bulunmaktadır. "Yabancı okullar" ülkemiz vatandaşı ya da kuruluşu olmayan yabancılara ait okulları anlatırken, "azınlık okulları" ise adından da anlaşılacağı gibi, ülkemizde mevcut ve Lozan Antlaşması ile "azınlık statüsü"nde garanti altına alınmış bulunan, mensupları birer Türk vatandaşı olan Rum, Ermeni ve Yahudi cemaatlerine, yani ülkemizde resmen tanınmış tek azınlık grubu olan gayrimüslimlere ait bulunmaktadırlar. Hukuksal dayanak ve çerçevesi itibarıyla her iki okul türü de artık tamamı ile uluslararası hukukun konusudur. Nitekim 1982 Anayasası da eğitim alanında uluslararası yükümlülüklerin ifası ve özellikle yabancıların müktesep haklarının korunması açısından, eğitime hakkına ilişkin 42. maddenin 9. fıkrasının son cümlesinde: "(...) Milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır" demektedir. Bundan azınlık okullarının kastedildiği açıktır.
Lozan’da azınlık tanımı nasıl yapıldı?
Azınlıklar, içinde yaşadıkları toplumdan kültürel, etnik ya da ırksal özellikleri bakımından farklı olan topluluklar olarak tanımlanmaktadır. Birleşmiş Milletler Alt Komisyonu’nun 3. oturumunda azınlık kavramı “Bir toplum içinde sürekli etnik, dil ve dinî geleneklere yahut diğer önemli özelliklere sahip olan, bu özellikleri nedeniyle toplumun diğer kesiminden açık açık olarak ayrılan ve bu özellikleri muhafaza etmek isteyen, hâkim pozisyonda bulunmayan grupları ifade eder” nitelemesi ile tanımlanmıştır.[2] Bunun gibi farklı azınlık tanımlarına göz attığımızda kabul gören en genel tanımlardan bir tanesi, National Minorities; An International Problem (Uluslararası Bir Sorun Olarak; Ulusal Azınlıklar) çalışmasında Inis L. Claude tarafından yapılmıştır. Bir devletin içinde bir ulus oluşturduğuna veya bir ulusun parçası olduğuna ve nüfusunun çoğunluğunun dâhil olduğuna ikna olmuş, ulusal bünyenin dışında kalanları azınlık olarak tanımlamaktır.[3]
Türkiye’de, Lozan Antlaşması’na göre Rumlar Ermeniler ve Yahudiler, 1925 tarihli Türk Bulgar Dostluk Antlaşması’na göre de Hristiyan Bulgarlar azınlık olarak kabul edilmişlerdir. Türkiye Cumhuriyeti azınlıkların belirlenmesinde dinî mensubiyet esas kıstas olarak alınmıştır.
Lozan’da okullar meselesi
Lozan Konferansı’nda “azınlıklar” meselesi; iç tüzüğün 5. maddesi gereğince kurulan üç komisyondan ikincisi, yani “Yabancılar ve Azınlıklar Komisyonu’nda” görüşülecekti. Ancak meseleyi Lord Curzon’un ele almasıyla konu I. Komisyon’da tartışıldı. Azınlıklar sorunu ilk defa, 12 Aralık 1922’de toplanan Arazi ve Askerlik Komisyonu’nda görüşüldü. Genellikle bir gün öncesinden heyetlere tebliğ edilen toplantı gündemi, bu defa Türk delegesine o gece yarısı tebliğ edildi.[4] Türk murahhas heyeti, Lozan’da her konuda olduğu gibi okullar meselesinde de hassasiyetini ve kararlı tutumunu devam ettirdi. Görüşmeler sırasında kapitülasyonlarla birlikte Fransızların eskiden elde ettikleri imtiyazları kaybetmemek ve okulların sayısını arttırmak için uğraştılarsa da bu istekleri reddedildi.[5]
Lozan Konferansı’nın başladığı günlerde Atatürk “Azınlıklara gelince, bu konuda değiş tokuşu ileri sürmüştük. Öbür devletlerin temsilcileri de bu konuda bizim fikrimizi izlemişler ve onaylamışlardı. Ama bir fesat ve hıyanet ocağı olan, ülkede ayrılık ve uyuşmazlık tohumları saçan, Hristiyan hemşerilerimizin huzur ve refahı için de uğursuzluk ve felaket simgesi olan Rum Patrikhanesi’ni artık topraklarımızda barındıramayız. Bu tehlikeli örgütü ülkemizde tutmamız için ne gibi vesile ve nedenler ileri sürülebilir? Türkiye’nin Rum Patrikhanesi için topraklarında bir sığınma göstermeye ne zorunluluğu vardır? Bu fesat yuvasının gerçek yeri Yunanistan değil midir?” şeklinde bir beyanatta bulunmuştu.[6]
Lozan Konferansı görüşmeleri sırasında tartışılan konulardan biri de Türkiye’deki yabancı okullar meselesi olacaktı. 20 Kasım 1922’de başlayıp 4 Şubat 1923’e kadar süren evrede bu konuda hiçbir anlaşmaya varılamadı. Hatta İtilaf Devletleri, Türkiye’de bulunan yabancı okul ve kurumları hakkında bazı özel isteklerde bulundular. Mütareke dönemi ve öncesinde açılmış olan bütün kurumların, eski muafiyet ve imtiyazlarının diğer devletlere de tanınarak aynen devam etmesini istiyorlardı. Türkiye bu kurumların kısmen de olsa ülke ilerlemesindeki katkısını devam etmekle birlikte ülke bütünlüğü aleyhine zararlı fikirlerinde telkin edildiğini ve dinî propaganda yapılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getirerek bu talepleri reddetti.
Azınlıklar koruma altında
Lozan Antlaşması’nın Yunanlılarla imzalanan bölümde “İstanbul’daki Rum-Ortodoks Patrikhanesi yine İstanbul’da olacak ve dokunulmazlığı olacaktı. İstanbul Rumları yayın, okul açma, hastane ve vakıf işlerinde serbest olacaklar, Türk mahkemelerinde kendi dilleriyle ifade vermelerine engel olunmayacak, dinî tatillerinde mahkemeye çağrılmayacaklardı. Bu hakların hepsi Batı Trakya Türkleri için de geçerli olacaktı.
Genel hükümler şöyleydi: Kapitülasyonlar kaldırılmıştır. Yabancı okullar, (İstanbul’daki Robert Kolej, İzmir, Tarsus ve Kayseri’deki Talas Amerikan Kolejleri ile Sen-Josef, Sen Benua, Sen Pulseri, Notre Dam De Sion Fransız mektepleri, İngiliz High School, İngiliz Kız Orta Mektebi, Alman Lisesi, Avusturya Lisesi, İtalyan Lisesi, Bulgar Lisesi) Türk, Maarif Vekâleti müfettişleri tarafından teftiş edilebilecekler ve muavinlerinden birisi Türk olacaktır. Yabancı hastaneler ise (Alman, Amerikan, Fransız ve Bulgar) Sağlık Bakanlığınca kontrol edilebilecektir.
Bu kesimdeki hükümlerle Türkiye’nin Müslüman olmayan azınlıklarına tanınmış olan haklar, Yunanistan tarafından da kendi ülkesinde bulunan Müslüman azınlığa tanınmıştır. Açılması, genişletilmesi, devredilmesi ve kapatılması ve kimlerin devam edeceği özel kurallara bağlı bulunan, gerek "yabancılara" gerekse "azınlıklara" ait okulların Anayasa’ya yasalar ile bağlı olacakları açıktır. Bu bağlamda "yabancı" ve "azınlık" okullarının müfredat programları Millî Eğitim Bakanlığı tarafından onaylanmadıkça uygulanamaz ve bu okullar tarafından "dışarıdan okul bitirme" imtihanları yapılamaz. Ayrıca bu okulların bazı yöneticilerinin belirlenmesi de özellik göstermektedir. İster "yabancılara" ister "azınlıklar"a ait olsun bütün okullar, 625 sayılı ÖÖKK’nun 2. maddesi uyarınca Millî Eğitim Bakanlığının denetim ve gözetimi altındadır. Bunların uluslararası hukuk çerçevesinde sahip oldukları güvenceye karşılık, ülkenin hukuk düzenine saygıları esastır.
Ancak bunların eğitim özgürlüğünün evrensel standartlara uygun olarak verilmesine Türkiye’nin engel olması söz konusu olamaz. Diğer yandan, uluslararası hukukun kabul ettiği sınırlamaların getirilmesine engel olunmaması gerekir. ÖEKK’nun 25. maddesi "Bu kanunun yayımı tarihinde mevcut olup 23 Ağustos 1923 tarih ve 340 sayılı Kanun’a bağlı antlaşmanın 40 ve 41. maddeleriyle ilgisi bulunan okulların özellik göstermesi gereken hususları yönetmelikle tespit edilir. Yönetmelik, ilgili memleketlerin bu konudaki mütekabil mevzuat ve uygulamaları dikkate alınmak suretiyle hazırlanır. Yönetmelikte belirtilmeyen hususlarda resmî okullar mevzuatı uygulanır. Bu okullarda yalnız Türk vatandaşlarının çocukları okuyabilirler” şeklindeydi.
“Bazı sakıncaları olmasa, Türkiye dâhilinde bir tek ecnebi mektep bırakmam”
Yabancı okullara karşı Atatürk, başlangıçtan itibaren kararlı bir tutum içinde olacaktı. Merzifon’da Pontus örgütlerine merkezlik yapmış ve bunu hükûmetine bildiren Türk öğretmenin Rumlar tarafından öldürülmesine zemin hazırlamış olan Amerikan Okulu bizzat TBMM hükûmeti tarafından 1921’de kapatıldı, evraklarına el konuldu. Daha önceden de Ermeni ve Rum çetelerine yardım ettiği bilinen Amerikan okullarına karşı tutum da sertleşti. Maarif Vekili Hamdullah Suphi, 1921’de TBMM’de yabancı okullar hakkında yaptığı şu konuşma Cumhuriyet hükûmetinin bu konuda yapması gerekenleri anlatmaktadır: “Bazı sakıncaları olmasa, Türkiye dâhilinde bir tek ecnebi mektep bırakmam. Fakat bu, dâhili olduğu kadar haricî bir meseledir. Amerikan mekteplerini kapattığımız gün, Amerika üzerinde bunun yankıları ne olacaktır, düşünüp incelemeliyiz. İtalyan mekteplerini kapattığımız zaman yine ortaya çıkacak etkileri göz önüne almalıyız. Demek ki elimizde bir çare vardır; o da mekteplerimizi, ailemizi, ecnebi mekteplere ihtiyaç göstermeyecek bir surette yükseltmektir. Kendi mekteplerimiz, lazım gelen irfan ve terbiyeyi temin etti mi, emin olunuz bir tek aile çocuklarını ecnebi mekteplerine yollamaz.”
Lozan Antlaşması’yla yabancı okullar için yeni bir statü kabul edilmişti, bu antlaşmanın 40. maddesine göre yabancı ve gayrimüslim okulları Türk okulların kanun ve yönetmeliklerine tabi olmak şartıyla varlıklarını sürdürebileceklerdi. Lozan Antlaşması’yla birlikte yabancı ve gayrimüslim okullara tanınan imtiyazlar tamamen ortadan kalktı ve bu okullarda Türk kanun ve yönetmeliklerine tabi kılındı.
Lozan Antlaşması’nın 40. maddesi; “Gayrimüslim ekalliyetlere mensup olan Türk tebaası hukuken ve fiilen diğer Türk tebaaya tatbik edilen aynı muamele ve aynı teminattan müstefit olacaklar ve bilhassa masrafları kendilerine ait olmak üzere her türlü müesesatı hayriye, diniye veya içtimaiyeyi, her türlü mektep ve sair müesesatı talim ve terbiyeyi tesis, idare ve murakabe etmek ve buralarda kendi lisanlarını serbestçe istimal ve ayini dinîlerini serbestçe icra etmek hususlarında müsavi bir hakka malik bulunacaklardır.”
Yabancı okulların Lozan Antlaşması’yla tanınması, delegelerin karşılıklı mektuplarına bağlıdır. Bu konuda karşılıklı yazılmış üç mektup vardır. Bu mektuplar, Türk delegasyonun başkanı İsmet Paşa tarafından İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilere yazılmış olan ve onlarında cevaben yazdıkları mektuplardır. Lozan Antlaşması’nda yer alan bu mektuplarla Türkiye; sadece Fransa, İtalya ve İngiltere’ye ait 30 Ekim 1914’ten önce varlığı tanınmış olan din, öğretim, sağlık ve yardım kurumlarını tanımıştır. Her ne kadar Lozan Antlaşması’yla sadece mektup verilen bu üç ülkeye okullarını devam ettirme hakkı verilmişse de 1914’ten önce açılan diğer ülkelerin okullarının da Lozan Antlaşması’nda adları geçmemesine rağmen faaliyetlerine devam hakkı verilmiştir. Ancak Lozan Antlaşması hükümleri çerçevesinde bu mektupların yedi yıllık geçerlilik süresi, 13 Ağustos 1931’de dolmuş ve bağlayıcı hükümleri ortadan kalkmıştır. Bu mektupların içeriğine bir örnek olması açısından İsmet İnönü’nün Fransız temsilciye yazdığı mektup aşağıda verilmiştir: “Türk hükûmetinin, Türkiye’de 30 Ekim 1914 gününden önce varlığı tanınmış Fransa’ya bağlı din, öğretim, sağlık ve yardım kurumlarının varlıklarını gene tanıyacağını… Fransız kurumlarının durumlarını yasalara uygun biçime getirmek üzere anlayışla inceleneceğini, … yukarıda sözü geçen kurumlar, benzeri Türk kurumlan ile tam eşit bir işlem görecek ve onlara ilişkin kamu düzeni hükümleri ile yasalara ve yönetmeliklere bağlı tutulacaklardır. Bununla birlikte şurası kararlaştırılmıştır ki, Türkiye hükûmeti iş bu kurumların çalışma koşullarını ve okullar konusunda, öğretimlerinin gereği olan kuruluş göz önünde tutacaktır.”
TBMM, ülkede hiçbir din ya da mezhebin kendi propagandasını yapmasını istemiyordu
Türkiye Cumhuriyeti ulusal bir devlet olmak için kendi topraklarındaki Rumların büyük bir kısmım Yunanistan’daki Türklerin bir kısmıyla değiştirdiğinden, tehcirle Ermenilerin büyük kısmı Türkiye Cumhuriyeti topraklan dışında kaldıklarından ve geriye kalan gayrimüslimlerin çoğunluğu kendiliğinden ülkeyi zaten terk ettiklerinden gerek azınlıkların gerekse yabancıların okullarına dair düzenleme yapma, Osmanlı Devleti döneminden çok daha farklı özellikler göstermiştir. Yabancı okullar çok sıkı denetim altına alınabilmişti.
1924’ten itibaren Türk hükûmeti, Türk okullarını laikleştirmeyi amaçlarken bunu ülkede bulunan yabancı okullarda da gerçekleştirmek istiyordu. Hatta Lozan Antlaşması’ndan hemen sonra bu konuda hükûmet çalışmaya başlamıştır. Artık TBMM, ülkede hiçbir din ya da mezhebin kendi propagandasını yapmasını istemiyordu. Din konusunda okullar ister yerli ister yabancı olsun tarafsız olmalı ve okullarda tek amaç, çağdaş bir eğitim vermek olmalıydı. Türk hükûmeti medreseleri kapatmayı dahi göze almışken, yabancıların dinî eğitim veren okullarına karşı duyarsız olması mümkün değildi. İşte bu nedenle 3 Mart 1924 tarihli Tevhid-i Tedrisat (Öğrenimin Birleştirilmesi) Kanunu’yla diğer bakanlıklara ve vakıflara bağlı tüm yerli ve yabancı okullar, Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmıştı.
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun ilgili maddeleri şöyleydi:
Madde 1. Türkiye dâhilindeki bütün müessesatı ilmiye ve tedrisiye Maarif Vekâleti’ne merbuttur.
Madde 2. Şer’iye ve Evkaf Vekâleti veyahut hususî vakıflar tarafından idare olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâleti’ne devir ve raptedilmiştir.
Madde 3. Şer’iye ve Evkaf Vekâleti bütçesinde mekatip ve medarise tahsis olunan mebaliğ Maarif bütçesine nakledilecektir.”
Bu kanun, kimi yabancı okul ve yabancı kuruluşların direnciyle karşılaşmış ve bağlı oldukları ülkeler kanalıyla Türkiye’ye baskı yapmaya çalışmışlarsa da Türk hükûmeti geri adım atmamıştır. Yabancı okulların bir kısmında Türk Devleti’ne karşı yıkıcı faaliyetler olduğu, bazı okullarda dinî sembol ve resim bulundurmaya hâlâ devam edildiği için, bunları önlemeye yönelik olarak 26 Eylül 1925’te ve 7 Şubat 1926’da genelgeler çıkartılmıştı.
1925 ve 1926 yılı genelgelerinin getirdiği düzenlemeler
26 Eylül 1925 tarihli genelge şu düzenlemeleri içeriyordu:
-Hiçbir okulda Türk ve Türk Devleti aleyhine, derslerde veya ders dışında bir ifade kullanılmayacaktır.
-Türklerin bugününü ve dününü kötüleyen Türk ve Türk Devleti aleyhine yazılmış kitaplar bulunmayacaktır.
-Türk toprakları hiçbir ülkenin parçası olarak gösterilmeyecektir.
-Ders kitaplarında hiçbir ülkenin propagandası yapılmayacaktır.
-Tüm yabancı okullarda haftada beş saat Türk dili, Türk tarihi ve coğrafyası okutulacaktır.
-Türk dili, Türk tarih ve coğrafya öğretmenleri Türk olacak ve Millî Eğitim Bakanlığınca seçilecektir.
-Okullarda her türlü dinî propagandanın yapılması yasaktır.
-Okullarda dinî semboller bulundurulmayacaktır.”
Lozan Antlaşması’ndan sonra bu okulları ilgilendiren birçok yasal düzenleme yapılacaktı. 3 Mart 1924 tarihli ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile Türkiye Cumhuriyeti’ndeki bütün eğitim-öğretim kurumları Millî Eğitim Bakanlığına bağlanmıştı. 1925 yılında yayınlanan bir genelge ile Türk tarihini kötüleyen kitapların yok edilmesi, Türk tarih ve coğrafyasına ilişkin kasıtlı değişiklik ve yanlışlıkların düzeltilmesi, kitaplarda yabancı devletlerin propagandalarına yer verilmemesi, din propagandası yapılmaması, yabancı devlet büyüklerinin resimlerinin asılmaması, bayraklarının bulundurulmaması istenilmişti.
1926 yılında bir emirle okullara Atatürk fotoğrafı asılması, tertip ve düzene özen gösterilmesi, okul kiliselerine ibadet amacıyla dahi olsa dışarıdan kimsenin alınmaması istenmiş ve öğretmenlerin kimliklerinin, mesleki yeterliliklerinin bakanlıkça inceleneceği, maarif müdürlerinin okulları denetleyebilecekleri ilköğretim denetçilerinin denetimler yapacakları, önceden kapatılmış olan okullardan gizlice faaliyetlerine devam edenler olduğu duyumlarının alındığı ve bu tür gizli faaliyet gösteren okulun bulunduğu vilayetin maarif müdür ve memurlarının mesleklerine son verileceği duyurulmuştur.
1925-1931 yılları arasında, 1928 yılında yeni Türk harflerinin kabulü ve Atatürk'ün eğitime verdiği önem sonucu, Türk millî eğitiminin yaşadığı büyük gelişme sürecinde yabancı ve azınlık okullarına karşı olan ilginin hızla azaldığı görülmektedir. Keza 1931 yılında, resmî okullarda ilköğretimin zorunlu hâle getirilişi de bu açıdan ayrı ve önemli bir gelişmedir. Azınlık ve yabancı okullara devam eden çocukların çoğunun Türk okullarını tercih etmesiyle sayıları 300'e ulaşan yabancı ve azınlık okullarının büyük bir bölümü kendiliğinden kapanmıştır. 29 Aralık 1934‟ de kabul edilen 2644 sayılı Tapu Kanunu’nun 3. maddesinde “Mevcudiyetleri Türkiye Cumhuriyeti hükûmetince tanınmış olan gayrimüslimlere ait dinî, ilmî ve hayrî müesseselerin hükûmet kararına müsteniden sahiplendikleri gayrimenkuller, hükûmet izni alınmak şartıyla müesseselerin hükmî şahsiyetleri namına tescil olunabilir” denmiş; böylece azınlık okullarının mevcut binalarını genişletmeleri veya kullanım amacını değiştirmeleri engellenmiştir.
13 Haziran 1935 yılında yürürlüğe giren 2762 sayılı “Vakıflar Kanunu”, azınlık okullarının eğitim-öğretim dışında farklı amaçlarla kullanılmasını yasaklaması bakımından önemlidir. Azınlık okullarının büyük bir çoğunluğunun finansmanını karşılayan azınlık vakıfları, bu kanunun kabulüyle artık istedikleri gibi faaliyet gösteremeyeceklerdir. Bu kanunla yönetim kurulu kararının Bakanlar Kurulu'nca onaylanması hâlinde bu gibi vakıfların bir diğer hayra tahsisi (Madde 10) mümkün kılınmış, bu vakıfların satılabilmesi Vakıflar Başmüdürlüğünün yetkisine verilmiş (Madde 12), yabancı ve azınlık okullarının onarım izinleri ile onarımın, taşınmazın aslî yapısına aynen uygun tarzda gerçekleştirilmesini kontrol ve Vakıflar Tüzüğü'nün 48. maddesiyle Vakıflar Başmüdürlüğüne bırakılmış, vakıfları yönetenler "kamu görevlisi" sayıldıklarından (Vakıflar Kanunu Madde 35) bunlar hakkında soruşturma yapma yetkisi, Vakıflar Genel Müdürlüğü denetçilerine tanınmıştır.
1935 yılında yayımlanan 2739 sayılı "Bayramlar ve Genel Tatiller Hakkında Kanun” ile azınlık okullarında, resmî bayram ve tatiller dışında, kendi özel dinî gün ve bayramlarında da öğretime ara verilmesi uygun görülmüş; bu husus sonraki düzenlemelerde de aynen korunmuştur. 07/11/1935 tarihinde, Millî Eğitim Bakanlığınca 2584 sayılı Yabancı Okullar Yönergesi yayımlanmış; bu yönerge ile Türkçenin öğretilmesi, yabancı okullarla ilişkin öğretim programlarının ve ders kitaplarının bir komisyonca incelenmesi, Türkçe kitaplarının Türk okulları için bastırılanlarla aynı olması, Türkçe derslerini Türk öğretmenlerin vermeleri, tarih ve coğrafya derslerinin de Türkçe olarak ve Türk öğretmenleri tarafından okutulması, yabancı okulların hiçbir gerekçe ile yeniden şube açamayacakları, mevcut okullardaki sınıf sayılarının artırılmayacağı vb. hususlarına açıklık getirilmiştir.
İkinci Dünya Savaşı sonrasında yapılan düzenlemeler
Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan 20 Nisan 1951 tarihli Kültür Anlaşması ve 20 Aralık 1968 tarihli Atina Protokolü, azınlık okullarını ilgilendiren bazı hususları içermektedir: Kültür anlaşmalarında ortaöğretim öğrencilerine karşılıklı tatil bursları konulması; her iki ülke okul kitaplarında, bu ülkeler hakkındaki yanlış bilgilere yer verilmemesi; Atina Protokolünde ise ana dillerin karşılıklı olarak Türk ve Yunan uyruklu öğretmenlerce okutulması; karşılıklı olarak kontenjan öğretmenleri atamalarının, tarafların Eğitim Bakanlıklarınca verilecek izne tabi olması; Rum azınlık okullarındaki Türk bayrakları ile Atatürk resimlerinin ve köşelerinin aynen korunması öngörülmektedir. Bu konuda Millî Eğitim Bakanlığının 29/1/1970 tarih ve 1735 sayılı bir genelgesi de mevcuttur.
1955 yılında yürürlüğe giren 6581 sayılı "Azınlık Okulları Türkçe ve Türkçe Kültür Dersleri Öğretmenlikleri Hakkında Kanun" ile söz konusu okullara bakanlıkça atanacak Türk öğretmenlerin, Türkçe ve Türkçe kültür derslerini okutmaları bir esasa bağlanmıştır. Bu öğretmenlerin azınlık okullarındaki görevleri, Atatürk inkılâp ve ilkelerini, Türk millî eğitiminin ilkelerini benimsetmek olarak önem taşımaktadır. Ayrıca azınlık diliyle okutulacak derslerin yıllık ve günlük planlarının Türkçe birer çevirisinin de düzenlenmesi öngörülmüş, Rum okullarında, öğretici malzeme ve araçlardan yararlanılması hususunda mütekabiliyet esası vurgulanmıştır. Denetimlerde bu hususlar üzerinde özellikle durulması gerekmektedir. Azınlık okullarına atanacak müdür ve azınlık öğretmenlerinde, Türk öğretmenlerde aranan nitelikler aynen aranmakta olup müdürün mutlaka azınlıktan olması şartı da bulunmamaktadır. Kurucu önerisinin bakanlıkça uygun görülmesi hâlinde atama gerçekleşebilmektedir. Öğretmenlerin önerilme ve seçimlerinde de aynı yol izlenmektedir. Ancak gerek müdür gerekse azınlık öğretmenlerinin Türkçeyi çok iyi derecede bilmeleri, konuşmaları ve yazmaları esastır.
Türkçe ve Türkçe kültür dersleri öğretmenlerinin özlük hakları Millî Eğitim Bakanlığınca, azınlık müdür ve öğretmenlerinin özlük hakları ise okulun bağlı bulunduğu kuruluş veya vakıfça karşılanmaktadır. Türk öğretmenlerden, tercihan azınlık dilini bilen biri "Müdür Başyardımcısı" unvanı ile yönetici olarak görevlendirilmekte; söz konusu müdür başyardımcısının okuldaki atama, görevlendirme vb. işlemlerle ilgili yazıları müdürle birlikte imzalaması gerekmektedir. Millî Eğitim Bakanlığının 11/12/1971 tarih ve 15931 sayılı genelgesi uyarınca, Rum, Ermeni ve Musevi azınlık okullarına Keldanî, Arap vb. uluslardan -Hristiyan olsalar dahi- öğrenci kaydı yapılamaz. T. C. vatandaşı gayrimüslim çocuklarının, resmî okullara, kendi azınlık okullarına ve özel yabancı okullarına devamları mümkündür. Ancak azınlık okullarına başka dinden ve Müslüman kesimden çocuklar kaydedilemez.
1973 yılında çıkan 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu, Türk eğitim sistemi bütünlüğünde tüm okulları bağlayıcı hükümler getirdiğinden ve herhangi bir istisnaya yer vermediğinden, azınlık ve özel yabancı okulları da öğretim düzeyleri, okul aşamaları, programlar, temel ilkeler, amaçlar vb. hususlar bakımlarından resmî Türk okullarından farksızdır. Azınlık okulları kendi özel amaçlarını (ana dillerini ve kültürlerini yaşatmak) ancak bu kanunun belirlediği genel amaçlar içerisinde gerçekleştirebilirler. Bu genel amaçlar ise "eşitlik", "ferdin ve toplumun ihtiyaçları", "yöneltme", "eğitim hakkı", "fırsat ve imkân eşitliği", "süreklilik", "Atatürk ilke ve inkılâpları", "Atatürk milliyetçiliği", "demokrasi eğitimi", "laiklik", "bilimsellik", "planlılık", "karma eğitim", "okul ve aile iş birliği", "her yerde eğitim"dir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm bu düzenlemelerine karşın, karşılıklı mütekabiliyet esası bulunduğu hâlde Yunanistan’daki Batı Trakya Türk azınlığı eğitim konusunda hâlâ bazı sorunlar yaşamaktadır. Yunanistan'da zorunlu temel eğitim süresinin 9 yıl olmasına karşın, azınlık okullarında öğretim 6 yıldır. Azınlık ilkokullarında, Türkiye’deki öğretmen okullarından mezun soydaşlarımızın görevlendirilmesi uygulamasına 1973 yılında son veren Yunanistan’ın, anılan tarihten itibaren azınlık ilkokullarına akademik formasyonları yetersiz Selanik Özel Pedagoji Akademisi mezunlarını tayin etmeye başlamasıyla azınlık ilkokullarındaki eğitim seviyesi düşmüştür. 35 hizmet yılı ve 60 yaş haddini dolduran Türkiye’deki öğretmen okullarından mezun soydaş ilkokul öğretmenlerini re’sen emekliye sevk etme uygulaması neticesinde, 2008-2009 öğretim yılı sonu itibariyle azınlık ilkokullarında bu kategoride soydaş öğretmen kalmayacaktır. 1951 tarihli Türk-Yunan Kültür Anlaşması uyarınca, her yıl karşılıklı olarak azınlık ortaokul ve liselerine gönderilmesi kararlaştırılan 35 kişilik öğretmen kontenjanı, Yunanistan tarafından İstanbul'daki Rum azınlığın sayısının azlığı ve mütekabiliyet ilkesi öne sürülerek 1991-1992 öğretim yılından itibaren 16 öğretmene düşürülmüştür. Batı Trakya’da her yıl azınlık okullarından mezun olan 1000 kadar öğrencinin devam edebileceği, sadece 2 azınlık ortaokul-lisesi olup söz konusu okulların fiziki koşulları ihtiyaçlara cevap vermemektedir. Esasen bölgedeki azınlık eğitiminin düzeyinin düşüklüğü, soydaş öğrencilere Yunan üniversitelerinde sağlanan binde beşlik kontenjanın etkin kullanımını engellemekte ve üniversitelere kaydolan öğrencilerin büyük bir kısmı yüksek öğretimlerini tamamlayamamaktadırlar.[9]
1982 Anayasası’nın 42. maddesi, "Eğitim ve öğretimin, Atatürk ilkeleri ve inkılâpları doğrultusunda çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devletin gözetim ve denetimi altında yapılacağını; Türkçeden başka hiçbir dilin, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dili olarak okutulamayacağını ve öğretilemeyeceğini, eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esasların kanunla düzenleneceğini, milletlerarası antlaşma hükümlerinin saklı olduğunu" hükme bağlamıştır. Buna göre azınlık okullarında Türkçe eğitim ve öğretim esas olup kendi kültür dilleri de öğretilmektedir.
1983 yılında yayımlanan 2983 sayılı Yabancı Dil Eğitimi ve Öğretimi Kanunu'nun 2. maddesinde, milletlerarası antlaşma hükümleri saklı kalmak kaydıyla okullarda okutulacak yabancı diller belirlenmiştir. Kanun, T.C. inkılâp tarihi ve Atatürkçülük, Türk dili ve edebiyatı, Türkçe, tarih, coğrafya, sosyal bilgiler, din kültürü ve ahlak bilgisi dersleriyle bunların dışında kalan ve Türk kültürüyle ilgili bulunan diğer derslerin Türkçe okutulmasını zorunlu kılmıştır. Bu kanun ve Lozan Antlaşması hükümleri dikkate alındığında azınlık okullarında, kendi konumlarına uygun olarak belirli derslerin azınlık diliyle okutulması mümkündür. Ancak bakanlığın iznini almak esastır.
Rum, Ermeni ve Musevi okullarını kapsayan azınlık okullarının yenilerinin açılması Lozan Antlaşması gereği mümkün değildir. Bu okullar 1739 sayılı Millî Eğitim Temel Kanunu doğrultusunda eğitim ve öğretim yapmakla yükümlüdürler. Yalnız Rum okullarının özel durumu mütekabiliyet esasından doğar. Türkiye Batı Trakya Türklerini, Yunanistan da İstanbul Rumlarını kültürleri itibariyle himayelerine almışlardır.
625 sayılı Kanun’un 3035 sayılı Kanun’la değiştirilmiş 20. maddesi ile azınlık ve yabancı okulların mevcut binalarında yapılacak onarım ve tadilat bakanlığın iznine bağlanmış, 15. maddesinde de "Kanun, tüzük ve yönetmeliklere veya umumi emirlere aykırı hareketi veya aykırı harekette ısrarı tespit edilen özel öğretim kurumunun, hareketinin ağırlık derecesine göre geçici veya sürekli olarak Millî Eğitim Bakanlığınca kapatılabileceği" vurgulanmıştır.
23/6/1985 tarih ve 18790 sayılı Resmî Gazete'de yayımlanan Özel Öğretim Kurumlan Yönetmeliğinin 64. maddesi uyarınca Lozan Antlaşması’na göre mevcudiyeti tanınan azınlık okullarında seviyesine göre, resmî okullarda okutulan dersler ve müfredat ile haftalık ders dağıtım çizelgesi uygulanmaktadır. Derslerin çeşitlerinde ve programlarında değişiklik bakanlık iznine bağlıdır. Bu okullarda sınıf geçme, sınav vb. işlerde resmî okulların tabi olduğu yönetmelik, yönerge ve genelgeler geçerlidir. Okulların finansmanı için ayrıca öğrencilerden ücret alınması keyfiyeti de yönetmeliğe göre İl Ücret Tespit Komisyonu'na başvurulmak suretiyle mümkünken, azınlık okulları "özel" statüde olmakla birlikte Türkiye'deki azınlık vakıflarından, ülke dışındaki benzer kuruluşlardan da yardım almaktadırlar. Bu okulları en çok kilise vakıfları ve zengin azınlık mensupları desteklemektedirler. Lozan Antlaşması’na göre mütekabiliyet esası olmasına rağmen Yunanistan’daki Türk azınlığın çeşitli sorunları mevcuttur. Batı Trakya Türk azınlığının 1967 yılından itibaren yönetiminde söz hakkına sahip bulunmadığı vakıflarına tahakkuk ettirilen gelir ve emlak vergilerinin yüksekliği nedeniyle vakıf malları vergi borçları nedeniyle ipotek altına alınmıştır.
Yunan parlamentosu tarafından 27 Mart 2007 tarihinde kabul edilen yasa, Batı Trakya Türk azınlığı vakıf mallarının emlak vergisi, büyük emlak vergisi ve gelir vergisinden kaynaklanan kesinleşmiş borçlarının silinmesini ve vakıfların büyük emlak vergisinden muaf tutulmalarını öngörmektedir. Öte yandan bir soru önergesine ilgili Ekonomi ve Maliye Bakan Yardımcısı tarafından verilen cevapta; söz konusu borçların 3554/2007 tarihli yasa uyarınca silindiği ancak Vakıf İdare Heyeti’ne vergi borcu olmadığına dair herhangi bir belge verilemeyeceği, zira 3554/2007 sayılı yasa uyarınca borçların silinmesini müteakiben süresi geçmiş olan borçların toplamının 520.745 Euro olduğu belirtilmiştir. Bahse konu tutarın kiraya verilen mülklerin harçları, İmar ve İskân Müdürlüğünün kestiği cezalar ve veraset vergisinden kaynaklandığı ifade edilmektedir. Bu durumda vakıfların haksız borç ve vergilerden kaynaklanan sorunlarının tümüyle çözümünden bahsetmek güçleşmektedir.
Batı Trakya Türk azınlığı vakıflarına ilişkin bir yasa ise Yunan Meclisi’nde 13 Şubat 2008 tarihinde kabul edilmiştir. Yasa, azınlığa vakıfların yönetim kurullarının üyelerini seçme fırsatını sunmaktadır. Bununla birlikte vakıfların işleyişi, Trakya Bölgesi Genel Sekreteri ve azınlığın tanımadığı “atanmış müftülerin” denetim ve onayı altına alınmaktadır. Yasa ayrıca vakıf mallarının idaresini bölmekte ve okul vakıflarını üyeleri doğrudan azınlık tarafından seçilmeyen okul yönetim kurullarının denetimi altına koymaktadır. Buna ilaveten belirtmek gerekir ki okul yönetim kurulları, okulların faaliyetlerinin gözetimiyle yetkili olup okul mallarının sahibi değildir. Buna binaen, 19 Şubat 2008 tarihinde Azınlık Danışma Kurulu, anılan yasanın Yunan Meclisi’nde kabulünü kınamış ve azınlığın değişiklik önerileri derç edilmediği takdirde yasayı kabul etmeyeceğini ilan etmiştir. Azınlık Danışma Kurulu, bu çerçevede, yasanın bu şekliyle uygulanmasına karşı olduğunu, zira azınlığın yasaya ilişkin görüş ve tepkilerinin Yunan yönetimince dikkate alınmadığını açıklamıştır.
Oysa Yunanistan’daki Türk azınlık okullarını ilgilendiren bu olumsuz gelişmelere rağmen ülkemizde 5737 sayılı Vakıflar Kanunu ile azınlıkların kurmuş olduğu vakıflara konulmuş olan sınırlamaların çoğu ortadan kalkmış, bu vakıflara dikkat çekici kolaylıklar sunulmuştur. Türkiye’deki mevcut azınlık okullarını ilgilendiren en son yasa, yürürlüğe 2007 tarihinde giren 5580 sayılı Özel Öğretim Kurumları Kanunu’dur. Kanunun ilgili maddelerinde azınlık okullarının özellik göstermesi gereken hususlarının yönetmelikle tespit edileceği, bu yönetmeliğin ilgili ülkelerin bu konulardaki mütekabil mevzuat ve uygulamaları dikkate alınmak suretiyle hazırlanacağı, yönetmelikte belirtilmeyen hususlarda resmî okullar mevzuatının uygulanacağı ve bu okullarda yalnız kendi azınlığına mensup Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının çocuklarının okuyabileceği belirtilmiştir.
Kaynakça
Akyüz, Y. (1970). “Abdülhamid Devrinde Protestan Okulları ile İlgili Orijinal İki Belge” A.Ü. Eğitim Fakültesi Dergisi, Ankara.
Anayasa Mahkemesi Kararı (AMK), 12 Ocak 1971 Tarih ve 1971-3 Sayılı Kararı.
Arvasa, A.F. (1993). Azınlık Kavramı Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi’nin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, AÜ SBF Yayınları, Ankara.
Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, (1954). C. III (1918-1937), İstanbul.
Bilsel, M. C. (1998). Lozan, C. II, İstanbul.
Erhan, Ç. (2003). Yaşayan Lozan, Ankara.
Erkan, Ş. (2009). Lozan Antlaşması’nda Yer Alan Düzenlemeler Kapsamında Heybeliada Ruhban Okulu ve Günümüze Yansımaları, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) Gazi Üniversitesi, Ankara.
Gökçen, S. “Ortodoks Teolojisi Akademisi: Heybeliada Ruhban Okulu Yanılsamaları”, (erişim) http://www.stradigma.com/turkce/aralik2003/makale_05.html, 30.04.2013
Güler, A. (1999). Dünden Bugüne Yunan-Rum Terörü, Ankara.
Güneri, H. (1973). “Azınlık Vakıflarının İncelenmesi”, Vakıflar Dergisi, S. 10, Ankara.
Macar, E. (2003). Cumhuriyet Döneminde İstanbul Rum Patrikhanesi, İstanbul.
MEB, (1973). Cumhuriyetin 50. Yılında Milli Eğitimimiz, İstanbul.
MEB, Türkiye’deki Yabancı Müesseselerin Durumu Hakkındaki Rapor.
Millî Eğitim Bakanlığı Tebliğler Dergisi, Md. 17.
Millî Eğitimle İlgili Kanunlar, (1960). C 2, Ankara.
Okan, K. (1971). Türkiye’deki Yabancı Okullar Üzerine Bir İnceleme, Şubat.
Ökçün, A. G. (1962). Yabancıların Türkiye’de Çalışma Hürriyeti, Ankara 1962.
Özel, S. (2008). Fener- Rum Patrikhanesi’nin Ekümeniklik İddiası ve Heybeliada Ruhban Okulu Meselesi, İstanbul.
Özyılmaz, E. (2000). Heybeliada Ruhban Okulu, Ankara.
Preece, J. J. (2001). Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi, İstanbul.
Resmî Gazete, 9.11.1985, Madde 18923.
Sezer, A. (1999). Atatürk Döneminde Yabancı Okullar, Ankara.
Soysal, İ. (2000). Tarihçeleri ve Açıklamaları İle Birlikte Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları, C.I (1920-1945), Ankara.
Şimşek, H. (2006). “Lozan’ın Getirdiği Statü ve Türkiye’de Azınlıkların Durumu (1923- 1947)”, HÜ, AİİTE, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara.
Taş, K. Z. (2005). “20.Yüzyılın Başında Güneydoğu Anadolu’daki Azınlık/Ermeni Okulları”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Eylül, Sayı 6, (Bkz. Ek -2)
Taşdemirci, E. (2001). “Türk Eğitim Tarihinde Azınlık okulları ve Yabancı Okullar”, Sos- yal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 10, Kayseri.
Vahapoğlu, M. H. (1990). Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları (Bkz. Ek -3), Ankara.
Yakın Doğu Sorunları Üzerine Lausanne Konferansı (1922-1923) Konferanstaki Görüşmelerin Tutanakları ve Belgeler, Konferansta İmzalanan Senetler (30 Ocak ve 24 Temmuz), (1923). İkinci Takım, C. II, Paris, Devlet Basımevi.
Yalçın, E. S. (2000). Atatürk’ün Milli Dış Siyaseti, Ankara.
Yalçın, E. (2008). “Heybeliada Ruhban Okulu’nun Yeniden Açılması”, AÜ TİTE Atatürk Yolu Dergisi, S. 41, Mayıs.
Notlar
[1] Ersoy Taşdemirci, “Türk Eğitim Tarihinde Azınlık okulları ve Yabancı Okullar”, Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S. 10, Kayseri 2001, s.30
[2] Ayşe Füsun Arvasa, Azınlık Kavramı Azınlık Haklarının Uluslararası Belgeler ve Özellikle Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin 27. Maddesi Işığında İncelenmesi, AÜ SBF Yay., Ankara 1993, s. 42.
[3] Jennifer Jakson Preece, Ulusal Azınlıklar ve Avrupa Ulus-Devlet Sistemi, İstanbul 2001, s. 34.
[4] E. Semih Yalçın, Atatürk’ün Milli Dış Siyaseti, Ankara 2000, s. 185.
[5] Ayten Sezer, Atatürk Döneminde Yabancı Okullar, Ankara 1999, s. 15.
[6] Lozan konferansının başladığı sırada Le Journal gazetesi muhabiri Paul Herriot’a 25 Aralık 1922’de Çankaya’da verdiği demeç; Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. III (1918-1937), İstanbul 1954, s. 57.
[7] Kenan Ziya Taş, “20. Yüzyılın Başında Güneydoğu Anadolu’daki Azınlık/Ermeni Okulları”, Sosyal Bilimler Araştırma Dergisi, Eylül 2005, Sayı 6, s. 627–636. (Bkz. Ek -2)
[8] M. Hidayet Vahapoğlu, Osmanlı’dan Günümüze Azınlık ve Yabancı Okulları, Ankara 1990, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, s.117. (Bkz. Ek -3)
[9] Bkz; http://www.mfa.gov.tr
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.