Filistin’i tanıma kararları kelebek etkisi uyandırır mı?
Avrupalı güçlerin aynı çatı altında hareket etmesi ve Filistin’e yönelik destekleyici girişimlerinin diğer ülkelere yönelik yaratacağı kelebek etkisi İsrail’in insan haklarına sığmayan davranışlarını engelleyebilir mi?
Birleşmiş Milletlerin (BM) 1948’de kabul ettiği İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi temel kurucu bir belge olmanın yanında evrensellik özelliği taşır. İnsan Hakları kavramı, tüm insanların özgür ve eşit doğması, ırk, renk, cins, dil, siyasal inanç, ulusal ya da toplumsal köken, herhangi bir başka ayrım İnsanların sırf insan olmaktan kaynaklanan haklara sahip olmaları, uygulamada uluslararası zeminde de kabul görmüş ve ortak bir alanda büyük ölçüde tanınması bakımından evrenselliği yakalamıştır. Uluslararası sistem içerisinde kuvvet kullanma yasağı sadece iki istisna haricinde yasaktır. Birincisi, 51. maddesi, “Üye devletlerden birisi silahlı bir saldırıya maruz kalırsa, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin muhafazası için gerekli tedbirleri alıncaya kadar, saldırıya maruz kalan devlete veya bu fiilden etkilenen diğer devletlere münferit veya müştereken meşru müdafaa hakkının geçerli olduğunu” belirtmiştir Devletler meşru müdafaa haklarını, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli tedbirleri alıncaya kadar kullanabilir. Kuvvet kullanma yasağının ikinci istisnası, BM Güvenlik Konseyi’nin yetkilendirmesi ile uluslararası barış ve güvenliğin korunması amacıyla kuvvet kullanılmasıdır.
7 Ekim 2023 tarihinde, Hamas’ın askerî kanadı, İzzeddin Kassam Tugayları’nın başlattığı Aksa Tufanı operasyonu son dokuz ayda yaşanan çatışmaların başlangıcını oluşturuyor. Ancak Filistin ve İsrail çatışmasının, 1948’de Filistin topraklarında kurulan İsrail devletinin ilanından bugüne devam ettiği görülüyor. İsrail’in Filistin halkına yönelik insanlık dışı saldırıları ve bu saldırıların insan hakları ve bölgesel politikalar bağlamında çok boyutlu olarak incelenmesi gerekiyor.
İsrail’in üç önemli suçu
Gücün orantısız kullanımı, sivilleri hedef alan güç kullanımı, insanlığın temel hakkı olan yaşan hakkının elinden alınması, insan hakları ihlalinin kanıtıdır. UCM tarafından tanımlanan soykırım sucu kapsamında en az 1 tanesini gerçekleşmesi bu suç kapsamında sayılırken, İsrail’in üç önemli suçu yerine getirdiği öne çıkıyor. Bu çerçevede, grup üyelerini öldürmek, ciddi bedensel ve zihinsel zarar vermek ve bir grubu ağır koşullara maruz bırakmak soykırım kapsamında tanımlanıyor. İsrail’in 7 Ekim 2023 tarihinde Filistinli sivil halka yönelik başlattığı uluslararası hukuk ve insancıl hukuk normlarını ihlal eden ve savaş suçu teşkil eden saldırılar olarak kabul ediliyor. Gazze’de bir insanlık dramı yaşanıyor. Uluslararası hukuk ve uluslararası insancıl hukuk ilkelerinin açık ihlali de söz konusu.
İnsan hakları ihlalleri kapsamında uluslararası hukuk tarafından kullanımı yasak olan beyaz fosfor patlayıcısının kullanılması en büyük ihlaller arasında yer alıyor. Beyaz fosfor bombasının kullanılması, patlayıcı silah niteliği taşıyor. Uzun dönemde fiziksel hasarlara yol açması, kişilerin vücudunda yanıklara sebep olması, 12 bin tondan fazla patlayıcının yaklaşık 1 atom bombasına eşit olduğu çıkarımından yol çıkarsak ABD’nin Japonya’daki Hiroşima’da kullandığı atom bombasıyla eşdeğer. Beyaz fosfor, korkunç acılara ve hayat değiştiren kalıcı yaralanmalara neden olurken, su ile söndürülememesi bir nevi acının sürekliliğine ve işkenceye dönüşmektedir. Beyaz fosforun sivillere yönelik kasıtlı kullanılması kesinlikle gayri insani bir durumdur. Devletsiz mülksüz bir milletin başka bir milleti mülksüzleştirmesi kapsamında İsrailliler devlet kurma çabası içerisine girmiş, aile yaşamına, konuta, haberleşmeye, özel yaşama saygı konusunda hak ihlallerini arttırmıştır. Kuzeyden güneye yönelik zorunlu göç kapsamında özel mülklerini veya yaşam alanlarının zorla terk eden Filistin halkı yaşam mücadelesi veriyor. İnsan Hakları kapsamında zorunlu göçe zorlanma, özel yaşam hakkı ihlalinin en temel göstergesi. İnsan hakları ihlallerinin psikolojik ve sosyal boyutta etkilerine bakarsak, ebeveynlerini veya evlatlarını kaybetmiş olan ailelerinin geleceklerinin de yok olduğu, aile bağlarının kopmasına ve kişilerde ve çocuklarda savaşın yarattığı travma etkisi tartışmaya açık. İnsan haklarının temel maddesi olan ifade özgürlüğünün ihlali de açıkça ortaya konuyor. Filistin'i destekleyenlerin konferanslarının iptal edilmesi, Filistin yanlısı görüşleri nedeniyle insanların işlerinden çıkarılmaları, İsrail politikalarını eleştiren Amerikalı Arapların tehdit edilmesi gibi birçok olay, ifade özgürlüğünün akıbeti hususunda endişe verici gelişmeler olarak değerlendirilebilir.
ABD’nin hakimiyetinde veya önderliğinde kendisini yenileyen Batı güvenlik kanadının en önemli örgütü olan NATO, Avrupa Birliği ülkelerinin güvenliğinden sorumludur. Âdeta Batı’nın güvenlik şemsiyesi olan tanımlanan bu örgüt, yakın zamanlarda Finlandiya ve İsveç’i kendi bünyesine dâhil ederek üye sayısını 32’e çıkardı. Bu yeni üyelerin NATO şemsiyesi çatısı altında yer almak istemelerinin altında yatan en önemli gelişme ise Rusya’nın Ukrayna Savaşı sonrasında bölge veya sınır ülkeler üzerinde artan tehdit algısıdır. NATO, İsveç ve Finlandiyalıların sığınabilecekleri güvenli bir liman olarak tanımlanmaktadır. NATO içerisinde en fazla bütçeyi sağlayan ülkenin ABD olması örgüt içerisindeki söylemsel ve eylemsel gücünü arttırmasında önemli katkı sağlamaktadır. Ukrayna krizi, insan değerler kapsamında Rusya’nın gücünü kırmaya yönelik eylemlerin artmasına neden olurken, transatlantik ittifak ağı içerisinde ise bütünleştirici bir rol oynamıştır. Ukrayna krizi, Atlantik’in iki kıtasındaki müttefik ülkeleri yeniden bir araya getirirken, fikir ayrıklıklarının önüne geçmiş ve artan bölgesel/küresel tehditler karşısında yeniden birlik olabileceklerini göstermiştir. Ukrayna Krizi insan hakları çerçevesinde ele alındığında Batılı güçlerin olması gerektiği gibi hareket ettiğini bizlere göstermiştir.
ABD’nin hegemonik gücü kırılıyor mu?
Liberal değerlerin en önemli temsilcisi olarak tanımlanan Batılı güçler insan hakları alanındaki ihlaller karşısında Ukrayna Krizinde Rusya’ya yönelik diplomatik, ekonomik, askerî ve siyasi yaptırım mekanizmaları devreye sokmayı başardı. İsrail-Filistin çatışmasında ABD’nin güçsüzün yanında olmak yerine bu sefer karşı tarafta yer alması ve uluslararası sistem içerisindeki savaşın devam etmesine yönelik tüm çabayı göstermesi hegemon güç olarak tanımlanan ABD’ye yönelik mevcut algının değişmesine yol açtı. İsrail’in en önemli destekçisi olan ABD gerek diplomatik yollarla gerekse ekonomik yardımlarla İsrail’in Filistin’e yönelik hukuk dışı eylemlerini destekliyor. Her seferinde “iki devletli çözümden yana olduklarını” savunan ABD, İngiltere, Almanya, Kanada ve Fransa Filistin’i tanımayan ülkeler arasında yer alıyor. ABD, BM Güvenlik Konseyindeki oylamada veto hakkını kullanarak Filistin’in BM'ye tam üyeliğine de engel oluyor.
Filistin, 1988’de bağımsızlığını ilan etti ve Filistin’i tanıyan ilk devlet ise Türkiye oldu. Polonya, Bulgaristan, Romanya, Macaristan, Çekya, Slovakya ve İsveç, Filistin devletini ise daha önceden tanıyordu. İsrail’in baskılarına rağmen birçok ülke bu yıl Filistin’i tanıma kararı aldı. Güncel gelişmeler kapsamında, İspanya, Norveç ve İrlanda'nın da resmi olarak bu adımı atmaları sonrasında Filistin devletini tanıyan ülke sayısı 146’ya yükselecekti. Örneğin, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez, yaptığı açıklamada, ülkesinin Gazze Şeridi ve Batı Şeria da dâhil bir Filistin devletini tanıyacağını söyledi. Reuters’ın aktardığına göre yaptığı açıklamada Sanchez, Filistin devletinin başkentini Doğu Kudüs olarak kabul edeceklerini belirtti. Bunu takiben, İrlanda hükûmeti de yaptığı açıklamayla İsrail’e meydan okuyarak Filistin devletini resmen tanıdığını duyurdu. Hükûmetin tanıma planını kabine toplantısında onayladığı belirtmiş ve bu adıma tepki gösteren İsrail ise Kudüs'teki İspanya konsolosluğunun Filistinlilere hizmet vermesini yasaklamıştı. Norveç de gece yarısı yürürlüğe giren kararnameyle Filistin devletini resmi olarak tanıdı. Son gelişmeler çerçevesinde, Slovenya hükûmeti geçen hafta düzenlenen oturumda, Filistin devletinin tanınması maddesini değerlendirdi. Slovenya Başbakanı Robert Golob, oturumun ardından yaptığı açıklamada, Filistin’i uluslararası hukuka ve ilgili Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) kararlarına uygun şekilde 1967 sınırlarıyla, bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanımaya karar verdiklerini ifade etmişti. Bu sayede Filistin, kendisini devlet olarak tanıyan ülkelerle karşılıklı büyükelçi atayabileceği gibi BM'ye tam üyelik yolundaki ABD vetosunun da meşruiyetini azaltacaktır.
Filistin’i tanıma kararları transatlantik ittifakını nasıl etkileyecek?
Avrupa’nın merkez ülkelerinin artan Filistin yanlısı tutumları transatlantik ilişkilerdeki ittifak ruhunu önemli ölçüde zedeleyecek gibi görünüyor. Bu ülkeler Gazze’deki saldırılarından dolayı İsrail'i kınadıklarını ve “acil” ateşkes çağrısında bulunuyorlar. İsrail Dışişleri Bakanı Yisrael Katz ise Filistin'i resmen tanıyan İspanya, Norveç ve İrlanda’nın bu adımla Hamas’ın askerî kanadı İzeddin el-Kassam Tugaylarıyla iş birliği yapmayı seçtiğini ileri sürecekti. Bu kapsamda, insani değerlerin evrensel olduğu, Batı’nın en önemli yumuşak gücü olan insan hakları kavramının öneminin Avrupalı ülkeler tarafından yeniden farkına varıldığı ve yaşanan soykırımın ivedi şekilde sona ermesinin mevcut düzene de istikrar sağlayacağı yönündeki iddialar güçlendi.
İsrail’in en önemli destekçisi olan ABD, Batılı güçlerin Filistin’e yönelik artan yapıcı söylem ve eylemleri karşısında bu kez ihanete uğratan değil, uğrayan oldu. Transatlantik ilişkilerde uzun yıllar önemli konu başlıklarında ayrışmalar yaşanmış ve Avrupalı güçler merkez ABD’nin çevresinde uydu ülkeleri gibi hareket etmek zorunda kalmışlardı. Özellikle, Donald Trump göreve geldikten sonra söylemi pratiğe çevirerek her Avrupa ülkesinin GSYIH’lerin %2’sini NATO savunma harcamalarına ayırması yönünde talepte bulunmuştu. Örneğin, 2017’de Donald Trump’ın Trans-Pasifik ortaklığını sona erdirmesi, serbest ekonomiyi kısıtlayıcı girişimlerde bulunması, 2018’de Trump yönetiminin Avrupa ülkelerine yönelik çelik ithalatına %25 ve alüminyum ithalatına %10 ek vergi getirmesi, 2018’de düzenlenen G-7 Zirvesi’ni erken terk etmesi, Paris İklim Anlaşması’ndan geri çekilmesi veya İngiltere’nin AB’den ayrılmasını (Brexit) desteklemesi ittifak içerisindeki birlik olma bilincinin zedelenmesine yol açacaktı. ABD’nin Avrupa içerisindeki büyük güçler üzerinde oynadığı politikalar Avrupa devletlerinin parçalanma sürecine hizmet etti. Özellikle, ABD'nin İsrail’e verdiği sonsuz destek İsrail'in Filistinlilere uyguladığı ayrımcılık ve şiddetli arttırdı.
ABD’nin İsrail’e verdiği destek güven kaybına yol açıyor
ABD aylardır devam eden soykırım karşısında sessizliği koruyarak hem mevcut düzeni istikrarsızlaştırıyor hem ittifaklar arasındaki ilişkilerini zedeliyor hem de uluslararası imajını zedelemeye devam ediyor. İsrail’e yönelik destekleyici söylem ve eylemlerin devam etmesi gelecek yıl yapılacak olan başkanlık seçiminde de ulusal kamuoyunun güven kaybına yol açacak. ABD içerisinde İsrail hükûmetine yönelik önemli protestolar göze çarpıyor. Örneğin, ABD genelinde hala 50'den fazla büyük üniversitede, Filistin’e destek için öğrenci eylemleri devam ediyor ve polisin son 2 haftada aralarında bazı öğretim görevlileri de dâhil 1000’den fazla öğrenciyi gözaltına aldığı belirtiliyor. Filistin yanlısı öğrenci protestoları, 2020’deki ırkçılık karşıtı eylemlerden bu yana ABD'li öğrenciler tarafından düzenlenen en büyük protesto hareketi oldu. Amerika’da birçok üniversitede mezuniyet töreninde öğrencilerin diplomalarını yırtarak, kampüs içerisinde çadır kurarak veya protesto eylemleri düzenleyerek seslerini duyurmaya çalıştılar. Bu gelişmeler sonucunda güvenlik güçlerinin uyguladığı sert güç girişimleri veya birçok hocanın veya gazetecinin ellerinin arkadan kelepçelenerek gözaltına alınması ifade özgürlüğünün olmadığını, Batının en büyük değerlerinden olan demokrasinin ise sona erdiğini gösteriyor.
ABD’nin çifte standarttan vazgeçmesi gerekiyor
ABD’nin diğer ülkelere insan hakları ihraç eden ülke statüsünü veya evrensel ilkeler olarak tanımlanan demokrasi, uluslararası hukuk ve insancıl değerlere dayalı politikaları sadece Ukrayna ve ya Avrupa’nın bir başka bölgesi için değil Orta Doğu dâhil tüm bölgelere taşınması gerektiğini ve çifte standart uygulamayan ve insani değerlerin sadece Batılı insanlar için geçerli bir kavram olmadığını göstermesi gerekiyor. Bu çerçevede, uzun yıllardır ortak değerler üzerinden inşa edilen liberal dünya düzenin bu kez ulusal çıkar ekseninde değil insani değerler kapsamında yeniden şekillenebileceği ön plana çıkıyor.
Bu çalışma; güçlü bir Avrupa’nın ortak değerler ekseninde yeniden bir araya gelebileceğini, ulusal çıkar kavramının uluslararası değer ekseninde her geçen gün azalan önemini ön plana çıkartmayı amaçlıyor. Devletler, teoride koruma sorumluluğu doktrinini kabul ediyor fakat uygulamada fayda maliyet analizi çerçevesinde hareket ediyorlar. Devletlerin ve uluslararası örgütlerin çıkarlarına göre hareket etmesinin maliyetini siviller ödüyor. 7 Ekim tarihinden bugüne kadar aralıksız olarak karadan, havadan ve denizden ağır bir bombardımana maruz kalan Gazze’de insani krizin boyutları her geçen gün giderek ağırlaşıyor. Bu kapsamda uluslararası toplumun, sorunun adilane biçimde, diplomatik yöntemlerle ve ivedilikle çözümü hususunda tarafları uzlaşıya ve ateşkese davet etmesi ve barışçıl çözüm için aksiyon alması elzem görünüyor. Avrupalı ülkelerde yaşanan bu değişim havası, Filistin’in uluslararası alanda daha fazla tanınmasını ve desteklenmesini sağlamak için önemli bir adım olarak değerlendiriliyor. Hiç şüphesiz, bu ülkelerin desteği Filistin’in barış sürecindeki haklarının ve taleplerinin daha fazla vurgulanmasına ve dikkate alınmasına katkıda bulundu. Bu çerçevede, Avrupalı güçlerin aynı çatı altında hareket etmesi ve Filistin’e yönelik destekleyici girişimlerinin diğer ülkelere yönelik yaratacağı kelebek etkisi de bu zor günlerde değişim için hepimize bir umut oluyor.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.