Dünyanın gözünden kaçan, dünyayı sarsabilecek savaş: Sudan
Sudan’da dünyanın gözünden kaçan fakat dünyadaki dengeleri sarsmaya çok yakın bir iç savaş hâlâ sürüyor. BM’nin yaşanan en trajik ve dramatik krizlerden biri olarak nitelendirdiği Sudan İç Savaşı’nın sebepleri neler?
15 Nisan 2023’ten beri Sudan hükûmetini temsilen Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin başındaki Ordu Komutanı Orgeneral Abdülfettah el-Burhan ile Hızlı Destek Kuvvetleri’nin lideri Muhammed Hamdan Dagalo arasında süreç savaş on altıncı ayını doldurdu. Bu çatışmalarda raporlanabilen istatistiklere göre on binin üzerinde insan öldü. Daha kötüsü, 11 milyon insan yerinden olarak göç etmek zorunda kaldı.
Bu 11 milyon insanın iki milyondan fazlası komşu ülkelere gitti. Savaş sonucu 45 milyonluk ülkenin 26 milyon açlık tehlikesiyle karşı karşıya kaldı. 7 milyon ise kıtlık riskiyle sınanıyor. Elektrik, su ve sanitasyon gibi altyapıların tamamen çöktüğü Sudan’da yaşanabilecek en büyük korkulardan biri ortaya çıkabilecek bir hastalık dalgası. 12 milyon çocuk ise eğitimden mahrum bir şekilde hayatına devam etmek zorunda. İnsanlık trajedisinin en ağır hikâyelerinden birinin yaşandığı Sudan’da iç savaşın daha da derinleşmesi sonucu yaşanabilecek bir göç dalgası, bölge ve dünya siyasetinin dinamiklerini temelden sarsabilir. Ağustos ayının ortasında İsviçre’de ABD, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gözlemciliğinde yapılan ateşkes ve barış görüşmelerinden de hiçbir sonuç çıkmadı. Hatta Sudan hükûmeti görüşmelere dahi katılmadı.
Öte yandan Sudan İç Savaşı; bölgede nüfuzunu artırmak isteyen ya da rakip olarak gördüğü ülkeyi baltalama arayışında olan ülkelerin de bir güç mücadelesi sahasına dönmüş durumda. Bir nevi Sudan İç Savaşı, sadece Sudan’ı ilgilendirmiyor. Peki, bu iç savaşın kaynakları neler? Abdülfettah el-Burhan ve Muhammed Hamdan Dagalo çatışma neye dayanıyor? Hangi ülkelerin, Sudan özelinde ne gibi emelleri var?
Sudan’da şiddet sarmalı
Sudan’da çatışmanın temelleri 1956 yılına, bağımsızlığının hemen ertesine kadar dayanıyor. Kolonyal dönemin ardından kıtanın coğrafi, etnik, kültürel ve ekonomik doğal sınırlarına dikkat edilmeden çizilen sınırlar; ilk patlamalarından birini Sudan’da veriyor. Krizin merkezindeki fay hattında ise ülkenin kuzeyinde yaşayan Arap-Müslüman çoğunluk ile ülkenin güneyinde yaşayan, Hristiyan ve Afrika yerel dinlerine inananlar ağırlıklı coğrafya arasındaki gerilim var.
Patlayan ilk iç savaş dalgası 1970’lere kadar sürüyor. İkinci bir çatışma silsilesi 1983-2005 arasında devam ediyor. Neredeyse 40 seneye varan çatışmalar 2 milyon insanın hayatına mal oluyor. Ömer el-Beşir'in 1989’da darbeyle geldiği iktidardan bir demir yumruk olarak yükselmesi de bu döneme tekabül ediyor.
Savaş savaşların sebebidir
Önceki bu iç savaş dalgaları, günümüz Sudan İç Savaşı’nı tetikleyen temel tetiği de ateşledi. Aslında Kuzey ile Güney’in arasındaki çatışma, Güney’in 2011’de bağımsızlığını ilan ederek Güney Sudan olarak tekrar doğmasıyla bir miktar yatışmış durumdaydı. Fakat 2011’den çok daha önce, henüz iç savaş devam ederken Sudan’ın batısında yaşananlar bugünkü çatışmanın temellerini attı. O dönem, bugün RSF’nin büyük oranda kontrol ettiği, içine Darfur’un da dâhil olduğu Batı Sudan’da 2003 yılında ayrı bir isyan patlıyor. Bu isyan kısa sürede yeni bir iç savaş cephesi olarak tasnif edilecek kadar büyüyor.
Darfur bölgesinde çıkan isyanı Ömer el-Beşir yönetimi bölgenin Bedevi Araplarını silahlandırarak çözmeye girişiyor. Bölgeye yaklaşık 300 sene önce gelen Bedevi Araplar, o dönem başta deve ticareti olmak üzere çeşitli yollarla edindikleri servetle güçlü bir ekonomik güce ulaşmıştı. Fakat zaman içerisinde ekonomik ve eğitim imtiyazlarını kaybeden Araplar, Ömer el-Beşir’in bölgedeki müttefiki oluyor.
Bedevi Araplardan kurulan birliklere Janjaweed deniyor. Bu birliklere âdeta tam yetki veren, Sudan hükûmeti, Danfur bölgesinde 200.000 Sudanlının ölümüne yol açacak bir kitlesel katliamın önünü açıyor. O dönem isyan “başarıyla” bastırılıyor. Fakat çıkan isyanın ve iç savaşın, hızla etnik temelli bir çatışmaya ve akabinde etnik bir temizliğe dönüşmesine göz yumarak.
RSF’nin doğuşu ve yükselişi
Olan oldu. Ömer el-Beşir’in eli, Güney Sudan’ın 2011 yılında ülkeden kopuşuna engel olamayınca iç siyasette zayıfladı. Ülkenin zengin petrol yataklarına sahip bölgenin bağımsızlığını kazanması, ekonomik ve siyasi açıdan mevcut güç ilişkilerini sarstı. Ayrıca kendisi de darbe sonucu iktidara geldiği için ülkede ordunun gücünü ve darbe yapma potansiyelini çok iyi bilen Ömer el-Beşir, darbe önleyici (coup-proofing) mekanizmaları etrafında örmeye başladı.
Orduyu askerî ve siyasi anlamda dengeleyecek yeni kurumlar kurma ve birlikler oluşturma, bu darbe önleyici mekanizmaların bir parçası oldu. Bu esnada Darfur’daki iç savaşı bastırmada kullanışlı olan Arap milisleri de Ömer el-Beşir’in yeni gözdesi oldu. Böylece Janjaweedler zamanla daha organize bir hâle getirildi ve kurumsallaştırıldı. 2011 yılında isimleri Hızlı Destek Güçlerine dönüştü. HDG birlikleri, 2017 yılında askerî yetkiler ve rütbeler alabilecek noktaya geldi. Etkileri ülkenin ötesine geçerek bir dönem Yemen’deki çatışmalara dahi müdahil oldu.
Kılıçla yaşayan kılıçla ölür
Fakat bütün bu narin dengenin yıkılması zor olmadı. Uzun yıllara yayılmış militaristik tek adam rejimi, %70’lere varan enflasyon ve derin insan hakları ihlalleri Ömer el-Beşir’in sonunu hazırlayan süreci hazırladı. 2018 yılında halkın patlayan öfkesiyle başlayan protestolar 8 ay boyunca dinmedi ve 2019 yılında ordunun da müdahalesiyle 30 yıllık Ömer el-Beşir yönetimi devrildi. Meydanlara inen halka ordunun ve HDG’nin destek vermesiyle Sudan’da yeni bir dönem başladı.
Darbenin ardından askerî cunta, aylarca protestolar gerçekleştirmiş sivil inisiyatiflerle anlaşarak ülkeyi demokrasiye taşıyacak, çeşitli katliamları soruşturacak ve meşru bir hükûmet oluşturacak Egemenlik Konseyi’nin kurulmasında mutabık oldu. Beşi asker, beşi sivil ve bir tanesi de konsensusla seçilecek sivilden oluşacak on bir kişilik konsey, bu sürece öncülük edecekti.
Askerî üyelerin içinde Abdülfettah el-Burhan ve Muhammed Hamdan Dagalo da vardı. 21 ayın askerî üyelerin liderliğinde, 18 ayın ise sivil üyelerin öncülüğünde gerçekleşecek toplamda 39 aylık bir süreç öngörülmüştü. “Güç bölüşümü” paradigması anlayışıyla yapılan süreç tutmadı. Anlaşmazlıklar devam etti, çatışmalar sürdü ve askerî yapılar siyaseti şekillendirmeye devam etti.
Chatham House bu süreci şöyle analiz ediyor: “Yeni yönetimin hem ekonomiyi istikrarlı bir noktaya getirememesi hem de ülke içindeki savaş lordlarının gücünü törpüleyememesi kendisinin sonu oldu. Ayrıca uluslararası bankerlerin ve kreditörlerin basıncı altında kalan yönetim, yeni bir kredi bulamayınca da baskının altında ezilip gitti.”
Sudan iç savaşa doğru...
2021 yılında sivil yönetimin Abdülfettah el-Burhan tarafından yapılan bir darbeyle alaşağı edilmesi bu süreçteki kırılganlıkları kristalize eder nitelikte oldu. Birçok analistin beklediği kehanet ise 15 Nisan 2023 tarihinde doğrulandı. Âdeta devlet içinde ayrı bir devlet gücüne ulaşan HDG ve ülkenin yönetiminde söz sahibi olmak isteyen Sudan Silahlı Kuvvetleri’nin başındaki Ordu Komutanı Orgeneral Abdülfettah el-Burhan’un emrindeki birlikler başkent Hartum’da çatışmaya başladı.
Gerginliğin zaten hızla tırmandığını düşünen taraflar öncesinde başkent Hartum’a ciddi bir yığınak yapmıştı. HDG kuvvetleri başta çok hızlı ilerlemeler kaydetti. Son dönemde Sudan Silahlı Kuvvetleri, toparlanmış duruyor. Başkent civarını tekrar ele geçirmiş dahi olsalar da iki taraf da savaşı bitiren son vuruşu yapacak kuvvete sahip değil.
Büyük güçlerin gölge mücadelesi olarak Sudan
Sudan İç Savaşı, sadece Sudan’la sınırlı değil. Savaşın bu derece uzamasının ve karmaşıklaşmasının arkasında da bu gerçek yatıyor. Sudan’daki savaş, bölgedeki diğer devletlerin kendi emelleri uğruna derinleştirdikleri bir yapıya ulaşmış durumda. Afrika’da kuzeyi güneyine bağlayan, Kızıldeniz’e komşu olan Sudan’ın jeopolitiği ve 45 milyon nüfusu, küresel ve bölgesel güçlerin savaşa iştiyak iştahını harlıyor.
Sudan’a ilk adımı atan ülkelerden biri Birleşik Arap Emirlikleri oldu. BAE’nin Sudan’a müdahalesi ise 2023’ten önceye, 2019’a dayanıyor. Hatta BAE’nin nüfuzu şu şekilde tasvir ediliyor: BAE, Post-Ömer el-Beşir döneminin âdeta yol göstericisi ve öncüsü olmuştu. BAE bölgeye yabancı bir aktör değil. Bölgenin yükselen güçlerinden biri olan Etiyopya’yı da destekleyen BAE, Addis Adiba’nın büyüyen ekonomik gücünden faydalanmak istiyor. Bu hedefine de Tigris Savaşı’nda Etiyopya Başkanı Abiy Ahmed’e silahlar ve mühimmatlar göndererek ulaşmaya çalıştı.
Sudan özelinde ise BAE’nin ilk hedefi 6 milyar dolar yatırım potansiyeli gördüğü, Kızıldeniz’de yeni bir hinterland alanı açacağı Abu Amama Limanı’na tekrar ortak olabilmek. Fakat BAE’nin hesapları bununla sınırlı değil. Arap Baharı’ndan beri Mısır’dan yükselen İhvan hareketini bir tür rakip ve engellenmesi gereken bir güç olarak gören BAE, Abdülfettah el-Burhan’ı Ömer el-Beşir'in İslamcı rejiminin bir devamı olarak görüyor. Ayrıca Al Bara Tugayları gibi askerî yapıları da hem ideolojik hem de militer bir tehdit olarak algılıyor.
BAE’nin Etiyopya ve Çad üzerinden HDG’ye insani yardım kılıfında çok sayıda silah ve mühimmat gönderdiğine dair ciddi kanıtlar var. Öyle ki HDG’nin başlangıçtaki gücünün bir kaynağı ona gelen bu BAE yardımıydı. Fakat BAE’nin Sudan'ın kaderi üzerinde etkili oluşu ve bölgede bir Sudan-Etiyopya-BAE üçgeninin kurulması bölgedeki diğer aktörleri savaşa doğru çekti.
İran kaybettiklerini kazanmak istiyor
Bunlardan biri müzakere süreçlerinin önemli bir parçası olan ve Abdülfettah el-Burhan’a destek veren Suudi Arabistan. Sudan’ın zengin madenlerinden ve petrol ticareti rotasındaki jeopolitik öneminden faydalanmak isteyen Suudiler, Sudan’ı geleceğin partneri olarak görüyorlar. Fakat son dönemde Sudan hükûmetine destekte öne çıkan bir başka ülke daha var:
2024 Ocak ayından beri Sudan’a iniş yapan İran kargo uçakları dikkat çekiyor. Bu kargo uçaklarının Sudan Silahlı Kuvvetlerine yönelik meyveleri Nisan ayı gibi ortaya çıktı. Özellikle İran’dan tedarik edilen SİHA’lar, Abdülfettah el-Burhan’a taarruzunda büyük bir avantaj sağlayarak Omdurman şehrindeki HDG direnişini kırdı. Hartum’u tekrar kontrol edecek fırsat penceresinin önünü açtı. Aslında İran, Afrika’ya ve Sudan’a yabancı bir ülke değil. İran Devrimi rejimi, Ömer el-Beşir’in iktidara gelme sürecini desteklemişti. 2000’lerin ortasına kadar da İran, Sudan’a traktör ve mühimmat sağlıyordu. Karşılığında ise Adem Boğazı’nda stratejik bir partner, Afrika’ya açılabilecek bir liman ve diplomatik bir destekçi kazanıyordu. Fakat 2013-2016 arasında Sudan ile İran’ın ilişkileri hızla gerilmeye başladı. Sudan, İran’a ait bir kültür merkezini nüfusunu “Şii etkisi altına aldığı için” kapattı ve diplomatik görevlileri ülkesinden kovdu. 2016’da ise Sudan ile birlikte diğer Afrika Boynuzu ülkeleri İran ile ilişkilerini kestiler. Aden Boğazı’nda İransızlaşma sürecinin bir parçasıydı bütün bunlar.
Bütün bu kırılmaların ortasında, İran’ın görevi başındayken geçirdiği helikopter kazası sonucu hayatını kaybetmiş eski Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi, Afrika’ya yönelik tekrar bir açılım süreci başlattı. Başta Sudan olmak üzere birçok Afrika ülkesini ziyaret etti. İran, bu savaşa dâhil olarak hem nüfuzunu kaybettiği Sudan’ı geri istiyor, bir yandan da bölgede BAE-Suudi Arabistan’ı dengeleme arayışı içerisinde.
İran için ortaya bir çıkmaz var. Sudan Silahlı Kuvvetlerine destek vererek karşısına Wagner’i alıyor. Çünkü HDG’nin en büyük partnerlerinden Rus Wagner birlikleri. Wagner’in HDG ile iş birliğinin sebebiyse HDG’nin Sudan’ın batısında işlettiği altın madenlerinde gizli. Wagner aracılığıyla Rusya izole edilmiş olduğu küresel finans pazarından ve altın ticaretinden payını almaya çalışıyor. İran’ın bir nevi en büyük müttefikini Sudan’da karşısına almış olması Sudan Savaşı’nda tarafların ne derece değişken ve kaotik olduğunu gözler önüne sermesi açısından önemli.
Sudan patlamaya hazır bir bomba
Sudan ülkeyi keskin bir şekilde bölen iç fay hatlarıyla ülkeyi bir satranç tahtasına çevirmiş dış aktörlerin arasında sıkışıp kalmış durumda. Ülkedeki savaş ağaları, jeopolitik emellerle ülkenin kaderini ören yabancı ülkelerle el ele vererek ne zaman ve nasıl biteceği bilinmeyen bir çatışma sarmalı yaratmış durumda.
Bu şiddet atmosferinden de en çok Sudan halkı etkileniyor. 10 milyondan fazla kişinin yer değiştirmesiyle BM'in son yüzyılda görülmüş en trajik insanı krizlerden biri olarak nitelendirdiği, 25 milyondan fazla insanın açlık tehlikesiyle kaldığı, 12 milyondan fazla çocuğun eğitime erişemediği Sudan, dünyanın önünde bir vicdan muhasebesi olarak duruyor. Küresel siyasetin gündemine de giremeden her geçen gün durum kötüleşiyor.
Sudan, potansiyel daha derin krizleri doğurmayı da bünyesinde taşıyor. Uzmanlar Sudan’da bir Libyalaşma sürecini, en olası ve ihtimaller arasında en trajiklerden biri olarak görüyor. Libya’daki gibi bir merkezi ve ona isyan bölge hükûmetinin kalıcı olduğu senaryo, Sudan’da istikrarsızlığı, kaçakçılığı, insani derinleştirebilir. Öte yandan Sudan krizi, komşu ülkelere de sıçrayabilir. 2011 yılında Sudan’dan ayrılmış olan petrol zengini Güney Sudan, bu riskle en çok karşı karşıya olan ülkelerden biri.
Güney Sudan’ın gelirlerinin %80’ini petrole dayanıyor. Sudan’daki çatışmalardan da ağır bir şekilde etkileniyor. Herhangi bir denize kıyısı olmayan Güney Sudan, petrolünün bir bölümünü Sudan aracılığıyla satıyor. Geçtiğimiz günlerde Güney Sudan petrolünü taşıyan boru hatlarının Sudan’da çatışmalar sırasında patlaması ve akabinde yaşanan mühendis gönderme krizi, Güney Sudan’ın zaten kırılgan olan ekonomisinin zaten ipin ucunda olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte Sudan’dan göç etmiş 2,3 milyon göçmenin adresleri Çad, Mısır ve Güney Sudan oldu. Hâlihazırda fakirlik yaşayan bu ülkelerde halkın, gelen göçmenleri sevinçle karşılamadığını tahmin etmek zor değil.
Ayrıca Sudan daha geniş ve bölgesel bir krizin tetikleyicisi de olabilir. Sadece bölgede gölge savaşı veren büyük güçlerin birbirleriyle girdiği mücadeleyle de ilgili değil bu. Avrupa’da yaşanan göçmen krizinin ve akabinde Avrupa siyasetinde yaşanan güvenlikçi-sağ siyaset akımının işaret fişeği 7 milyonluk Libya’nın çöküşüyle başlamıştı. 45 milyonluk Sudan’ın içine düşeceği bir devletsizlik, üç kıtada birden siyasi fay hatlarını derinden sarsan bir deprem etkisi yaratacaktır.
Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.