İsrail’in Lübnan’a saldırısı: Savaş bölgeselleşiyor mu?
İsrail, Lübnan'ın güneyinde Hizbullah'a karşı kara harekâtı başlatması dünya kamuoyunda tartışma yarattı. Bu kara operasyon ile ne amaçlanıyor? Pentagon nasıl bir tutum sergileyecek? Orta Doğu’da bölgesel bir savaşa doğru mu gidiliyor? Gelin, yaşananlara ve gözden kaçanlara birlikte bakalım.
25 Ağustos 2024 tarihinde İsrail ve Lübnan Hizbullah’ı arasındaki gerginlik yeni bir boyut kazandı. Karşılıklı saldırıların boyutu 2006’dan sonra ilk kez bu kadar yüksek seviyeye taşındı. Tırmanan gerginlik, eylül ayının ortalarına doğru daha farklı bir karakter almaya başladı. İsrail ordusu uzun süredir planladığı Lübnan’ın güneyinde “güvenlik amaçlı bir tampon bölge oluşturulmasının kritik öneminden” daha açık bir şekilde bahsetmeye başlamıştı. Bu durum İsrail yönetimine dünya kamuoyunun dikkatini Gazze’deki insanlık dramından uzaklaştırma fırsatı da sunmaktaydı. Aynı zamanda Lübnan’ın güneyini işgal etmek için uygun bir zemin inşa etmekteydi.
17 Eylül’de İsrail’in Hizbullah’ın haberleşmede kullandığı cihazlara yönelik saldırı gerginliği daha tırmandırdı. 18 Eylül’de ise örgütün kullandığı telsizler patlatıldı. Bu durum, dünyada büyük bir yankı uyandırdı. Lübnan’ın çeşitli bölgelerinde patlayan telsizlerin beş ay önce, 17 Eylül’de patlatılan çağrı cihazlarıyla neredeyse aynı anda alındığı iddia edilmekteydi. Bu durum İsrail’in ve onun kurumlarının kural tanımazlığını bir daha gözler önüne sermekteydi.
Kısa bir süre sonra İsrail ve Lübnan birbirilerine karşılıklı saldırı düzenlediler. İsrail kuvvetleri geniş çaplı bir operasyonun başladığını ilan ettiler. Hizbullah lideri Hasan Nasrallah’ın konuşma yaptığı sırada İsrail savaş uçakları, Beyrut üzerinden alçak uçuş gerçekleştirdi. Hizbullah lideri, İsrail’in yaptığı telsiz saldırılarını “bir savaş ilanı” olarak değerlendiriyordu. İsrail istihbaratı ise Hizbullah’ın İsrail’in kuzey topraklarını işgal etme planından bahsederek bu örgütü suçlamaktaydı. Yaşanan bu gelişmeler, Lübnan sahasını açık bir askerî hedef hâline getirmektedir.
Kara operasyonu neyi amaçlıyor?
23 Eylül’de İsrail Hava Kuvvetleri, Lübnan’ın güneyindeki yerleşim yerlerine yoğun bir saldırıya başladı. İsrail ordusunun “Kuzeyin Okları” adını verdiği bu saldırı, 2006’dan sonraki en kapsamlı saldırı olarak görülmekteydi.
28 Eylül’de İsrail’in Beyrut’a düzenlediği hava saldırısında Hizbullah lideri Hasan Nasrallah ve diğer üst düzey örgüt üyeleri öldürüldü. Nasrallah’ın ölümü İsrail’e savaşta “psikolojik bir üstünlük” sağlıyor. Sadece son hafta içerisinde İsrail, 30’a yakın üst düzey Hizbullah yöneticisini öldürmüştü. Bu durum Netanyahu’ya da iç kamuoyunda azımsanmayacak derecede siyasi puanlar kazandırıyor. İsrail lideri Netanyahu, “Nasrallah’ı Hizbullah’ın potansiyelini konsolide edebilecek bir unsur olarak” ele almaktaydı. Netanyahu’ya göre Nasrallah, sadece İran tarafından yönetilmemekteydi, aynı zamanda kendisi de İran yönetiminde söz sahibiydi. Nasrallah’ın ve üst düzey Hizbullah yöneticilerinin öldürülmesinin ardından, İsrail hava kuvvetleri Lübnan’daki hedeflerine yönelik saldırıları daha da şiddetlendirmiştir.
Bütün bu gelişmeler, İsrail’in Hizbullah’la mücadele adı altında Lübnan’a kara operasyonu yapma ihtimalini gündeme getirmekteydi. Nitekim 30 Eylül’de İsrail ordusunun X hesabından yapılan yazılı açıklamada "Birkaç saat önce İsrail ordusu, Lübnan'ın güneyinde Hizbullah terör hedeflerine ve altyapısına karşı hassas istihbarata dayalı kısıtlı, lokal ve hedefli kara saldırılarına başladı" açıklaması yapılmıştı. İsrail ordusu, bu kara operasyonunun sınırlı ve hızlı bir şekilde gerçekleştirilmesini öngörmekte. Ancak sınırlı kara operasyonu İsrail’in nihai hedeflerini gerçekleştirmesi açısından yeterli olmayabilir. Dolayısıyla ilerleyen süreçte operasyonun sınırları genişleyebilir. Bu durum, tam teşekküllü bir kara saldırısının meydana çıkmasına neden olacaktır. Kara operasyonun temel amacı, Hizbullah’ın etki alanı olan Lübnan’ın güneyinin önemli bir kısmını ve hatta tamamının kontrolünün ele geçirilmesidir.
Pentagon, Orta Doğu’ya ek askerî güç gönderecek
İsrail’in olası kara operasyonu Hizbullah’a karşı son dönem devam eden başarılarını pekiştirme fırsatı sağlayabilir. Bunun yanında kara operasyonu bir dizi riski de barındırıyor. Hizbullah’ın üst düzey askerî ve siyasi liderlerinin neredeyse tamamının tasfiyesine rağmen örgüt, İsrail kuvvetlerine karşı direnebilecek bir kabiliyete sahip olmayı sürdürüyor. Bu durum İsrail’in kara operasyonundaki başarı kriterlerini önemli ölçüde etkileyebilir.
Kara operasyonuna karşı Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Fransa’nın tutumu da takip edilecektir. ABD’de İsrail son dönemdeki eylemlerine ve bu bağlamda kara operasyonuna yönelik farklı tutumlar mevcut. Başkanlık seçimlerindeki Yahudi lobisinin rolü nedeniyle hiçbir başkan adayı, İsrail’i dizginlemek adına bir çabada bulunmuyor. Amerikan yetkilileri Netahnayu’ya kara operasyonunu gerçekleştirmeme önerisinde bulunmakla yetiniyorlar. Pentagon ayrıca artan gerginlik nedeniyle Orta Doğu’ya ek askerî güç göndereceğini de bildirmektedir.
Fransa’nın Lübnan’daki tarihsel etkisi göz önünde bulundurulduğunda, bu ülkenin tutumu da ilgiyle takip edilecektir. İsrail’in Lübnan’ın güneyini işgal etmesi, Fransa’nın bölgeye yönelik uyguladığı politikalara ve geniş anlamdaki stratejik otonomisine büyük ölçüde zarar verecektir. Bununla birlikte Macron Fransa’sının son yıllarda geleneksel Fransız dış politikasına sadık kalmadığı da gözden kaçırılmamalıdır. Bütün bu süreç, Batı’nın İsrail’in pervasız eylemlerine ve olası kara operasyonuna yönelik caydırıcı kabiliyetini yitirdiğini göstermektedir.
Bölgesel bir savaşa mı gidiliyor?
Nasrallah’ın ölümü sonrası en büyük destekçisi olan İran’ın tutumu önem taşıyor. İsrail’in doğrudan İran hedeflerine saldırı yapmadığı sürece Tahran’ın Tel Aviv’le çatışmaya gireceği beklenmiyor. Bununla birlikte özellikle Nasrallah’ın İsrail tarafından öldürülmesi, İran’ın bölgedeki vekili olan Hizbullah’ın motivasyonunu ne ölçüde etkileyeceği önemlidir. Hizbullah 100 bine yakın askeri gücüyle bölgedeki en önemli devlet dışı aktördür. Hizbullah’ın sahip olduğu füze ve roket gücü de buraya eklendiğinde, Nasrallah sonrası nasıl bir taktik izleneceği merak ediliyor. İsrail lideri Netanyahu, Hizbullah’ın askerî kapasitesini yok edilinceye kadar saldırıları sürdüreceklerini vurgulamaktadır.
30 Temmuz’da Hizbullah’ın üst düzey askerî yetkilerinden olan Fuad Şükür’ün Beyrut’ta yapılan hava saldırısında öldürülmesi, bir gün sonra ise Hamas lideri İsmail Haniye’nin Tahran’da yine hava saldırısıyla suikasta kurban gitmesi İsrail’in Gazze Savaşı’nı bölgesel bir düzeye çıkarma gayretini ortaya koyuyordu.
İsrail, çatışmayı kışkırtmayı ve bölgedeki birçok ülkeyi aynı anda savaşın içine çekmeyi önceliyor. Bu yolla İsrail özellikle ABD’nin bölgedeki duruma daha fazla angaje olmasını da hedefliyor. İsrail, bu bağlamda İran’ı baş düşmanı ilan ederek hem bölge ülkelerinin hem de Washington’un tutumunu bir nevi test etmeyi amaçlıyor. Beyaz Saray’ın kongreyi devre dışı bırakarak İsrail’e 147 milyon dolarlık acil silah tedarikini onaylaması, Tel Aviv tarafından yürütülen savaşın ABD ile tam koordinasyon içinde yürütüldüğü realitesini ortaya koyuyor.
İsrail’in Gazze’den sonra Lübnan’da ikinci cepheyi açması, esasında Orta Doğu’daki jeopolitik denklemi tam manasıyla kontrol ettiğini gözler önüne sermektedir. İsrail ve Hizbullah arasındaki jeopolitik mücadelenin tüm Orta Doğu’ya yayılma ihtimali şu an için ihtimal dışıdır. Çünkü mevcut İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan ve yönetimi Batı ile diyaloğun yollarını arayan ve bu çerçevede ihtiyatlı bir politika izleyen bir perspektife sahiptir. Bu durum, İsrail’in “İran kartını” kullanarak yayılmacı strateji izlemesini âdeta kolaylaştırıyor. Bu arada Körfez monarşileri de mevcut durumdan “hoşnut” görünüyorlar. Çünkü Hizbullah’ın zayıf duruma düşmesi, orta vadede Körfez ülkelerinin olası “manevra alanlarını” artırıyor.
İsrail’in ana hedefi; büyük güçlerin, özellikle de ABD’nin desteğiyle bölgedeki kontrolünü pekiştirmektir. Güney Lübnan’ın İsrail tarafından işgali, sadece toprak kazanımı bağlamında değil; aynı zamanda Netanyahu yönetiminin iç kamuoyu nezdindeki meşruiyeti bağlamında da önem taşımaktadır.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.