
Kurt mu, kuzu mu? Şeyh Bedreddin ve isyanı
Geçmişten günümüze en çok konuşulan ve fikir yürütülen olaylardan biri hiç şüphesiz Şeyh Bedreddin ve müritlerinin başını çektiği isyan hareketiydi. Edebiyattan sinemaya kadar toplumun geniş kesimlerini etkileyen bu isyan hareketine yakından bakalım. Şeyh Bedreddin kurt muydu yoksa kuzu mu?
Şeyh Bedreddin gerek düşünceleri gerekse kökeni itibari döneminde dikkatleri üzerine çeken önemli şahsiyetlerin başında yer almaktaydı. Osmanlı tarihinde vuku bulan isyan girişimleri içinde en çok konuşulanı ve merak edileni olmak ile beraber kaynakların hakkında en ketum olduğu kişiler ve olayların başında da gelmektedir. İslamî ilimler ile yoğrulmuş bir ailenin içine doğan Şeyh Bedreddin’in babası İsrail b. Abdülaziz Simavna kadısıydı.[1] Orijinal adı Simonos veya Stanimakos -ki ikincisi olma ihtimali daha yüksektir- Simavna bugünkü Edirne yakınlarında yer alan bir kazadır.[2] Dolayısıyla Franz Babinger başta olmak üzere XX. yüzyılın başından itibaren bu konu hakkında fikir beyan eden pek çok tarihçinin zikrettiği gibi burası kesinlikle Kütahya’nın Simav kazası değildir.[3] Şeyh Bedreddin’in babasının adının İsrail olmasından hareketle farklı bazı iddialar da dile getirilmiştir. Bu isimden hareket ile Şeyh Bedreddin’in Yahudi kökenli bir şahsiyet olabilme ihtimali üzerinde durulmuştur.[4] Bunun da oldukça zor bir ihtimal olduğu tarihçiliğin geldiği nokta itibari ile açıkça ortadadır. Şeyh Bedreddin’in ailesinin Selçuklu soyundan geldiği üzerinde de durulmaktadır.[5] Onu Selçuklu soyuna dayandıran en önemli eser, Taşköprülüzade’nin Şekâikî Numaniyye isimli eseridir. Taşköprülüzade, Şeyh Bedreddin hakkında “Ecdadından birinin Selçuklu veziri olduğu ve bunun aynı zamanda Sultan Alaaddin’in kardeşi olduğu söylenmektedir” demiştir.[6]
Şeyh Bedreddin ulema-iktidar ilişkilerinin kurbanı mı?
Şeyh Bedreddin İsyanı’nın etrafında dönenen tüm tartışmalara karşın ne isyanın oluşumu ve seyri ne amacı ne de Şeyh Bedreddin’in fikrî dünyası tam manasıyla anlaşılabilmiş değildir. Bunda isyanı kendi ideolojik dünyalarına ilintilendirerek buradan siyasi prestij kazanma amacında olanların süregelen iddialarının yol açtığı karışıklık kadar Şeyh Bedereddin’in günümüz dünyasında oldukça zor anlaşılan karmaşık fikir dünyasının da etkisi olduğu açık bir gerçektir. Burada Şeyh Bedreddin özelinden önce genel terminoloji bağlamında üzerinde düşünülmesi gereken temel konu da ulema-hükümdar ilişkileridir. Her ne kadar geleneksel söylemler, bu iki zümre arasında naif bir ayrım ve birbirlerine saygı anlatılarını aktarsalar da tarih boyunca ulemanın siyasi iktidarda gözü olduğu siyasi otoritenin de çözümlenemeyen bir manevi gücü olan âlimleri kendisine bir rakip ve tehdit olarak gördüğünü açıkça ortadadır.[7] Bunun en güzel örneği Ayasofya (Süleymaniye) Kütüphanesi’nde 4819 numarasında kayıtlı çok değerli risaleler ihtiva eden bir mecmua içinde bulunan Cihad-name isimli eserdir. Bu eser, Mikail Bayram tarafından tarih çevrelerine tanıtılmıştır. Onun iddiasına göre Baba İlyas Horasanî’ye ait olan eser klasik kalıplarda “şikayetname” veya “zulümname” olarak adlandırılan eserler arasındadır. Türkmenlere hitap eden bu eserde hanedana karşı bir kalkışma açıkça şerri-şerife uygun hâlde temellendirilir. Bu eser ve daha niceleri ulema sınıfının siyasi emelleri hakkında ışık tutar. Zaten Kur’an’da geçen ve âlimler için kullanılan “veli” kavramının pek çok ilahiyatçı tarih içinde gerçek manasından bir daralma yaşadığını ileri sürer. Buna göre “veli” Kur’an’da geçtiği manasıyla bir “dost, yakın” anlamından ziyade yönetici yönetim yetkisi olan kişi anlamındadır.[8] Bu manada baktığımızda Allah’ın veli kulları ifadesi bir manada âlimlerden ziyade yönetim yetkisi verilmişleri tanımlanır. Böyle anılan âlim zümrelerinin zaman içinde yönetime meyilli tavırlarının bir kaynağını da bu terminoloji oluşturur. Bu durumu da göz önünde tutularak Şeyh Bedreddin değerlendirildiğinde Şeyh’in siyasi kalkışmaları çok daha sağlıklı bir zeminde anlaşılacaktır. Bunun yanında Şeyh Bedreddin’in Selçuklu hanedanından gelen bir kişilik olması onun siyasete olan dahlini çok daha net bir çerçevede ortaya koyar.
Şeyh Bedreddin mutasavvıf ve âlim kimliklerinin yanında idari işlerle ilgili de bir tarafı olduğunu ilk defa Fetret Devri’nde Musa Çelebi’nin yanında yer alarak onun kazaskeri olarak göstermişti. Kısa süren bu bürokratik görevi sonrasında Çelebi Mehmed’in kardeşlerine galip gelerek Osmanlı mülkünün tek sahibi olmasının ardından Şeyh Bedreddin, yeni sultan tarafından İznik’te göz hapsinde tutulmaya başlamıştı. Mutasavvıf ve âlim bir kişiliğin sadece eski bir şehzadenin kazaskerliğini yapıyor olması sebebi ile göz hapsinde tutulması çok akla yatkın bir uygulama gibi durmaz. Sadece bu uygulama bile Şeyh Bedreddin’in iktidar manasında oluşturabileceği tehlikenin boyutları hakkında ipuçları verir. Şeyh Bedreddin hepsinden önce büyük bir mutasavvıf ve şeyhti. Çok kalabalık bir mürid sayısına sahipti. Sadece bu durum bile sarayı ürkütmeye yetiyordu. Bunların yanında Balkanlara dayanan güçlü ve köklü bir ailenin mensubuydu. Türklerin devlet anlayışı uyarınca daha da tehlikeli olanı –tam da Osmanlı’nın bir fetret yaşadığı dönemde- Osmanlılardan bir önceki meşru hanedanın soyundan geliyor olmasıydı.
Tüm bu özellikleri ile birlikte Şeyh Bedreddin Osmanlı’nın etrafında ona rakip ve muhalif olan bütün Müslüman ve Türk devletlerin yöneticileri ile temas hâlindeydi. Timur sarayından Memlûk hükümdarlarına Orta ve Doğu Anadolu’daki Türkmen aşiretlerinden Batı Anadolu’daki Türk beylerine kadar bütün çevre ile irtibat hâlindeydi. Osmanlının muhalif dünyası ile kurulan bu yaygın bağlantılardan hareket ile çok büyük bir açıklıkla Şeyh Bedreddin’in siyasetten Osmanlı’ya karşı büyük bir hazırlığın içinde olduğu söylenebilir. Fakat ne var ki yazgı, Şeyh Bedreddin’in bu hazırlıklarını somut bir uygulamaya dönüştürme imkânı sunmamıştı. Dolayısıyla şeyhin tam olarak neyin peşinde olduğunu neyi amaçladığını söyleyebilme imkânına sahip değiliz. Gerek pozisyonu gerek hazırlıkları gerekse kimliği göz önünde bulundurulduğunda akla gelen en makul yorum, fetret sürecinden istifade ile şeyhin yeni bir hanedanı şekillendirme arzusudur.
Fetret ve siyasi gerilimin ortasındaki Osmanlı
Şeyhin içinde yaşadığı dönem de bu arzuyu hayata geçirmek için oldukça elverişli bir dönemdi. Fakat bu sadece güçlü bir yorumdan başka bir şey değil. Gerçeğin ne olduğunu öğrenme imkânına da sahip değiliz. Tarih önünde Şeyh Bedreddin’in yapacaklarını engelleyen ve onları öğrenme imkânını ortadan kaldıran şey ise Şeyh Bedreddin’in önemli müridlerinden ve aynı zamanda Musa Çelebi’ye kazaskerlik yaparken kethüdâsı olan Börklüce Mustafa’nın Karaburun civarında başlattığı isyandır. Şeyhin yeni bir hanedanı şekillendirebilme hayallerini kurduran zemin başka girişimlerinde tetikçisi olmuştu. Şeyh Bedreddin fikir olarak büyük ve güçlü hâkimiyet odaklarının oluşmasını istemiyordu. Her ne kadar kendisi bunu eserlerinde adalet olgusunun zedelenme kaygısı ile temellendirse de kendisinin de güçlü feodal bir aileye mensup olduğunu büyük bir hâkimiyet karşısında kendi ailesinden gelen gücünde yitirileceği kaygısını taşıyabilme ihtimalini göz önünde bulundurmak gerekir. Şeyh Bedreddin, bu düşüncelerinde yalnız değildir. Güney Marmara’da küçük bir Türkmen aşiretiyken doğru stratejiler neticesinde kısa sürede gerek Balkanlarda gerekse Anadolu’da siyasi birliği sağlayacak kadar kudretli bir güç hâline gelen ve Roma’nın ihtişamını aratmayacak bir imparatorluk olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Osmanlıların bu büyümesinden çevrede fazlasıyla rahatsızlık duyan unsur bulunuyordu. Osmanlının büyümesi ve bölgede bulunan Müslüman Türk ahalinin Osmanlı etrafında bütünleşme sürecine girmesi, her şeyden önce uzun yıllar boyunca bölgenin siyasi ve ekonomik gücünü elinde tutan Venedikli ve Cenevizli unsurları rahatsız ediyordu. Bunun ardından bölgenin kadim hâkimi olan ve her geçen gün topraklarını Osmanlılar başta olmak üzere Anadolu’da varlık gösteren Müslüman Türk unsurlara kaybeden Bizans İmparatorluğu da Osmanlı bütünleşmesinden fazlasıyla rahatsızlık duyuyordu.
Osmanlıların bir güç hâline gelmesinden rahatsız olan bir başka unsur ise Balkanlarda varlık gösteren Slav despotluklarıydı. Son olarak da Osmanlı bütünleşmesinin muhalifi unsurlar arasında Osmanlının şekillendiği dünyanın mensubu olan Anadolu’daki diğer Müslüman Türk beyleri geliyordu. Anadolu’da bulunan Türk beyliklerinin bir kısmı, bu beylerin bir Müslüman Türk kimliğinin Osmanlı etrafında bir güce ve itibara kavuşmasını takdir ederek bu ittifaka dahi olurken bir kısmı ise kendi siyasi varlıklarının sonu olacağı kaygısı ile bu bütünleşmenin karşısında duruyordu. Örneğin Aydınoğulları beylerinden İsa Bey, kendi yaşlılığı zamanında geleceğin Osmanoğullarında olduğunu görerek kızı Hafza Hatûn’u Yıldırım Bayezid ile nikahlayıp beyliğini de Osmanlılara dâhil etmişti.[9] Fakat aynı beyliğin Ankara Savaşı sonrasındaki beylerinden Cüneyd Bey ise kendi siyasi pozisyonu kaybetmemek için Osmanlılara karşı her türlü teşebbüs ve ittifakın içinde yer almıştı.
İşte Osmanlıların etrafında bu kadar rakip ve muhalifi olduğu bir dönemde, Fetret Dönemi gibi hanedanın zafiyetlerinin açığa çıktığı bir ortamda Osmanlı karşısındaki ittifakların da harekete geçmemesi düşünülemezdi elbet. Çelebi Mehmed’in fetreti bitiren hamlelerinin ardından mülkün tek sahibi olarak tahta oturması ile birlikte Osmanlı’nın önemli muhaliflerine doğru harekete geçmiş olması da çok normal bir hamleydi. Bu durum Osmanlı’nın etki alanı üzerinde bulunan neredeyse tüm odakların pek memnun oldukları bir gelişme değildi.[10] Çelebi Mehmed, tahta geçer geçmez etrafında Osmanlı’yı tehdit eden bütün unsurlara karşı kapsamlı bir mücadeleye girişmişti. Bu bağlamda yaptığı en ciddi işlerin başında Batı Anadolu’ya sefer düzenlemesiydi. 1413 yılında Çelebi Mehmed Aydın İli olarak bilinen İzmir ve Aydın çevresine güçlü bir sefer düzenlemişti.[11] Fevri ve dengesiz politikaları ile Osmanlıları tehdit eden Cüneyd Bey, Fetret Dönemi’nde de şehzadeler arasındaki taht mücadelelerine taraf olmuş Emir Süleyman tarafını tutarak Çelebi Mehmed ile çatışmaya girişmişti. Cüneyd Bey’in varlığı ve faaliyetleri, Çelebi Mehmed açışından ciddi bir sıkıntı kaynağıydı.[12] Siyasi birliği sağlama kaygısında olan yeni sultan, bu duruma müdahale etmeliydi.
Cüneyd Bey dışında Batı Anadolu’da özellikle İzmir ve çevresinde Bizans hâlâ etkin bir güçtü. Bunun yanında Ceneviz ve Venedikliler de siyasi ve ekonomik hayatta oldukça belirleyici bir güç durumundaydılar. Bütün bu koşullar Osmanlıların güneye doğru yayılmalarında ciddi engel teşkil ediyordu. Tüm bu koşullar altında Çelebi Mehmed 1413 yılında ilk ciddi seferlerinden birini bu bölgeye düzenlemişti. Amacı İzmir ve çevresini kontrol altında tutmak ve Aydınoğlu Cüneyd Bey’e son vermekti. Seferden beklediği sonucu elde edememişti fakat seferin bölgede oldukça etkili sonuçları da olmuştu. Çelebi Mehmed bu seferin sonunda Küçük Menderes havzasını Osmanlı hâkimiyetine dâhil etmeyi başarmıştı.[13] Bozdağlar’dan Ege Denizi’ne doğru uzanan bir hattı, Osmanlı hâkimiyeti altına almış; böylece Kuşadası ve çevresi, Efes civarı gibi önemli noktalarda Osmanlı eli ile Türk hâkimiyeti başlamıştı.
Osmanlı yeniden yükseliyor korkusu
Çelebi Mehmed’in bu başarısı, bölgedeki yerel güç odaklarının hepsini huzursuz etmişti. Hiçbir unsur Osmanlı’nın güçlenip bölgede belirleyici bir güç olmasını istemiyordu. 1413’teki bu fetihten itibaren bölgede bir huzursuzluk ortamı baş göstermişti. Osmanlı’ya karşı güçlü bir muhalefet oluşmaya başlamıştı. Her şeyden önce kendi hâkimiyetinin son bulacağı kaygısına düşen Aydınoğlu Cüneyd Bey, Osmanlı hâkimiyetine karşı kışkırtıcı bir politika uygulamaya başlamıştı.[14] Çelebi Mehmed’in hâkimiyet kurduğu Küçük Menderes havzası ve kıyı liman şeridi, tarımsal üretim açısından oldukça verimli arazilerin bulunduğu bir yerdi. Bunun yanında tarihin en erken dönemlerinden bu yana önemli bir ticaret bölgesi olma özelliği de bulmaktaydı. Tarihî “Kral Yolu” buradan geçiyordu. İpek ve Baharat yollarının denize ulaşıp Avrupa’ya yöneldiği önemli bir geçiş noktasını oluşturuyordu. Doğu-Batı arasındaki ticari hareketliliğin önemli aktarım noktalarından biri olan bu bölge doğal olarak oldukça zengin bir rant potansiyeli bulunuyordu. İşte bu bölgenin geçmişten beri denetimini elinde tutan ve zenginliğinin sahibi olan yerel güçler bu pozisyonlarını kaybetmek istemiyorlardı. Osmanlıların giderek büyümesi ve güçlenmesi sonucu bölgeye hâkimiyetlerinin uzanması, bu yerel güç odaklarının en büyük korkusu ve tehdidi olmuştu. Buna karşı bazı girişimlerde bulunmaya başlamışlardı.
Bölgenin kadim hâkim gücü olan Venedik ve Cenevizliler, bölgenin hâkimiyetleri ellerinden çıkması kaygısı ile Osmanlı hâkimiyetinden kendileri gibi rahatsız olan bütün unsurları harekete geçirme girişiminde bulunmaları beklenebilecek en doğal tepkiydi. İşte bu koşullar altında 1415 yılının sonlarına doğru Karaburun çevresinde bir hareketlenme dikkati çekiyordu. Takip eden süreç içinde de Aydın ilinin bir diğer önemli noktası olan Ortaklar mevkiinde Torlaklar harekete geçmeye başlamıştı. Böylece 1416’da Batı Anadolu’da Osmanlı hâkimiyetinin yeni yeni tesis edilmeye başlandığı Aydın ilinde büyük bir isyan baş göstermekteydi.
Şeyh Bedreddin masum olabilir mi?
İsyanın merkezi Karaburun’du. Sakız Adası, Sisam Adası ve Ayasuluğ’da da kayda değer bir hareketlik yaşanıyordu. Bu bölgeler Şeyh Bedreddin’in vaktiyle ilişkiler kurduğu ve bağlantılarının olduğu yerlerdi.[15] Fakat isyan sürecinde bu noktaları birbiriyle bağlantılı hâle getiren ve organize eden kişi Şeyh Bedreddin değil, onun adını kullanarak faaliyet gösteren Börklüce Mustafa’ydı.[16] İsyan hakkında bilgi veren gerek Osmanlı gerekse yabancı kaynakların hiçbiri Karaburun ve çevresinde baş gösteren bu ayaklanma ile alakalı olarak Şeyh Bedreddin’in ismini zikretmezler. Burada zikredilen isim doğrudan Börklüce Mustafa’nın isyanıdır. Bu bağlamda değerlendirildiğinde isyanın doğrudan sorumlusu ve muhatabı Börklüce Mustafa’dır. Buradan hareketle Karaburun ve çevresinde baş gösteren bu isyan ile Şeyh Bedreddin arasında organik bir bağlantı olduğuna dair menfi ya da müspet yorumların tamamı delilsiz durumdadır. Şeyh Bedreddin ile Börklüce Mustafa arasında tasavvufi bir bağ olduğu Börklüce’nin Şeyh’in müridi ve halifesi olduğu inkâr edilmez bir tarihi gerçektir. Fakat Bedreddin’in İznik’te başlayan göz hapsi sürecinden sonra ikisinin yollarının ayrıldığı dönemde hiçbir kayıtta Mustafa’nın Şeyh’in onayı veya doğrultusunda bir girişimde bulduğuna dair bir bilgi verilmez. Buradan hareketle bu isyan girişiminin Börklüce’nin işi olduğunu düşünmek daha doğru gözükmektedir. Şeyh Bedreddin İznik’te tüm olanlardan habersiz bir hayat yaşıyordu.[17]
Şeyh Bedreddin hakkında doğrudan bilgi veren temel kaynakların başında gelen Hafız Halil’in eserinde ise Şeyh Bedreddin tamamen bu girişimin uzağında masum bir noktada gösterilir.[18] Eğer isyan başarılı olsaydı Şeyh Bedreddin bir şah olarak tarih sahnesinde anılır mıydı? Bilinmez ama Şeyh’e yakın kaynakların tümü başarısız olan isyanda Bedreddin’in masumluğunda ittifak etmiş gibidirler. Burada en dışarıdan ve belki de en sağlıklı bilgi kaynağı olan Bizans kroniği Dukas’ın da isyan ile alakalı olarak Şeyh Bedreddin adını zikretmemesi dikkat edilmesi gereken bir noktadır.[19] Buradan hareketle isyan ve Şeyh Bedreddin ile alakalı olarak Şeyh’in doğrudan isyan ile alakasının olmadığı ve hatta büyük bir ihtimal ile haberinin bile olmadığı fakat isyanın çekirdek kadrosunu Börklüce başta olmak üzere Şeyh Bedreddin’in müridlerinin oluşturduğu söylenebilir. Börklüce Mutafa Karaburun’a geçtiği tarihten itibaren Sakız Adası Sisam Adası, Ayasuluğ ve çevresinde ciddi bağlantılar kurmuş buralarda kendine köklü bir taban oluşturmuştu. Özellikle Sakız Adası’nda Şeyh Bedreddin zamanından beri irşad faaliyetinde bulunulan ve yeni Müslüman olan kalabalık bir grup bulunuyordu. Bunlar Şeyh Bedereddin’in önemli mürid halkalarından birini oluşturuyorlardı. Börklüce Mustafa’nın en önemli tabanı da bu adalardaki devşirme müritlerden ileri geliyordu. İsyanın bir diğer dayandığı kitle ise Yahudi dönmesi oldukları da ileri sürülen bir Sufî grup olan Torlaklardı. Torlakların başında buluna Torlak Kemal defalarca Bursa’ya kadar gidip Şeyh ile görüşmüş bir kişiydi. Torlak Kemal isyanın Aydın ve çevresindeki ayağında önemli bir rol oynamıştı.[20]
Önce Karaburun çevresinde Börklüce’nin bir isyan girişiminde bulunmuş hemen ardından da Torlak Kemal öncülüğünde Aydın çevresinde ikinci bir isyanı başlamıştı. Bütün bu gelişmeler olurken Şeyh Bedreddin bunların uzağında başka bir yaşam sürüyordu. Her ne kadar Osmanlı müelliflerinin bir kısmı bu birbirini takip eden isyan ile ilgili olarak Şeyh Bedreddin’i sorumlu gösterseler de bu durum ihtimal dışı görülür.
1415 yılının sonunda başlayan isyan uzun bir müddet devam etmiş Aydın İli valisi olan Kamil Paşa’nın askerleri isyanı bastırmakta kifayetsiz kalmışlar isyan, bu başarı üzerine daha da yayılma imkânı bulmuştu.[21] En nihayetinde Osmanlı sarayından Baş Vezir Bayezid Paşa kalabalık bir ordu ile gelmiş onun da üstüne Şehzade Murad da saltanat ordusu ile bölgeye gelmiş ve isyan kanlı bir biçimde bastırılmıştı. Börklüce Mustafa yakalanıp Ayasuluğ’da idam edilmişti.[22]
Börklüce Mustafa’nın 1415 sonunda başlayan bu isyanı ile Şeyh Bedreddin arasında doğrudan bir bağlantı olduğunu gösteren hiçbir vesika bulunmaz. Şeyhin bu isyan girişiminden habersiz olduğunu düşünmek daha akla yatkın durur. Börklüce Mustafa’nın sadece Şeyh Bedreddin’in sadık bir müridi hatta halifesi ve kazaskerliği dönemindeki kethudâsı olması Börklüce’nin başlattığı bu isyanı Şeyh Bedreddin ile alakalandırmaya yetmeyecektir. Tarihi anlatıların ışığında öyle anlaşılıyor ki Şeyh Bedreddin’in bu isyandan haberi bile olmamıştı. Şeyh Bedreddin isyandan haberdar olunca Osmanlı ülkesinden kaçmıştı. Ne onun bu kaçışının ne de Balkanlarda Çelebi Mehmed tarafından yakalanıp da öldürülmesinin müridinin isyanından sorumlu tutulması ile açıklamak çok mümkün görülmez. Aydın ilindeki bu ayaklanma hakkında neredeyse ilk bilgi kaynaklarından biri olan Şükrullah bin Şehabeddin, eseri Behçetütü’t-tevârih’de Börklüce ayaklanmasını Şeyh Bedreddin’den bağımsız Aydın iline mahsus müstakil bir isyan olarak kaleme alır.[23] Şükrullah eserinde, “Aydın ili vilayeti dahlinde Karaburun sahili kıyısında kendisine sufi süsü vererek etrafına pek çok kişiyi toplandığı ve bunlarla şer-i şerife aykırı işler yaptıklarını sonra Sultan Muhammed’in Bayezid Paşa’yı üzerlerine yolladığını aralarında savaş olduğunu ve sufilerin katleddiğini” aktarır.[24]
Şeyh Bedreddin ile Börklüce Mustafa arasındaki bağlantı
Osmanlı kaynakları içinde Şeyh Bedreddin ile Börklüce arasında en keskin bağlantıyı kuran müellif ise İdris-i Bitlisi’dir. Heşt Behişt isimli eserinde Bitlisi, gerek Torlak Kemal’in gerek ise Börklüce Mustafa’nın Şeyh Bedreddin’in emri ile Aydın ili ve Karaburun’da isyan ettiklerini ifade eder. Aynı zamanda Bitlisî bunları genelde Alâmut Batınıleri için kullanılan “dâî” ifadesini kullanmıştır.[25] Şah İsmail döneminde Kızılbaş tehlikesi karşısında kalem oynatan bir müellif olan Bitlisî’nin böyle bir yaklaşım içinde olmasını yadırgamamak gerekir.
Tıpkı Osmanlı kaynaklarında olduğu gibi Bizans tarihçisi Dukas’da eserinde Börklüce Mustafa’nın isyanını Şeyh Bedreddin ile ilintili görmemektedir. Burada kaynaklar içinde en ayrıntılı ve betimleyici bilgi Dukas tarafında verilir. Dukas’a göre Börklüce, Sisam, Sakız ve Samos adaları ile derin bağlantılar içinde olduğunu burada kendisine kalabalık mürid gurupları oluşturduğunu belirtir. Yine Dukas, Aydınoğlu Cüneyd Bey ile iyi ilişkiler içinde olduğunu da aktarır. Dukas’ın verdiği bu bilgiler değerlendirildiğinde Börklüce Mustafa’nın isyanını analiz edecek kıymetli veriler sunar. Önemli tarım ve ticaret alanı olan dolayısıyla rant değeri oldukça yüksek olan bu bölgede Börklüce Mustafa bütün bu rantı elinde tutan odaklar ile irtibat halindeydi. İşte onun bu irtibatı başını çektiği isyan hakkında da oldukça önemli ip uçları veriyordu.
Börklüce Mustafa’nın tüm mistik kimliğine karşın isyanın bir sufi isyanı olduğunu söylemek mümkün değildir. Börklüce’nin isyanının sol ideolojik çevrelerin yıllardır yazageldikleri gibi sosyal adaletsizliğe ve haksız vergi uygulamalarına karşı bir halk ayaklanması yahut çağdaş dönemlerde Avrupa’da oldukça yaygın olan köylü ayaklanmalarından biri olduğunu düşünmek tarihi gerçekliklere ziyadesiyle ters düşer. Her şeyden önce Börklüce Mustafa aynı şeyhi gibi –eğer doğu toplumlarında böyle bir sınıfsal algı varsa bile- halk sınıfının değil elit bir sınıfın mensubuydu. Bununla beraber onun bölgede bağlantı halinde olduğu kesimlerin neredeyse tamamı ekonomik olarak üst sınıfı temsil eden zümrelerdi. Dolayısıyla Börklüce’nin bir halk ayaklanması peşinde olması bu koşullar altında oldukça güç görülür. Bu bağlamda Börklüce’nin isyan girişiminin gerçekleştiği Aydın’da Osmanlı hâkimiyetinden rahatsız olan tüm güç odaklarının bir koalisyonu söz konusuydu. Gerek Sakız Adası’nda gerek Ayasuluğ ve çevresinde gerekse Karaburun’da bu kadar kalabalık bir oranda Şeyh Bedreddin’in müridi olma olasılığı oldukça zayıftır. Sayıları on binleri geçen kalabalık kitlelerin kaynağı muhakkak ki bu koalisyon üzerinden değerlendirilmelidir. Zira Küçük ve Büyük Menderes havzaları, Batı Anadolu’nun tarımsal açından en verimli toprakları, bunun yanında önemli ticaret merkezleriydi. Ayasuluğ ve Balat Limanları İpek ve Baharat Yollarının denize aktarıldığı önemli transit ticaret merkezleriydi. Keza bunların yanında İzmir güçlü ve zengin bir liman kentiydi. Venedik ve Cenevizli unsurlar bu zengin ranta sahip bölgenin hâkim unsurlarıydı.[26] Bu pozisyonlarını kesinlikle elden çıkarmak istemiyorlardı. Aynı şekilde Osmanlı’dan önce bölgenin hâkim unsuru olan Aydınoğulları’nın beyi Cüneyd Bey’de Osmanlıların bölgede hâkimiyet kurmasını istemiyordu. İşte Osmanlı karşısında Bizans tekfurları Yahudi tüccarlar Ceneviz ve Venedikliler Aydınoğlu Cüneyd Bey başta olmak üzere yerel Türk beyleri kendi denetim ve otoritelerini ve de kazançlarını yok edecek kuşatıcı bir Osmanlı hâkimiyeti karşısında birlemişlerdi.
İsyanın eko-politik sebepleri
1413 yılında İzmir’in hemen güney altındaki bölge olan Küçük Menderes Havzası’na hâkim olması kıyı ege limanlarına ulaşması bölgedeki yerel unsurları Osmanlı’ya karşı harekete geçirmişti. Venedik ve Cenevizlilerin bölgede ekonomik ve siyasal açıdan hafife alınmayacak bir güçleri vardı. Batı Anadolu kıyılarında ilk defa Aydınoğulları zamanında Türk hâkimiyeti kurulduğunda Aydınoğulları kıyılarda Venedik ve Cenevizlilerin gücü karşısında temkinli adımlar atmak durumunda kalmıştı. Öyle ki Aydınoğlu Hızır Bey Balat ve Efes Limanlarındaki ticaret bağlamında Venedik ve Cenevizlere ayrıcalıklı davranmak zorunda kalmıştı. Bu bağlamda Aydınoğlu Hızır Bey 1348 yılında Venedik ve Cenevizlilere yönelik ticari ayrıcalık anlamına gelen imtiyazname yahut yaygın adı ile bir ahidname yayımlamıştı.[27] Böylece Aydınoğlu Hızır Bey himayesindeki Venedik ve Cenevizlileri ayrıcalıklı bir konuma taşımış oluyordu. Ekonomik güçleri ile ayrıcalıklı statüye alışan bu unsurlar 1413 sonrası süreçte aynı konumlarını oluşturacak zeminleri kollamışlardı. Fakat devleti yeniden toparlama derdinde olan Çelebi Mehmed bu konularda çok tavizkar bir politika izlemiyordu. İşte 1415 sonunda başlayıp ancak 1416 ortalarında bastırılan bu isyanın oluşturduğu koşullar neticesinde Çelebi Mehmed tıpkı Aydınoğulları’nın yaptığı gibi Venedik ve Cenevizlilere imtiyaz vermek zorunda kalmış ve bunu Yunanca yayımladığı bir ahidname ile resmileştirmişti.[28] 1415 yılında yine Cenevizli güdümünde hareket eden Düzmece Mustafa olayının yaşanması ve Börklüce’nin bu kritik coğrafyada bir isyan girişiminde olması ve bu iki olayın ardından Osmanlıların ilk defa kapitülasyon vermek zorunda kalmaları neticesinden hareketle Börklüce’nin Karaburun’da başlattığı isyanın bu çerçevede değerlendirilmesi gerektiğini açıkça gösteriyor. Dolayısıyla Karaburun’da başlayan isyan bir Sufî isyanı yahut bir halk isyanı olmanın uzağında Osmanlı hâkimiyeti muhaliflerinin Osmanlı’ya karşı ortak bir girişimi olarak değerlendirilmelidir.
İşte tüm bağlantıları ile Osmanlı bütünleşmesinin tüm karşıt unsurlarının göbeğinde duran Börklüce Mustafa, bu özelliği ile Osmanlıların Yıldırım Bayezid devrinde ilk defa kısmen uzanabildikleri fakat Çelebi Mehmed döneminde ise kesin olarak hâkim oldukları rant değeri yüksek Küçük Menderes havzasında Osmanlıların hakimiyetinden rahatsızlık duyan ve bu hakimiyeti yıpratmaya dönük girişimler tasarlayan koalisyonun bir girişiminin baş aktörü olduğu açıkça söylenebilir. Bütün bağlantılarını Sisam, Samos ve Sakız adaları üzerinde kuran bir Müslüman Türk mutasavvıfının henüz Türk hakimiyetine girmeyen ve Türk varlığının da Dukas’ın bildirdiği kadarı ile sınırlı sayıda olduğu bu muhitlerde uzun yıllar kalarak ne gibi bağlantıların içine girip nasıl bir düzeneğin bir parçası haline geldiği başlattığı isyanın zamanı ve sonuçları göz önünde bulundurularak analiz edildiğinde açıkça anlaşılır. 1416 başında bastırılan isyan bölgede yeni yeni hakimiyet kuran Osmanlıların hakimiyetini akamete uğratmayı başaramamış olsa da belli oranda amacına ulaşarak Venedik ve Cenevizliler karşısında Osmanlıların elini zayıflatmıştı. Yukarıda da anlatıldığı gibi Çelebi Mehmed döneminde 1416 tarihinde Osmanların bu iki millet nezdinde ilk defa ticari kapitülasyonları vermek zorunda bırakmıştı.
Börklüce Mustafa’nın bu girişimi Osmanlı bütünleşmesinin karşıtlarının taşeronu olmaktan çok daha büyük ve radikal hesaplar tutan Şeyh Bedreddin’in projelerini hayata geçirme imkanını da yok etmişti. Belki Börklüce Mustafa Batı Anadolu’da taşeronu olduğu Venedik ve Cenevizlilerin elini Osmanlı karşısında güçlendirerek kapitülasyon almalarını sağlamıştı fakat Şeyh Bedreddin’in uzun yıllar içinde ilmek ilmek dokuduğu bağları kurduğu düzeni ve buradan gerçekleştirmek isteyeceği emelleri elde etme imkanını tamamen ortadan kaldırmış oluyordu. Müridinin kendinden habersiz ve zamansız başlattığı isyan neticesinde planları alt-üst olan Şeyh Bedreddin apar topar kaçmıştı. Başlangıçta doğuya Timurlu hükümdarı Şahrûh’un yanına gitmeyi amaçlayan Şeyh’in Karadeniz’de yolların kapalı olması sebebi ile batıya yöneldiği ve ailenin köklerinin bulunduğu kendisinin yaygın bir mürid tabanının olduğu Balkanlara kaçmış ve burada plansız bir isyan başlatarak sonunda Çelebi Mehmed tarafından yakalanarak idam edilmişti. Şu halde tarihin akışına müdahale eden ve Şeyh Bedreddin’in bütün planlarını alt üst ederek gerçekte ne yapmak istediğini tartışmasız bir gerçeklik olarak görülmesini engelleyen Börklüce Mustafa’nın isyanı neredeyse tüm özellikleri ile 2013 yılında yaşanan Gezi Olaylarını andırır. Görünüşte sosyal adalet söylemi ile başlayan başkaldırının aslında Osmanlı hakimiyetini yıpratmaya yönelik bir arzunun teşnesi olduğu gerek isyanın aktörlerinin bağlantıları gerekse yaşanan isyanın kısa vadede yol açtığı sonuçları itibari ile ortadadır.
Kaynakça:
Âşık Paşazâde, (1961). Tevârîh-i Ali Osman, nşr. Nihal Atsız, İstanbul.
BABİNGER, F., (2014). Simavna Kadısı Şeyh Bedreddin, çev. İlhami Yazgan, Ankara.
BALİVET, M., (2000). Şeyh Bedreddin: Tasavvuf ve İsyan, çev. Ela Güntekin, İstanbul.
DELİLBAŞI, M., (1980). Türk Hükümdarlarına Ait Yunanca Ahidnameler ve Nameler, Basılmamış Doçentlik Tezi, Ankara.
Dukas, (1956). Bizans Tarihi, çev. İ. Mirmiroğlu, İstanbul.
EMECEN, F., (2005). İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, İstanbul.
Halîl b. İsmail b. Şeyh Bedrüddîn Mahmûd, (1967). Smavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Menâkıbı, ed. A. Gölpınarlı-İ. Sungurbey, İstanbul.
HAYKIRAN , Kemal Ramazan, , (2017) “Kurt mu Kuzu mu? Şeyh Bedreddin ve İsyanı Üzerine Bazı Düşünceler”, Yeni Fikir Dergisi, c.I, s. 18.
HAYKIRAN, K. R., (2013). “Aydınoğulları Beyliğinin Son Beyi Cüneyd Bey ve Beyliğin Yıkılışından Sonra Aydınoğlu Soyunun Durumu”, Aydınoğulları Tarihi: Uluslararası Batı Anadolu Beylikleri Tarih Kültür ve Medeniyeti Sempozyumu 1 – Ed. Cüneyt Kanat, Mehmet Ersan, Mehmet Şeker, Ankara.
Hoca Sadeddin Efendi, (1999). Tacü't-Tevarih, c. I, nşr. İsmet Parmaksızoğlu, Ankara.
İbn Arabşah, (2012). Acâibu’l Makdûr, çev. Ahsen Batur, İstanbul.
İdris-i Bitlisi, (2013). Heşt Behişt 7. Ketibe, nşr. Muhammed İbrahim Yıldırım, Ankara.
KARADENİZ, H. B., (2008). Osmanlılar İle Beylikler Arasında Anadolu’da Meşruiyet Mücadelesi, İstanbul.
KASTRİTSİS, D. (2014). “1402-1413 Fetret Devri Bağlamında Şeyh Bedreddin Ayaklanması”, Sultan Çelebi Mehmed ve Dönemi, ed. Fulya Düvenci Karakoç, Bursa.
Mevlânâ Mehmed Neşrî, (2008). Cihânnümâ, haz. N. Öztürk, İstanbul.
OCAK, A. Y., (2013). Zındıklar ve Mülhidler: 15.ve 17. Yüzyıllar, İstanbul.
Taşköprülüzade, (1985). Şekâiki Numaniyye, nşr. A Subhi Furat, İstanbul.
TURAN, Ş., (1990). Türk İtalyan İlişkileri I, İstanbul.
UZUNÇARŞILI, İ. H., (1997). Büyük Osmanlı Tarihi, c. I, Ankara.
UZUNÇARŞILI, İ.H., (2003). Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu Devletleri, Ankara.
Varidat-ı Bedreddin, Simavna Kadısı Oğlu Şeyh Mahmud Bedreddin, (2010). nşr. Mehmed Serhan Tayşi, İstanbul.
YAHYA, H., (1994). Yehova’nın Oğulları, İstanbul.
YÜKSEL, M., (2002). Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, İstanbul.
YÜKSEL, M., (2004). “Şeyh Bedreddin”, Anadolu Halk Hareketleri, Ankara.
Dipnotlar:
[1] Halîl b. İsmail b. Şeyh Bedrüddîn Mahmûd, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Menâkıbı, ed. A. Gölpınarlı-İ. Sungurbey, İstanbul 1967, s.12.
[2] İbn Arabşah, Acâibu’l Makdûr, çev. Ahsen Batur, İstanbul 2012, s. 333.
[3] Franz Babinger, Simavna Kadısı Şeyh Bedreddin, çev. İlhami Yazgan, Ankara 2014, s. 33; Franz Babinger bu iddiası alanın ilk çalışmalarından olan eserindeki bu iddiası isabetsiz bir tarihçi yorumu olarak değerlendirilebilir. Çünkü Babinger 1919 yılındaki bu çalışmasından 24 yıl sonrasında yayımladığı bir başka çalışmasında yanıldığını belirterek hatasını düzeltmiş ve Simavna’nın Edirne civarında bir yer olması gerektiği bilgisini ifade etmiştir. Konunun fazla ilgi çekici olması sebebi ile pek çok akademisyen vasfının uzağında kişinin de konu hakkında kalem oynattığı göz önünde bulundurduğunda bu kategoride yazan kesimin büyük bir çoğunluğun Babinger’in hatalı yorumun peşinden gittikleri görülmektedir.
[4] Harun Yahya, Yehova’nın Oğulları, İstanbul 1994, s.63.
[5] Müfid Yüksel, Simavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin, İstanbul 2002, s. 13-14; Ahmet Yaşar Ocak, Zındıklar ve Mülhidler: 15.ve 17. Yüzyıllar, İstanbul 2013, s. 170.
[6] Taşköprülüzade, Şekâiki Numaniyye, nşr. A Subhi Furat, İstanbul 1985, s. 50.
[7] Muhammed Hüseyin-i Tabâtebâî, “Velilik ve Önderlik”, Ulema ve Dinî Otorite, çev. Kutlukhan Eren, İstanbul 1995, s. 58.
[8] Muhammed Hüseyin-i Tabâtebâî, “Velilik ve Önderlik”, Ulema ve Dinî Otorite, çev. Kutlukhan Eren, İstanbul 1995, s. 58
[9] İsmail Hakkı Uzun Çarşılı, Anadolu Beylikleri ve Akkoyunlu Karakoyunlu Devletleri, Ankara 2003. S. 113.
[10] Hasan Basri Karadeniz, Osmanlılar İle Beylikler Arasında Anadolu’da Meşruiyet Mücadelesi, s. 215.
[11] Kemal Ramazan Haykıran, Kurt mu Kuzu mu? Şeyh Bedreddin ve İsyanı Üzerine Bazı Düşünceler, Yeni Fikir Dergisi, c.I, s. 18, 2017, s. 12.
[12] Kemal Ramazan Haykıran, “Kurt mu Kuzu mu? Şeyh Bedreddin ve İsyanı Üzerine Bazı Düşünceler”, Yeni Fikir Dergisi, c.I, s. 18, 2017, s. 12.
[13] İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Büyük Osmanlı Tarihi, c. I, s. 350.
[14] Kemal Ramazan Haykıran, “Aydınoğulları Beyliğinin Son Beyi Cüneyd Bey ve Beyliğin Yıkılışından Sonra Aydınoğlu Soyunun Durumu”, Aydınoğulları Tarihi: Uluslararası Batı Anadolu Beylikleri Tarih Kültür ve Medeniyeti Sempozyumu 1 – Ed. Cüneyt Kanat, Mehmet Ersan, Mehmet Şeker, Ankara 2013, s. 354.
[15] Michel Balivet, Şeyh Bedreddin: Tasavvuf ve İsyan, çev. Ela Güntekin, İstanbul 2000, s. 78.
[16] Michel Balivet, Şeyh Bedreddin: Tasavvuf ve İsyan, s. 79.
[17] Kemal Ramazan Haykıran, “Kurt mu Kuzu mu? Şeyh Bedreddin ve İsyanı Üzerine Bazı Düşünceler”, Yeni Fikir Dergisi, c.I, s. 18, 2017, s.14.
[18] Halîl b. İsmail b. Şeyh Bedrüddîn Mahmûd, Smavna Kadısıoğlu Şeyh Bedreddin Menâkıbı, ed. A. Gölpınarlı-İ. Sungurbey, İstanbul 1967, s. 95.
[19] Dukas, Bizans Tarihi çev. İ. Mirmiroğlu. İstanbul 1956, s. 68.
[20] Dimitris Kastritsis, “1402-1413 Fetret Devri Bağlamında Şeyh Bedreddin Ayaklanması”, s. 95.
[21] Hoca Sadeddin Efendi Tacü't-Tevarih, nşr. İsmet Parmaksızoğlu, c. I, s. 300.
[22] Ahmet Yaşar Ocak, Zındıklar ve Mülhidler, s. 192.
[23] Şükrullah b. Şehabbeddin, Behçetü’t-tevârih, nşr. Atsız, Osmanlı Tarihinin Ana Kaynakları, İstanbul 1949, s. 60.
[24] Şükrullah b. Şehabbeddin, Behçetü’t-tevârih, nşr. Atsız, Osmanlı Tarihinin Ana Kaynakları, İstanbul 1949. s. 60.
[25] İdris-i Btlisî, Heşt Behişt, Nşr. Atsız, Osmanlı Tarihinin Ana Kaynakları, İstanbul 1949, s. 184.
[26] Şerafettin Turan, Türk İtalyan İlişkileri I, İstanbul 1990, s. 58-59.
[27] Melek Delilbaşı, Türk Hükümdarlarına Ait Yunanca Ahidnameler ve Nameler, Basılmamış Doçentlik Tezi, Ankara 1980, s. 55-57.
[28] Melek Delilbaşı, , Türk Hükümdarlarına Ait Yunanca Ahidnameler ve Nameler, s. 97.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.