İlk anayasa tecrübemiz
Anayasa tecrübemizde 100 yılı geride bırakalı çok oluyor. Anayasalarımız ile siyasi darbeler arasında girift ilişki ise her seferinde karşımıza çıkıyor. Günümüzde hala siyasi çekişmenin konularından biri olan anayasa tarihimizin Yenikapı Mevlevihanesinde yazılan ilkine yakından bakalım.
Anayasa tecrübemizde 100 yılı geride bırakalı çok oluyor. Anayasalarımız ile siyasi darbeler arasında girift ilişki ise her seferinde karşımıza çıkıyor. Günümüzde hala siyasi çekişmenin konularından biri olan anayasa tarihimizin Yenikapı Mevlevihanesinde yazılan ilkine yakından bakalım.
Ülkemizdeki anayasacılık hareketlerinin, ilk olarak 19. yüzyılın ilk yarısında ortaya çıktığı kabul edilmektedir. 1808 tarihli Sened-i İttifak, 1839 tarihli Tanzimat Fermanı ve 1856 tarihli Islahat Fermanı gibi belgeler, birer anayasa özelliği taşımamakla birlikte, ileride ortaya çıkacak gerçek anayasacılık hareketlerinin ilk aşamalarını oluşturdu.
23 Aralık 1876 tarihinde kabul edilen Kanun-ı Esasi, ilk anayasamız olarak tarihteki yerini aldı ve siyasi hayatta ilk defa anayasa ile kurulan parlamentolu bir dönem başladı.
Darbeler ve ağır siyasi baskılar sonucunda yaşanan olağanüstü dönemlerin bir çıktısı olan anayasalarımızın ilki Yenikapı Mevlevihanesinde gizli kapılar ardından kaleme alınmıştı. “Kanun-i Esâsî” ismiyle tarihe geçen bu anayasamız peşi sıra gelen iki siyasi darbe sonucu ortaya çıkmıştı.
Anayasa tartışmaları Mehmed Emin Âli Paşa 1871’de ölümünden sonra başlayan kriz döneminde hızlandı. Mithad Paşa meşrutiyetçi görüşleriyle öne çıkan bir isimdi ve bu peşi sıra gelen siyasi darbelerin ardından Osmanlıların gerek Batı ile ilişkileri gerekse de siyasal düzenin devamı açısından anayasaya dayanan bir yönetimi mecburi görüyordu.
1876’da Sultan Abdülaziz’in tahttan indirilmesiyle Mithat Paşa devlet yönetiminde egemen güç konumuna geldi.
Üç ay süren saltanatında anayasayı hazırlatmayı başaramayan V. Murat tahttan yine bir darbeyle indirildi ve meşrutiyet fikrine daha yakın olduğu düşünülen II. Abdülhamid 31 Ağustos 1876’da tahta çıkarıldı.
II. Abdülhamid müştereken bir koalisyon sonucu tahta çıkmışı. Bu koalisyonun yeni Osmanlı padişahından isteği Batılı ülkelerde olduğu gibi bir meclis ile padişahın yetkilerinin sınırlandırılmasıydı.
Cülus merasiminin hemen ardından anayasa hazırlıklarına başlandı ve Mithad Paşa’nın başkanlığında Cemiyet-i Mahsusa adıyla bir heyet oluşturuldu.
Mithad Paşa’nın özel kalemi de olan hukukçu Krikor Odyan Fransa ve Belçika anayasalarının çevirilerinden oluşturulan ilk metni Mithad Paşa’ya sundu. Mithad Paşa ilk taslak çevirilerin üzerinde çalışmalar yapmak üzere Yenikapı Mevlevihanesinin gözlerden uzak derviş hücrelerini seçti.
Hadi hep birlikte 1876 yılına bir yolculuğa çıkalım… İsmail Dede Efendi’nin, Itrî’nin, Şeyh Galib’in yetiştiği tarihi 16. yüzyıla dayanan Yenikapı Mevlevihanesi’nin heybetli olduğu kadar zarif kapısından içeriye girelim. Şeyh postunda oturan Osman Selahaddin Dede o günlerde hayli yoğun bir siyasi trafiğe ev sahipliği yapıyordu. V. Murad’ın tahttan indirildiği II. Abdülhamid’in padişahlığının ilan edileceği günlerde başlamıştı yoğun siyasi görüşmeler. Siyasetten uzak durması gereken ama bir şekilde tüm siyasi yolların bir şekilde bahçesine açıldığı Mevlevihane Mithad Paşa’nın yeni karargahıydı adeta…
Abdülhamid Han’ın saltanatının ilk günlerinde Sırbistan ve Karadağ ile filli bir savaş devam ediyordu. Rusya’nın savaşın derhal sona erdirilmesi gerektiğine dair ültimatomuna tüm Avrupalı güçler yek vücut olarak karşı çıktılar.
Osmanlı Devleti’nin yanında yer alan Avrupalı güçler 23 Aralık’ta Haliç Tersanesi’nde bir konferans tertip ettiler. Konferansın ana gayesi devam eden savaş olsa da Avrupalıların Osmanlı Devleti’nden isteği çok açıktı. “Avrupalı bir devlet olabilmeniz için köklü reformlar yapmanız şart!”
Tersane Konferansı öncesinde Osmanlı entelijansıyasının önemli bir gündemi vardı. Tahta oturmak için meritokrasinin elitleriyle pazarlığa girişen Abdülhamid Han, anayasa ve meşrutiyet sözü vermişti.
1990’lı yılların siyasi konjonktürüne hâkim olanlar bilecektir Türkiye’nin Avrupa Birliğine dâhil olması için gerekli olan şartların belirtildiği Kopenhag Kriterleri o günlerde gazete manşetlerini süslerdi. Avrupa’nın bu toprakları “kendinden görmek için” istedikleri üç aşağı beş yukarı bir asır öncede çok benzerdi.
Hazırlanan anayasa taslağı ve meşrutiyet ilânı ile Tersane Konferansı’nın başladığı saatler aynıydı.
Top atışlarıyla kutlanan ve duyurulan bu anayasa ile Osmanlı’nın yüzünü Batı’ya döndüğü ve “biz de sizler gibiyiz” mesajı yürekten iletiliyordu.
Top atışlarından ürken ve yeni bir darbe olduğunu düşünen Birleşik Krallık, Fransa, İtalya, Avusturya-Macaristan, Almanya ve Rusya delegelerine Hariciye Nazırı Saffet Paşa şu bilgileri verdi.
“Padişah yeni bir rejimi, Meşrutiyet rejimini ilan etmektedir. İmparatorluğu oluşturan etnik unsurların özgürlükleri bu yeni idare şekli ile güvence altına alındığından bu toplantıya artık gerek kalmamıştır.”
Bu kısa konuşmadan sonra Osmanlı delegeleri toplantıyı terk ettiler. Aynı gün Babıali'deki törende Padişah'ın Kanun-i Esasi'yi bildiren iradesi okundu ve 1876 tarihli ilk Osmanlı anayasası yürürlüğe girdi.
Batılı delegeler bu durumu “çocukça” buldular ve konferans görüşmelerine devam ettiler.
1876 Anayasası, 19. yüzyılın son çeyreğinde Osmanlı-Batı diyaloğunun vardığı yeni bir aşamanın ürünüydü esasında…
Bizzat Mithat Paşa’nın kaleminden çıkan son anayasaya metninde ilgi çekici unsurdan biri devletin dilinin Türkçe olduğunun kabul edilmesiydi.
Padişaha siyasi gerekçelerle mahkemesiz sürgün yetkisi veren meşhur 113. madde II. Abdülhamid’in devreye girmesi ve Damat Mahmut Celalettin Paşa’nın etkili siyaseti sonucu son dakikada kabul edildi.
Kanun-i Esasi, 119 maddeden oluşmaktaydı. Anayasanın ilk beş maddesi, Padişahın haklarını tanımlıyordu. Osmanlı hükümdarlığı, halifeliği de uhdesine alarak Osmanlı hanedanının en yaşlı üyesine ait olacaktı. Padişahın kişiliği dokunulmazdı ve yaptıklarından kimseye karşı sorumlu değil. Bakanların atanması ve azledilmesi, para bastırılması, hutbelerde adının söylenilmesi, yabancı devletlerle antlaşma imzalanması, savaş ve barış ilanı, şeriat hükümlerinin uygulanmasının gözetilmesi, yasalar gereğince verilmiş cezaların hafifletilmesi ya da affedilmesi, parlamentoyu toplamak ya da dağıtmak ve temsilci seçimi için gerekli hazırlıkları yapmak padişaha tanınan en önemli haklardı.
İkinci bölüm, kamusal hakları içeriyordu. 8. madde Osmanlı Devleti'nin uyruğunda bulunan kişilerin tümüne din ve mezhep ayrımı olmaksızın “Osmanlı” denileceğini, 9. madde Osmanlıların tümünün, başkalarının özgürlüklerine müdahale etmemek koşuluyla, kişisel özgürlüğe sahip olduklarını belirtiyordu. 11. maddeye göre, devletin resmi dini İslam’dı. Ancak kamu düzenine ya da genel ahlaka aykırı olmadığı sürece, Osmanlı ülkesinde maruf olan diğer dinlerin icrası serbestti.
Yasa önünde tüm Osmanlıların eşit olduğu, kişilerin, din hakkında önyargıya sahip olunmaksızın vatana karşı aynı hak ve ödevleri bulunduğu 17. maddede, devlet görevlilerinin devletin resmi dili olan Türkçeyi bilme zorunluluğu 18. maddede yer alıyordu.
42. madde ile, Meclis-i Mebusan ve Heyet-i Ayan’dan oluşan bir Meclis-i Umumî kuruluyordu. Meclis üyeleri meclis tüzüğünü çiğnemedikçe düşüncelerini söylemekte ve oylamaya katılmakta özgürdüler.
Mebusan Meclisinin üye sayısı, Osmanlı uyruğundaki her 50 bin erkeğe bir üye olmak üzere saptanıyordu. Bunlar özel bir yasa gereğince gizli oyla seçilirlerdi. Seçim 4 yılda bir yapılacaktı. Mebusan Meclisi’ne seçilmek için 30 yaşını tamamlamış olmak ve Türkçe bilmek gerekliydi.
Bu toprakların ilk anayasası o dönemler için büyük sayılacak bir iletişim kampanyası ile duyuruldu. “İşler beklendiği gibi gitti mi?” derseniz cevap kocaman bir hayır… Avrupalılar bu anayasa kutlamalarından gelen top sesleriyle haberdar oldu ve ülkede yeni bir darbe olduğunu düşündü. Ne kadar trajikomik değil mi? Cumhuriyet neslinin darbelere alışkın olduğunu makus talihimizden biliyoruz da Osmanlı ecdadımızın da darbeler ile anılıyor oluşu bazı meseleleri hiçbir zaman halledemediğimizi gözler önüne seriyor. Batılı devlet temsilcilerine top seslerinin darbe değil rejimin meşrutiyete geçişini haber verdiğini söyleyen Osmanlı heyetinin yüz ifadelerini o ana ışınlanıp görmeyi çok isterdik, öyle değil mi?
Yukarıda zikrettiğimiz maddeler sorunları ortadan kaldırmış, Osmanlı idaresi artık Batılı olmuştu! Konferansa da lüzum yoktu! Halbuki Batılı devlet temsilcilerinin ne meşrutiyet ne de demokrasi sevdası umurlarındaydı… Toplantılar son sürat devam etti, Sırbistan ve Karadağ için bağımsızlık kararı alındığı, Bulgaristan ve Bosna-Hersek’e özerklik verilmesi kararları nazik olmayan bir tavırla Babıali’ye iletildi. Tarihimize geçen meşhur 93 Harbi Osmanlı Devleti’nin bu kararları kabul etmemesi üzerine başladı.
Aslında rejimi değiştirmekle Avrupalı olunamayacağını haykırıyordu Batılı devlet temsilcileri. Elini kaptırırsan kolunu kurtaramazsın derler ya… Sonraki süreçte Osmanlı devlet ricalinin de kaderi öyle oldu. Hep daha fazlasını hep daha çok imtiyazı Batılılara vermek zorunda kaldılar…
1877 Şubat'ında ülke çapında genel seçimlerin yapılmasından sonra oluşturulan Meclis-i Umumi 19 Mart 1877’de açıldı. İlk toplantı Dolmabahçe Sarayı’nın Muayede Salonunda yapıldı. Mecliste 69 müslim ve 46 gayrımüslim mebus vardı. Meclis başkanlığına Ahmet Vefik Paşa atandı.
Anayasa tecrübemiz nasıl ilerledi diye soracak olursanız 19 Mart’ta açılan parlamento 24 Nisan’da Rusya’nın ilan ettiği savaşı kucağında buldu. 24 Nisan 1877'de çıkan Osmanlı-Rus Savaşı bir yıl boyunca meclis müzakerelerini gölgeledi.
93 Harbi olarak kayıtlara geçen ve binlerce Müslümanın evlerini, vatanlarını terk etmeleriyle sonuçlanan o acı hadisenin akabinde Ruslar Yeşilköy’e kadar geldiler. Bu hengamede parlamentonun elindeki gücü kullanmasına mani olduğunu düşünen Abdülhamid Han 1878’in 13 Şubat’ında meclisi süresiz olarak tatil ettiğini açıkladı.
Anlayacağınız anayasa “süresiz” askıya alınıyordu. Bu tatil ne kadar mı sürdü? Tam tamına 30 sene…
Unutmadan söyleyelim Abdülhamid Han Mithad Paşa tarafından Kanun-i Esâsî’nin yazıldığı Yenikapı Mevlevihanesi’ni de hayatı boyunca affetmedi.
Esasında II. Abdülhamid’in saltanatının ilk yıllarında Mevleviler ile arası gayet iyiydi. Islahat ve Tanzimat Fermanları süreçlerinde menfi bir pozisyon almayan Mevlevi şeyhleri padişahlar tarafından desteklenmişti.
Mithad Paşa II. Abdülhamid’in tahta geçişi için yapıla ilk toplantılar için de Yenikapı Mevlevihanesini merkez seçmişti. Mithad Paşa’nın bizzat isteği ile Beşiktaş sarayındaki veliaht dairesine gelen Osman Selahaddin Efendi Mithad Paşa’nın yeni anayasayı ilan edeceği bilgisini II. Abdülhamid’e iletecekti.
II. Abdülhamid anayasayı askıya aldığı günlerde Osman Selahaddin Efendi’nin saraydaki Mesnevi derslerini de sona erdirdi. Şeyh efendinin yaşlandığını ve tekkesinde zikirle meşgul olması gerektiğini saraya gelip yorulmamasına gönlünün razı olmadığını iletti.
Meclisin kapalı kaldığı 30 yıllık süre boyunca devlete çalışan “kimi” isimler tekke ahalisini daima takip ettiler.
Öyle ki ayinleri ve sonrasında gerçekleştirilen sohbetlere kulak kesildiler…
Okunacak mevlidler, yapılacak düğünler daima gözetim altında gerçekleştiriliyordu.
Mevlevi şeyhi Celaleddin Dede’nin Paris‘teki Jöntürkler ile ilişkisinin olması ve veliaht Reşat Efendi‘nin de Osman Selahaddin Efendi’ye bağlı olması padişahın telaşını daha da artırıyordu.
İzmir Mevlevihanesi Şeyhi Nuri Dede ile Tokadî-zâde Şekip Efendi’nin Hizmet gazetesinde hürriyet taraftarı yazılar yazmaları şüphelenilmesine neden olarak Bitlis‘e sürülmelerine ve haklarında iki ayda bir jurnal gönderilmesine neden oldu.
Şüphecilik o kadar ileri gitti ki, Çelebilere gönderilen yazıda, “reşadetlü” lakabının veliaht Reşat Efendi’yi hatırlatmasından dolayı, yazışmalardan bu lakap kaldırılarak ilmiyeden olanlara verilen “faziletlü” lakabı kullanılmaya başlandı.
Akıllarda hep aynı soru vardı: Acaba mevlevihanenin müntesiplerinin devletin âli menfaatlerine aykırı bir takım girişimlere “yeniden” ev sahipliği yapma kasıtları var mıydı? II. Abdülhamid’in saltanatı boyunca devletin keskin bakışları her daim Mevlevilerin üzerinde olacaktı…
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.