04 June 2025

Devlet aklının iki yüzü: Nizâmülmülk ve İbrahim Kalın

Nizâmülmülk’ün 11. yüzyılda kaleme aldığı “Siyasetnâme” ile Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın güncel fikirleri, devlet aklının tarihsel evrimini ve medeniyet perspektifini anlamak için önemli referans noktası. Nizâmülmülk ve Kalın, bize iki farklı çağda aynı hakikati söyleyen iki ses gibi...

Tarih, çoğu zaman kurumlar, savaşlar ve siyasi dönüşümler üzerinden okunur. Ancak bu dönüşümlerin arkasında, zamanı aşan bir aklın ve yön duygusunun izini sürebiliriz. Nizâmülmülk ve İbrahim Kalın, farklı çağların ve siyasal bağlamların içinde, devlet aklının temsilcileri olarak öne çıkarlar. Her ikisi de sadece bir bürokrat, bir danışman ya da bir düşünür değildir; onlar, içinde bulundukları dönemin temel sorunlarına entelektüel derinlik ve stratejik ferasetle yaklaşabilen devlet mimarlarıdır. Bu bakımdan, tarihsel koşullar farklı olsa da taşıdıkları zihniyet kodları arasında dikkat çekici bir süreklilik vardır.

Nizâmülmülk, 11. yüzyılın siyasal karmaşasında Selçuklu Devleti’ne merkezî bir yapı kazandıran, devleti sadece askerî ve idari olarak değil, aynı zamanda ahlâkî ve fikrî bir zemin üzerinde inşa eden bir devlet adamıdır. Onun Siyâsetnâme’si yalnızca bir yönetim el kitabı değil, aynı zamanda bir devlet ahlakı manifestosu niteliğindedir. Devletin bekası, halkın refahı ve yöneticinin adaleti gibi kavramlar onun zihninde birbirinden kopuk değil, iç içe geçmiş ilkelerdir. İyi yönetim, hikmetle birleştiğinde meşruiyet kazanır; devlet, ancak anlamla donatıldığında güçlü ve kalıcı olur.

Benzer şekilde İbrahim Kalın da Türkiye’nin yakın dönem dönüşümlerinde hem akademik üretimiyle hem de devlet içindeki görevleriyle belirleyici bir aktör olarak ortaya çıkmıştır. Kalın’ın entelektüel yönü, onu sıradan bir bürokrattan ayırır. İslâm düşüncesi, Batı felsefesi ve modern siyaset teorisi gibi alanları bir araya getiren yazıları, onun siyasal ve kültürel meseleleri yalnızca teknik değil, varoluşsal düzlemde de ele aldığını gösterir. Görev aldığı çeşitli devlet kurumlarında –başta Cumhurbaşkanlığı Sözcülüğü ve MİT Başkanlığı olmak üzere– geliştirdiği stratejik bakış, klasik devlet adamlığı ile modern analitik düşünceyi buluşturur niteliktedir.

Nizâmülmülk’ün görev yaptığı dönemde olduğu gibi, Kalın’ın yaşadığı çağda da devlet, bir yön arayışı içerisindedir. Biri Selçuklu gibi büyük bir imparatorluğun köklerini derinleştirmeye çalışırken, diğeri modern Türkiye’nin küresel ölçekte yeni bir yer bulmasına hizmet etmiştir. Her iki isim de sadece günü kurtaran değil, geleceği kurmayı hedefleyen bir vizyona sahiptir. Onlar için devlet, bir makine değil; anlam ve değer taşıyan bir organizmadır. Bu yönüyle Nizâmülmülk ile İbrahim Kalın arasındaki en temel ortaklık, devlet aklının ahlaki temeller üzerine inşa edilmesi gerektiği düşüncesidir.

Siyaset ve hikmet: “Siyâsetnâme” ile “Modern Strateji Yazıları” arasında

Siyaset, tarih boyunca yalnızca iktidarın elde edilmesi ya da korunması sanatı olarak değil, aynı zamanda adaletin, hikmetin ve toplumsal düzenin tesisi için bir araç olarak da yorumlanmıştır. Bu yorum; özellikle köklü medeniyet geleneğine sahip toplumlarda siyasetin yalnızca teknik bir idare işi değil, derin anlamlar ve değerler taşıyan bir sorumluluk alanı olduğunu gösterir. Nizâmülmülk ile İbrahim Kalın arasında kurulabilecek en derin zihinsel bağlardan biri, işte bu anlayışta gizlidir: Her iki isim de siyaseti hikmetle kuşatmaya çalışan, yönetime anlam kazandıran entelektüel devlet adamlarıdır.

Nizâmülmülk’ün Siyâsetnâme adlı eseri, bu yönüyle çağının çok ötesinde bir eserdir. Sadece yönetim teknikleri anlatılmaz; yöneticinin ahlâkı, halkla ilişkisi, âlimlere gösterdiği hürmet ve adaletin merkeze alınması gibi ilkelerle siyaset bir tür erdemli yaşam pratiği olarak sunulur. Nizâmülmülk için siyaset, dünyevi olduğu kadar uhrevi sorumluluk da taşır. Halkın duası kadar mazlumun bedduasından korkmak gerekir. Böyle bir siyaset tasavvuru; iktidarın kutsallaştırılmasına değil, sorumluluk bilinciyle sınırlandırılmasına dayanır.

İbrahim Kalın’ın düşünsel çerçevesi de benzer biçimde siyaseti anlam dünyasıyla ilişkilendiren bir karakter taşır. O da tıpkı Nizâmülmülk gibi, siyaset ile hikmetin, iktidar ile ahlakın koparılmaması gerektiğini savunur. Özellikle modern devletin karşı karşıya olduğu güvenlik, kimlik ve yönetişim sorunlarında, Kalın’ın felsefi derinliğiyle geliştirdiği çözüm önerileri bu bakış açısının ürünüdür.

Nizâmülmülk’ün “Küfür ile belki ama zulüm ile âbâd olmaz devlet” anlayışı ile Kalın’ın, “hikmet olmadan güç körleşir” şeklinde özetlenebilecek yaklaşımı arasında bir zihniyet devamlılığı vardır. Her iki isim de siyasetin doğasında bulunan çatışma, çıkar ve güç gibi unsurların, ancak ahlak ve hikmetle dengelenebileceği kanaatindedir. Bu açıdan bakıldığında siyaset, onlar için bir teknikten ibaret değil; bir anlam arayışıdır. Nizâmülmülk için bu arayış, İslami ve geleneksel bilgelik dairesinde şekillenirken; Kalın, modern düşünceyle İslâm felsefesini buluşturan bir zihinle aynı arayışı sürdürmektedir.

Her iki figürün siyaset tasavvuru; bugünün hızlı, araçsal ve çoğu zaman değerlerden arındırılmış yönetim pratiklerine karşı bir uyarı niteliği taşır. Devletin sadece güçlü değil, anlamlı olması gerektiği fikri; yalnızca tarihî bir nostalji değil, aynı zamanda geleceğe dair kurucu bir çağrıdır. Siyasetin yeniden anlam kazanması, yönetenlerin yeniden hikmetle donanması ile mümkündür. Nizâmülmülk ve İbrahim Kalın’ın temsil ettiği bu anlayış, siyasal düşünce tarihimizde nadir bulunan bir sürekliliği işaret eder: Ahlaki temelli, derinlikli ve sorumluluk yüklü bir devlet aklı.

Kurum inşası ve entelektüel bürokrasi

Devletlerin uzun ömürlü olabilmesi, yalnızca sağlam yasalarla değil; bu yasaları taşıyan, değerlerle beslenen ve düşünceyle şekillenen kurumlarla mümkündür. Kurumlar, yalnızca idarî işlevler üstlenmez; aynı zamanda bir zihniyeti, bir dünya görüşünü, hatta bir medeniyet tasavvurunu bünyelerinde taşırlar. Nizâmülmülk ve İbrahim Kalın’ın bürokratik faaliyetleri, bu bağlamda yalnızca bir görev ifası değil; düşüncenin kurumsal yapıya dönüştüğü, aklın ve ahlâkın idareyle bütünleştiği örneklerdir.

Nizâmülmülk’ün Selçuklu bürokrasisine kattığı en önemli kurumsal yeniliklerin başında Nizamiye Medreseleri gelir. Bu medreseler sadece birer eğitim kurumu değil, aynı zamanda devletin ideolojik ve entelektüel omurgasını kuran yapılardı. Bu medreseler aracılığıyla Sünnî İslam düşüncesi sistematik olarak desteklenmiş, ulema sınıfı ile devlet arasında istikrarlı bir bağ kurulmuş ve merkezî yönetimin fikrî zemini sağlamlaştırılmıştır. Nizâmülmülk’ün medrese projesi, devletin yalnızca fizikî değil, aynı zamanda zihnî sınırlarını da çizmiştir. Böylece bürokrasi, bilgiyle yoğrulmuş; devlet, ilimle donanmış bir yapıya kavuşmuştur.

Benzer şekilde, İbrahim Kalın da modern Türkiye’de entelektüel kapasitenin devlet mekanizmasıyla bütünleşmesini sağlayan önemli bir figür olarak dikkat çeker. Kuruluşunda aktif rol oynadığı SETA gibi düşünce kuruluşları, yalnızca akademik tartışmalar yürütmekle kalmamış; aynı zamanda strateji üretme ve kamu politikalarını besleme işlevi üstlenmiştir. Kalın, Cumhurbaşkanlığı Sözcülüğü görevinde, sadece sözcülük yapmamış; devletin kültürel, diplomatik ve stratejik söylemini yeniden kuran bir dil üretmiştir. Fikir üretiminin doğrudan karar alma süreçlerine yansıdığı bir modelin temsilcisi olarak klasik anlamda bir bürokratın çok ötesinde bir konumda yer almıştır.

Her iki şahsiyetin kurucu yönü, “entelektüel bürokrasi” olarak adlandırılabilecek bir kavramı ete kemiğe büründürür. Bu, bürokrasinin sadece emir-komuta zinciriyle işleyen bir mekanizma değil; düşünce, kültür ve ahlâkla şekillenen bir yapı olduğunu gösterir. Nizâmülmülk’ün devlet-bilim-ahlak üçlüsü ile Kalın’ın devlet-düşünce-felsefe üçlüsü arasında güçlü bir benzerlik vardır. Her iki durumda da bürokrasi, yönetimin teknik bir aracı değil, anlam taşıyan bir sistemdir.

Bugünün dünyasında, bilgi ile güç arasındaki bağ giderek daha fazla belirginleşmektedir. Ancak bu bağ, yalnızca veriye dayalı analizlerle değil; aynı zamanda tarihî derinliği olan, kültürel anlam dünyasını tanıyan bir akılla kurulduğunda sürdürülebilir olur. Nizâmülmülk’ün Nizamiye’siyle Kalın’ın düşünce merkezleri, bu anlamda birer çağdaş karşılıktır. Her ikisi de bir medeniyetin taşıyıcı kolonları olarak bilgiye dayalı bir kamu aklı inşa etmişlerdir.

Güvenlik ve kriz dönemlerinde stratejik rehberlik

Devletin varlığını sürdürebilmesi, yalnızca barış zamanlarındaki düzenle değil, kriz anlarında gösterilen stratejik basiret ve soğukkanlılıkla mümkündür. Bu noktada, tarihsel bağlam ne kadar değişirse değişsin, devlet aklının krizlere verdiği cevaplar, o devletin düşünsel ve yönetsel kapasitesini gözler önüne serer. Nizâmülmülk ve İbrahim Kalın, yaşadıkları dönemlerde devletin karşı karşıya kaldığı güvenlik tehditlerine sadece teknik değil, çok katmanlı ve hikmet merkezli yaklaşımlarla cevap veren isimler olarak öne çıkarlar.

Nizâmülmülk’ün döneminde Selçuklu Devleti, yalnızca dış düşmanlarla değil, iç tehditlerle de yüzleşmekteydi. Özellikle Bâtınî hareket, devletin dokusunu içten içe sarsan, ideolojik ve örgütsel gücü olan bir tehdit olarak ortaya çıkmıştı. Nizâmülmülk, bu tehdit karşısında yalnızca askerî çözümlerle yetinmemiş; fikirle, teşkilatla ve eğitimle örülmüş çok yönlü bir mücadele modeli geliştirmiştir. Nizamiye Medreseleri bu stratejinin parçasıydı. Çünkü yalnızca ilim değil, aynı zamanda itikadi istikrar ve devlet sadakati aşılayan bir bilinç inşası amaçlanmaktaydı. Bu, klasik bir güvenlik yaklaşımının ötesinde, kültürel ve fikrî düzlemde bir koruma kalkanı inşa etmekti.

İbrahim Kalın’ın çağdaş dünyadaki güvenlik anlayışı da benzer biçimde çok katmanlı bir stratejiye dayanır. Terörle mücadele, istihbarat reformu, kamu diplomasisi ve kriz yönetimi gibi alanlarda geliştirdiği fikirler, sadece güncel tehditlere verilen tepkiler değil; aynı zamanda Türkiye'nin uluslararası düzeyde bir özne olarak varlığını koruma iradesinin entelektüel temellerini de ortaya koyar. Kalın, güvenlik meselesini salt militarist değil; diplomatik, kültürel ve epistemolojik boyutlarıyla ele alan bir çerçeve geliştirmiştir. Bu yaklaşım, tıpkı Nizâmülmülk’ün yaptığı gibi, güvenliği yalnızca tehditlere karşı bir savunma değil, değerlerin ve kimliğin korunması olarak da görür.

Nizâmülmülk'ün devletin bekasına yönelik tehdidi "gizli fitne" olarak adlandırması ile Kalın’ın modern dönemin hibrit savaş, dezenformasyon ve psikolojik harp araçlarına dair analizleri arasında doğrudan bir paralellik kurulabilir. Her iki isim de tehdidi yalnızca görünenle sınırlı tutmamakta; onu anlam dünyasını hedef alan, zihinleri kuşatan çok yönlü bir saldırı olarak görmektedir. Dolayısıyla verdikleri cevap da çok katmanlı, bütüncül ve uzun vadeli olmuştur.

Bu bağlamda her iki devlet adamı da kriz anlarında “hikmetli duruş” sergileyebilmişlerdir. Nizâmülmülk için hikmet, sabırla inşa edilen adaletin ta kendisiydi; Kalın içinse hikmet, değerlerden taviz vermeden stratejik hareket edebilme meziyetidir. Onların stratejik düşüncesi, tehditleri bertaraf etmekle kalmamış; aynı zamanda devletin iç yapısını tahkim etmiş, kurumsal reflekslerini güçlendirmiş ve toplumsal meşruiyeti derinleştirmiştir.

Devletlerin krizlere verdiği tepki; sadece günü kurtarmakla değil, geleceği kurmakla da ilgilidir. Bu nedenle Nizâmülmülk’ün ve İbrahim Kalın’ın kriz yönetimi pratikleri, bir devletin hafızasında yer eden, yön gösterici örnekler olarak okunmalıdır. Onlar için güvenlik, sadece sınırların korunması değil; aynı zamanda anlam dünyasının muhafazası, milletin ruh köklerinin sarsılmaması demektir. Bu bakış açısı, güvenliğin yalnızca teknik değil, aynı zamanda kültürel ve ontolojik bir mesele olduğunu gösterir.

Medeniyet tasavvuru: Bir kimlik inşası olarak devlet

Devlet, yalnızca siyasi sınırların, kurumların ve yasal düzenlemelerin toplamı değildir. Devlet, aynı zamanda bir topluluğun zaman içinde inşa ettiği değerlerin, anlam dünyasının ve tarihsel hafızasının kurumsallaşmış biçimidir. Bu yüzden büyük devletlerin ardında, daima büyük medeniyet tasavvurları yer alır. Nizâmülmülk ve İbrahim Kalın, bu anlayışın iki ayrı çağdaki temsilcisi olarak, devletin yalnızca fizikî değil, kültürel ve manevi haritasını da çizen isimlerdir.

Nizâmülmülk için devlet, İslâm medeniyetinin yeryüzündeki taşıyıcısıdır. Onun gözünde Selçuklu sadece bir siyasi organizasyon değil; adaletle hükmeden, ilimle beslenen ve ahlâkla yöneten bir büyük yapıdır. Bu yüzden Siyâsetnâme, sadece bir yönetişim kılavuzu değil; bir medeniyet çağrısıdır. Nizâmülmülk, Sasanî ve Abbâsî birikimini sentezlerken, devletin aynı zamanda kültürel bir özne olarak inşa edilmesini hedeflemiştir. Medreseleriyle, sadakat temelli bürokrasisiyle ve hikmet merkezli yönetimiyle kurduğu yapı, siyaseti medeniyetin hizmetine sunan bir anlayışın ürünüydü.

İbrahim Kalın da modern çağın şartları içinde benzer bir çabanın aktörüdür. Onun düşüncesinde devlet, Batı-merkezli siyasal kategorilerin ötesinde, kadim değerlerle yeniden tanımlanması gereken bir varlıktır. Kalın’ın yazılarında sıkça vurgulanan “medeniyet perspektifi”, sadece kültürel bir nostalji değil, günümüz dünyasında siyasi özne olabilmenin vazgeçilmez şartıdır. Türkiye'nin küresel ölçekte kendini konumlandırmasında, modernleşmenin dayattığı kimlik kırılmalarını aşmasında ve tarihsel derinliğini yeniden yorumlamasında, Kalın’ın katkısı bu çerçevede anlaşılmalıdır.

Her iki isim de devleti sadece dış tehditlere karşı bir savunma mekanizması olarak değil, bir kimlik inşası süreci olarak kavrar. Bu anlamda devlet, bir "anlam evi"dir. Nizâmülmülk, bu anlamı dinî sadakat, hikmet ve adaletle; Kalın ise gelenekten beslenen entelektüel dinamizm, stratejik vizyon ve kültürel aidiyetle kurar. Her iki isim de, devletin biçiminden çok ruhuna odaklanır. Çünkü biçim değişebilir ama ruh yaşatılmadıkça hiçbir yapı uzun ömürlü olamaz.

Bu perspektif, çağdaş dünyada büyük ölçüde yitirilmiş olan bir kavrayışı yeniden hatırlatır: Devletin anlamı, yalnızca işlevselliğinde değil; taşıdığı değerlerde, temsil ettiği tarihsel bilinçte ve kurduğu kimlikte saklıdır. Nizâmülmülk ve Kalın, bu anlamda bize iki farklı çağda aynı hakikati söyleyen iki ses gibidir. Söyledikleri özü itibarıyla aynıdır: Devlet, sadece bir iktidar organizasyonu değil; bir varlık iddiasıdır, bir medeniyet tahayyülüdür.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...