
General Harington Kupası: Direnişin ve zaferin sembolü
İstanbul’un işgal altında olduğu karanlık günlerde, Fenerbahçe’nin General Harington Kupası’nı kazanması; bir futbol zaferinin ötesinde, ulusal direnişin ve özgürlüğün sembolüydü. Bu kupa, Türk milletinin boyun eğmez ruhunu ve bağımsızlık arzusunu tüm dünyaya göstermişti.
Tarihin derinliklerinde, acının ve umudun iç içe geçtiği bir döneme, İstanbul'un kalbinin esaret zincirleriyle sıkıldığı o günlere doğru bir yolculuğa çıkalım. Birinci Dünya Savaşı’nın yıkıcı rüzgârları dinmiş ancak geride bıraktığı enkazın ağırlığı tüm topraklara sinmişti. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun kaderini mühürlerken, İtilaf Devletleri’nin gölgesi Anadolu semalarına düşüyordu. Ve 13 Kasım 1918’de, İngiliz birliklerinin ağır adımlarla İstanbul’a girişiyle, şehrin nefesi kesildi; “fiilî” bir işgal başlamış, 16 Mart 1920’de ise bu durum “resmî” ve tam bir esarete dönüşmüştü.
Ancak bu kara bulutların ardında, bir milletin onurlu direnişi filizleniyordu. Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde, Türk Kurtuluş Savaşı, her cephede işgali geri püskürtme azmiyle büyüyordu. İşte tam bu noktada bir spor kulübünün, adını taşıdığı fenerin ışığı gibi, karanlığa meydan okuyuşu başladı. Fenerbahçe Spor Kulübü, sadece yeşil sahalarda değil; vatanın kurtuluşu için de gizli ama hayati bir rol üstleniyordu.
Kulübün Kurbağalıdere yakınlarındaki mütevazı binası, artık bir direniş kalesine dönüşmüştü. Küçük teknelerle Anadolu’ya gizlice silah ve mühimmat kaçırılarak, bağımsızlık hareketine sessizce destek veriliyordu. Fenerbahçeli futbolcular, yalnızca top peşinde koşan gençler değildi; onlar, cephelerde işgalci birliklere karşı omuz omuza savaşan, ardından İstanbul'a dönüp hem maçlara çıkan hem de gizli faaliyetlerini sürdüren adsız kahramanlardı. Ruhlarında yanan ateş, sadece bir gol atma arzusu değil, vatanın özgürlüğüne duyulan tarifsiz bir özlemdi.
Elbette bu cesur faaliyetler işgal kuvvetlerinin dikkatinden kaçmadı. İngilizler, kulüp binasına baskın düzenledi. Ancak direnişin ruhu, her zaman bir adım öndeydi. Kulüp üyeleri, baskın hakkında erken bilgi alarak, silah ve mühimmatı hızla üyelerin evlerine veya güvenli depolara taşımayı başardı. İşgalciler, boş bir bina ve bir avuç gençten başka hiçbir şey bulamadılar. Buna rağmen intikam hissiyle dolup taşan İngiliz kuvvetleri, kulüp binasında günlerce kalarak daha fazla faaliyeti engellemeye çalıştı.
İngiliz birliklerinin başkomutanı General Charles Harington, bu gizli faaliyetlerden duyduğu rahatsızlığı gizleyemiyordu. Onun gözünde bu durum hem sahada hem de savaş alanında elde edilmesi gereken bir zaferin önündeki bir engeldi. Türk tarafı için ise futbol sahası, sadece bir spor arenası olmanın ötesine geçmişti. O, ulusal mücadelenin bir uzantısı, psikolojik zaferlerin kazanıldığı sembolik bir savaş alanıydı. Bu durum, Harington Kupası maçını basit bir dostluk maçından daha geniş askerî ve politik çatışmayı yansıtan doğrudan bir yüzleşmeye dönüştürdü. Fenerbahçe'nin kazanacağı bir zafer, ulusal bir zaferin çok daha güçlü bir sembolü olacaktı.
Esir şehrin moral kaynağı
İşgal dönemi boyunca Türk futbol takımları, işgal kuvvetlerinin takımlarıyla sık sık karşılaştılar. Bu karşılaşmalarda Fenerbahçe, eşsiz bir başarıya imza attı. İşgal ordularına karşı oynadığı 50 maçın 41'ini kazanmış, sadece 5 mağlubiyet ve 4 beraberlik almıştı. Özellikle, Aralık 1918 ile Şubat 1923 arasında Fenerbahçe, işgalcilere karşı tam 32 maçlık etkileyici bir yenilmezlik serisi yakalamıştı. Bu tutarlı başarı, Fenerbahçe'nin “esir şehrin moral kaynağı” olarak anılmasına yol açtı.
Mustafa Kemal Paşa’nın sadece 51 gün yayımlanan gazetesindeki tek spor haberinin bile Fenerbahçe’nin İngilizlere karşı oynadığı bir maç hakkında olması, kulübümüzün o dönemdeki anlamını perçinliyordu. İzmir'in 9 Eylül 1922’de kurtarılması ve ardından Türk ordusunun İstanbul’a gelişiyle Refet Paşa gibi komutanlar, bu maçların halka ne kadar moral verdiğini takdir etmiş ve Fenerbahçe kulübünü ziyaret ederek duygularını kulübün anı defterine kaydetmişlerdi. Fenerbahçe'nin işgal kuvvetlerine karşı elde ettiği bu sürekli zaferler, sporun, özellikle futbolun, ulusal kimliği ve direnişi ifade etmek için hayati, askerî olmayan bir yol olarak hizmet ettiğini gösteriyordu.
Doğrudan siyasi ifadenin bastırılabileceği işgal altındaki bir şehirde sportif zaferler, kolektif gurur ve meydan okuma için yasal ve kamusal bir platform sunuyordu. Bu durum, işgal döneminin derin psikolojik savaş yönünü ortaya koymaktaydı. Sahadaki zaferler, ulusal morale doğrudan bir destek sağlamış ve işgalcilerin algılanan üstünlüğüne meydan okumuştu. Bir spor kulübü, kriz döneminde fiilî bir ulusal kurum hâline gelmişti.
Türk direnişinin ilerlemesi ve Lozan Antlaşması'nın ufukta belirmesiyle birlikte, İngilizlerin İstanbul'dan çekilmesi yaklaşırken, General Charles Harington, son bir sembolik zafer arayışına girdi. Özellikle Fenerbahçe’nin gizli faaliyetlerinden (silah kaçakçılığı) ve sahadaki tutarlı zaferlerinden rahatsızlık duymuş, bunları İngiliz otoritesine bir meydan okuma olarak görmüştü. Ayrılmadan önce Türklere “ağır bir yenilgi” yaşatmak istemiş, “hem sahada hem de savaş alanında” zafer hedeflemişti.
Yalnızca kendi kadrosuyla…
Zaferi garantilemek için Harington, İrlanda Muhafızları, Grenadier Muhafızları ve Coldstream Muhafızları’nın en iyi oyuncularından oluşan, ayrıca İngiltere’den getirilen, geleceğin Chelsea kanat oyuncusu Willie Ferguson da dâhil olmak üzere dört profesyonel oyuncuyla takviye edilmiş güçlü bir “Muhafızlar Karması” takımı kurmuştu. General Harington, gazete ilanları aracılığıyla kamuoyuna bir meydan okuma yayımlamıştı: “Gardler Muhteliti Türk kulüplerine meydan okuyor. Galibine, Başkumandanın adını taşıyan büyük bir kupa verilecek bu maça Türk kulüpleri diledikleri gibi takviye de alabilirler.” Bu, İngiliz üstünlüğünü pekiştirmek ve ezici bir yenilgi anlatısı yaratmak için açık bir girişimdi.
Fenerbahçe’nin yanıtı ise kısa ve meydan okuyucu olmuştu; gazetelerde şu ilan yayımlanmıştı: “Fenerbahçe Kulübü yalnız kendi kadrosuyla bu.” Bu yanıt, kulübün ulusal gururunu ve mevcut kadrosuna olan güvenini vurgulamış, dışarıdan takviye almayı reddetmişti. Harington’ın açık meydan okuması, kendi adını taşıyan bir kupa teklif etmesi ve Türk takımlarına “istedikleri takviyeyi alabileceklerini” söylemesi, İngiliz üstünlüğünü iddia etme ve ezici bir yenilgi anlatısı oluşturma çabasıydı. Fenerbahçe’nin takviye almayı reddetmesi ve “yalnızca kendi kadrosuyla” oynamakta ısrar etmesi ise güçlü bir karşı anlatı oluşturmuştu. Bu durum, maçı sadece atletik bir yetenek sınavından öte, ulusal gücün ve kendine güvenin doğrudan bir testi hâline getirmişti. Bu, bahisleri basit bir futbol oyununun ötesine taşımış, ulusal onur için bir vekalet savaşına dönüştürmüş ve Türk halkının, görünüşte üstün bir güce karşı bile kendi yeteneklerine ve birliğine olan güvenini göstermişti. Bu, derinlemesine yankı uyandıracak sembolik bir zafer için zemin hazırlamıştı.
Maç, 29 Haziran 1923 Cuma günü, Taksim Stadı’nda, çok büyük bir seyirci topluluğu önünde gerçekleşti. Malta Valisi Lord Herbert Plumer, General Harington ile birlikte VIP locasından maçı izleyen önemli isimler arasındaydı. Fenerbahçe’nin kadrosunda Şekip Kulaksızoğlu, Hasan Kâmil Sporel, Cafer Çağatay, Kadri Göktulga, İsmet Uluğ, Fahir Yeniçay, Sabih Arca, Bedri Gürsoy, Ömer Tanyeri, Zeki Rıza Sporel ve Alaaddin Baydar gibi efsanevi oyuncular yer alıyordu.
Döneminin olağanüstü golcüsü
Maç oldukça çekişmeli geçti. İngiliz “Muhafızlar Karması” takımı, ilk yarıda Willie Ferguson’ın 30. dakikada attığı golle 1-0 öne geçerek devre arasına bu skorla girdi. İkinci yarıda ise Fenerbahçe kontrolü ele aldı. “Döneminin olağanüstü golcüsü” olarak tanımlanan Zeki Rıza Sporel, 61. dakikada beraberlik golünü kaydetti. Ardından 74. dakikada Alaaddin Bey’in pasıyla attığı güçlü şutla galibiyet golünü atmış ve Fenerbahçe’nin 2-1’lik zaferini mühürlemişti. İngiliz hakemin “taraflı” tutumuna rağmen, Fenerbahçe ikinci golünden sonra üstünlüğünü korumuştu. General Harington’ın adını taşıyan, bir metre yüksekliğinde (yaklaşık 3 fit, 4 inç) devasa gümüş kupa, Fenerbahçe’ye verildi. Kupa, Fenerbahçe kaptanı Hasan Kâmil Sporel’e takdim edildi.
Kolektif bir katarsis anı
Bu zafer, Türk seyirciler arasında muazzam bir sevinç ve gurur dalgası yarattı. Zeki Rıza Sporel de dâhil olmak üzere Fenerbahçeli futbolcular, coşkulu kalabalığın omuzlarında stattan çıkarılmış ve Beyoğlu caddelerinde büyük sevgi gösterileri arasında dolaştırılmışlardı. Maçın yankıları günlerce sürmüş, geniş çapta tartışılan ve kutlanan bir olay hâline gelmişti. “Çok büyük seyirci topluluğu”, oyuncuların omuzlarda taşınması ve Beyoğlu’nda yapılan geçit törenleri, tipik spor kutlamalarının çok ötesinde bir duygu patlamasına işaret ediyordu. Bu, işgal altındaki bir nüfus için kolektif bir katarsis anı sağlamıştı. İşgal altındaki bir şehirde onurun ve eylemin sembolik olarak geri kazanılması anlamına geliyordu. Bu halk coşkusu sadece futbolla ilgili değildi; ulusal birliğin ve meydan okumanın güçlü, görünür bir tezahürüydü ve ayrılmakta olan işgalcilere geride bıraktıkları ruh hakkında net bir mesaj gönderiyordu.
“Hepinizi meserretle tebrik eder, gözlerinizden öperim”
Fenerbahçe’nin zafer haberi, maçın olduğu gece Lozan Konferansı’nda bulunan Türk Heyeti’ne ulaşmıştı. Heyet başkanı İsmet Paşa, Fenerbahçe Kulübü’ne derhâl bir kutlama telgrafı göndererek şunları ifade etmişti: “Heyetimiz namına hepinizi meserretle tebrik eder, gözlerinizden öperim.” Bu zafer, Lozan'da emperyalist güçlere karşı müzakere eden heyet için “büyük bir moral” olmuştu. Maç sonucunun Lozan Konferansı’na anında iletilmesi ve İsmet Paşa’nın doğrudan, duygusal telgrafı, böyle bir zaferin psikolojik etkisine dair derin bir anlayışı ortaya koyuyordu. Bu sadece halk için bir moral desteği değil, aynı zamanda diplomatlar için de stratejik bir destekti. İngilizlere karşı “sahada” kazanılan bir zafer, özellikle bu kadar açıkça kutlanan bir zafer, Türk heyetinin müzakere masasında konumunu ince bir şekilde güçlendirebilir, Türk ulusunun direncini ve birliğini gösterebilirdi. “Sahadaki zafer”, “Lozan’da müttefik güçleri yenmenin” bir habercisi olarak görülmüştü. Bu durum, futbol maçı gibi askerî olmayan olayların, ulusal bağımsızlık için verilen daha geniş diplomatik ve siyasi mücadelede stratejik olarak nasıl kullanılabileceğini vurgulamakta, Türk Kurtuluş Savaşı'nın bütünsel doğasını ortaya koymaktaydı.
Maç, kritik bir zamanda gerçekleşmişti: Haziran 1923’te işgalin “fiilen” sona ermesiyle, sadece bir ay sonra, 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşması’nın resmi olarak imzalanmasıyla beş yıllık işgal dönemi 6 Ekim 1923’te “resmen” sona erecekti. Fenerbahçe, 1922-1923 İstanbul Ligi'ni gol yemeden şampiyon tamamlayarak tutarlı üstünlüğünü zaten sergilemişti. Maçın, İngilizlerin ayrılmaya hazırlandığı ve Lozan Antlaşması’nın sonuçlandırıldığı bir zamanda gerçekleşmesi, General Harington’ın meydan okumasının itibarını kurtarmak için son bir çaba olduğunu düşündürmekteydi. Ancak Fenerbahçe'nin zaferi, bu niyeti tersine çevirmişti. Türk halkı için güçlü bir psikolojik “ön zafer” sağlamış, egemenliklerinin resmî olarak tanınmasından önce yeteneklerini ve ruhlarını teyit etmişti. Bu sportif zafer, Türk ulusunun kendi kaderini tayin etme ve direnme gücünün somut bir tezahürü olarak hizmet etmiş, Lozan’daki taleplerinin meşruiyetini pekiştirmiş ve yaklaşan işgalin sona ermesine muzaffer bir duygusal zemin sağlamıştı.
General Harington Kupası, Fenerbahçe'nin işgal kuvvetlerine karşı kazandığı “önemli bir kupa” olarak kabul edilmektedir. Bir metre yüksekliğinde devasa bir gümüş kupa olup Fenerbahçe Müzesi’nde gururla sergilenmektedir. Sadece fiziksel bir kupadan öte, bu kupa “ulusal direnişin ve bağımsızlık mücadelesinin sembolü”, “ulusal bir zafer” hâline gelmiş ve o dönemde “Fenerbahçe” kelimesini Türk halkı için “zafer” ile eş anlamlı kılmıştır. Maç, “Zaferin Rengi” gibi kültürel eserlerde de yer almakta, spor, siyaset ve ulusal gurur arasındaki karmaşık ilişkiyi ve politik yankılarını vurgulamaktadır. Harington Kupası’nın sürekli olarak “ulusal direnişin ve bağımsızlık mücadelesinin sembolü” olarak tasvir edilmesi ve “Fenerbahçe” kelimesinin “zafer” ile ilişkilendirilmesi; belirli olayların, özellikle de açık “biz ve onlar” anlatılarına sahip olanların, ulusal kimliğin dokusuna nasıl işlendiğini göstermektedir. Bu anlatı tesadüfi değildi; kolektif bir başarı ve direnç duygusunu pekiştirerek, yeni kurulan Türk Cumhuriyeti için hayati önem taşıyan bir şekilde geliştirilmiş ve kutlanmıştır. General Harington Kupası, spor başarısını ulusun kuruluş mücadelesiyle doğrudan ilişkilendiren güçlü bir tarihî anlatı olarak hizmet etmekte, gelecek nesiller için devam eden önemini ve ilham verici gücünü sağlamaktadır.
General Harington Kupası, Fenerbahçe'nin zengin tarihinin temel taşlarından biri olmaya devam etmekte; kulübün bir spor takımı olmaktan öte, ulusal hareketin hayati bir unsuru olduğu bir dönemi temsil etmektedir. Kulübün sarsılmaz ruhunun ve Türk Kurtuluş Savaşı’na yaptığı katkının bir kanıtı olarak kutlanmaya devam etmektedir. Bu önemli zaferin 100. yıl dönümü de dâhil olmak üzere günümüzde de anma törenleri düzenlenmekte, olayın Türk kolektif hafızasındaki kalıcı önemi vurgulanmaktadır.
General Harington Kupası, basit bir futbol maçından çok daha fazlasıydı; Türkiye'nin bağımsızlık mücadelesinin bir mikrokozmosuydu. Fenerbahçe’nin hem sportif bir güç merkezi hem de gizli bir direniş merkezi olarak ikili rolünü, General Harington’ın İngiliz üstünlüğünü iddia etme konusundaki çaresiz girişimini ve Türk ulusunun boyun eğmez ruhunu sergilemiştir. İstanbul’da çılgınca kutlanan ve Lozan’daki diplomatik heyet tarafından da takdir edilen bu zafer, ulusun egemenliğini resmîleştirmek üzere olduğu bir zamanda hayati bir psikolojik destek sağlamıştır. Zeki Rıza Sporel’in belirleyici golleriyle kazanılan bu tek futbol maçı, Türkiye’nin egemenliğe giden yolculuğunun silinmez bir parçası hâline gelmiş, ulusal iradenin ve direncin yabancı işgale karşı zaferini sembolize etmiştir. Sporun tarihin büyük anlatılarıyla nasıl kesişebileceğinin ve bunları derinden etkileyebileceğinin güçlü bir hatırlatıcısı olarak durmaktadır.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.