07 November 2024

Demokrasi kaybetti, otoriterlik mi kazandı?

Amerika 47. Başkan olarak Donald Trump’ı seçti. Bu seçim beraberinde pek çok soruyu da gündeme getiriyor. Trump’ın dönüşü, ABD ve dünya için ne ifade ediyor, seçmenin bu kararı demokrasi adına neler söylüyor, Trump’ın politikasında ne gibi değişimler söz konusu? Yanıtlarına beraber bakalım.

Amerika Birleşik Devletleri 5 Kasım’da sandık başına giderek 47. Başkanı’nı seçti. Bu yarışı 45.Başkan Donald Trump, aktif başkan yardımcısı Kamala Harris’e karşı kazanmış oldu. Peki, bu kazanım beklenildiği gibi demokrasinin büyük bir kaybı mı? Ya da otoriterliğin sarsılmaz bir kazancı mı oldu? Bu sorularla seçime giderken yaşanan olaylar ve Trump’ın dönüşümü esasında nasıl oldu, gelin birlikte bakalım. Zira bu seçimi kazanan Trump, 2016 yılında hiç bilmediği teknik detaylar arasından sıyrılıp oval ofise oturan adamdan çok daha farklı biriydi. Kamala Harris ise 2020 seçimlerindeki demokrasi savunucularının ortak adayı Biden’dan daha farklı bir noktadan geldi ve aslında gerçek anlamda demokratlar için çarpışmadı. Peki, bu seçim sonuçlarını nasıl okumak gerekiyor?

Alay etme ve blöf yapma

Dışarıdan bakıldığında Trump'ın provokatif, haddini aşan ve tuhaf önerilerden hoşlanmaya devam eden bir profil çizdiği görülüyor. Ukrayna'daki savaş mı? Bu 24 saat içinde çözülür. Enflasyon mu? Yok olacak. Enerji fiyatları? Bir yıl içinde yarıya iner. Tüm bunlar, mağduriyet iddiaları ve elit karşıtı temalarla dolu söylemlerine açık olan MAGA (Make Again Great America) takipçileriyle bir bağlantı kurmasını mümkün kılan, bilinçli olarak yağlı, kaba siyasi retoriklerle soslandı. Demokrat seçmenlerin onlarda sadece nefret söylemi gördüğü yerde, MAGA destekçileri onun eşsiz özgünlüğünü övdü. Trump’ın en önemli özelliği rakipleri tarafından aşağılanan söylemlerle aslında kendi seçmeniyle inanılmaz bir bağ kurmasında yatıyordu.

Ancak bu uzun kampanyadan çıkarılması gereken temel ders, stratejisinin kalıcılığında yatmıyor. Aksine geçmişten kişisel ve siyasi bir kopuş olarak görülmeli. Trump artık 2016 seçimlerinden önce, sessizliklerini satın almak ve itibarını korumak için kadınlara para ödemeye hazır olan adam değil. O artık Clinton'ı alt eden, kendi şansına şaşıran ve Beyaz Saray'a sağlam bir ekip olmadan, hazırlık yapmadan ve federal ayrıntılar hakkında keskin bir bilgiye sahip olmadan giren galip değil. İntikam arzusuyla yanıp tutuşan, kendisine eziyet ettiğini düşündüğü kişileri (yargıçlar, polis memurları, generaller, seçilmiş yetkililer, gazeteciler) cezalandırmaya ve federal devleti geri püskürtmeye hazır 78 yaşında bir adam.

Trump'ın uzun süredir devam eden takıntıları arasında, bir tür kendini yüceltme biçimi olarak kendisini sık sık karşılaştırdığı ABD'nin 16. Başkanı Abraham Lincoln var. Ancak 2023'ten bu yana kendisini Chicago mafya lideri Al Capone'a daha kolay benzetiyor ve hakkındaki iddianame sayısında onu geçtiğini de gösteriyor. Bu atıf, Trump'ın alay ve blöf yoluyla kendisine karşı yürütülen yasal soruşturmaları kendi lehine çevirmeyi nasıl başardığını gösteren önemli bir örnek aslında. Temelde onunla dalga geçtiğini sanan Demokratlara onların dalga malzemelerini kullanarak cevap veriyordu. Demokratların bunu anlaması ve karşı argümantasyon geliştirmesi ise beklendiği kadar hızlı ve net bir şekilde olmadı. Bu da aslında seçimdeki önemli unsurlardan biri olarak bugünden bakıldığında net bir şekilde anlaşılıyor.

Trump, her zaman kendi içgüdülerine inandı. Geçmiş performansı, onun yanıldığını kanıtlamak için hiçbir şey yapmıyordu. Bu yıl, gösterişli performanslara olan düşkünlüğünü ve tepkilere karşı keskin hissini yineledi, böylece her zaman medyanın ilgi odağında kalabildi. Onun ana oyun planı: “Hiçbir şeyi haklı çıkarma ve her zaman haber yap, rakiplerini ona tepki vermeye zorla!” Biden, seçimden bir hafta önce eski başkanın destekçilerinden "çöp" olarak bahsettiğinde, Trump bu hatayı yakaladı. Bu, Hillary Clinton'ın 2016'da söylediği yıkıcı "sefiller sepeti" ifadesinin mükemmel bir tekrarıydı. Trump bu “aşağılama” sanılarak yapılan anlatıyı aldı, besledi ve kendi lehine olacak şekilde kullandı.

Meseleleri mesele etmezseniz ortada mesele kalmaz

Demirel’in bu meşhur sözü aslında tematik olarak Trump’ın oldukça net bir şekilde uyguladığı bir durum. Bunu fark ettiğiniz zaman durumun aslında ne kadar da inanılmaz olduğunu daha iyi bir şekilde anlıyorsunuz. Trump, ona karşı açılan davalar ve yaşadığı yargılamalarla bu şekilde başa çıktı. Saklanmak yerine onlarla doğrudan yüzleşti. 2023 yılında, iki federal davada ve iki eyalet davasında (New York ve Georgia'da) dört iddianame dalgasının hedefi oldu. Yüzlerce gizli belgeyi yasa dışı olarak bulundurmakla, 2020 seçimlerinin sonucunu tersine çevirmek için komplo kurmakla ve bu sonucun onaylanması sürecine müdahale etmekle suçlandı. Mayıs 2024'ün sonunda, ticari belgelerde tahrifat yapmaktan 34 suçtan hüküm giyen ilk Amerikan başkanı oldu. Ancak avukatlarının becerisi ve muhafazakâr Yüksek Mahkeme yargıçlarının yardımı, en ciddi eylemleri için hesap vermek zorunda kalmadan başkanlık seçimlerine katılmasını sağladı.

Trump, kendisini alaşağı etmeyi amaçlayan siyasi-yargı komplosunun kurbanı olduğunu iddia etmekten vazgeçmedi. Ancak aslında Amerika'da hukukun üstünlüğünün ciddi bir şekilde arızalanmasından faydalandı. Seçmenler, 6 Ocak 2020’den yaklaşık dört yıl sonra, Salı günü ve önceki haftalarda, bir darbe girişiminden ne kadar sorumlu olduğunu bilmeden oylarını kullandılar. Bu yargı sorunları, Trump'ın 2020'de Biden tarafından yenilgiye uğratılmasından bu yana başkanlık için giriştiği radikal koşuşturmayı büyük ölçüde açıklıyor. Kurban anlatısı ise klasik olarak Trump tarafından iyi bir şekilde kurgulandı ve aslında dünyadaki diğer aşırıcı liderlerin de kullanmayı sevdiği bu temel argümantasyonu organize bir şekilde kullanmaktan geri kalmadı.

Trump, demokratik siyaset kurumunu yıpratan, şüphe, yalan ve kafa karışıklığı tohumları eken, muhaliflerine “haşarat”, “deliler” ve “haydutlar” diyen biri hâline geldi. Bu aşırılıklar sadece çirkin sözler değildi: Bunlar bir stratejinin parçasını oluşturdu ve tabanını her türlü farklı konuşmayı, her türlü aykırı görüşü diskalifiye etmeye hazırladı. Geriye kalan tek şey; “biz” (gerçek vatanseverler, ulusal kimliğe, düzene ve geleneksel değerlere, tercihen Hristiyan değerlere bağlı olanlar) ve “onlar” (Amerikan rüyasını “uyanmış” ideoloji ve göçmenlik içinde eriterek sona erdirmeye çalışan kandırılmış, tembel radikal sol) arasındaki çatışmaydı ona göre. Bu anlatıyı bu şekilde okuduğunuzda size yüzeysel gelmiş olabilir. Ancak bu anlatı Trump tarafından seçmenlerine oldukça iyi bir şekilde pazarlandı ve Trump seçmenleri -genel olarak Amerikan seçmenler- bu anlatıyı satın aldı.

“Onlar” aynı zamanda Trump'ın kampanya sırasında kullandığı korkunç ifadeye göre “içerideki düşman”lardı. Zaferi hâlinde “ilk gün” ve sadece bir gün için “diktatör” olacağına söz verdi. Ocak 2025'ten itibaren Amerika, onun otoriter cazibesinin hangi karanlığa ya da kaosa yol açacağını keşfedecek. Elbette bu dünyadaki otoriter rejimler için “demokrasinin çıkmazına karşı” kullanılacak bir argüman olacak. Ancak Trump’ın bu durumu bir strateji olarak kullandığını ve sistemsel olarak bundan yararlandığını unutmamakta fayda var. Bu aslında doğrudan otoriterlerin bir zaferi olarak okunmamalı, onun yerine otoriterlerin kazanım sağlayabileceği bir yan argüman olarak daha çok iş görecektir.

Trump için bu bir aile meselesiydi

Siyasetin Trump için her zamankinden daha fazla bir aile meselesi olduğunu da unutmamak gerek. Eski bir Beyaz Saray danışmanı olan kızı Ivanka, kocası Jared Kushner ile birlikte ilgi odağı olmaktan imtina etti. Ancak en büyük oğlu Don Jr, eşi benzeri görülmemiş bir nüfuza sahip oldu. MAGA (Make America Great Again) hareketi içinde son derece aktif olan Don Jr, arkadaşı JD Vance'in aday adayı olarak seçilmesi için kampanya yürüten kişiydi. Kardeşi Eric'in eşi Lara Trump, ailenin partiyi ele geçirmesini pekiştirmek üzere Cumhuriyetçi Ulusal Komite'nin başına getirildi. Tüm bunlar da aslında bu seçimlerin neden 2016’dan farklı olduğunu ortaya koyuyor. 2016’da Cumhuriyetçiler bir risk aldı ve ne olacağını hep birlikte görecekleri bir aday çıkarttı. Ancak bu seçimlerde Trump Cumhuriyetçiler içerisinde elini güçlendirmiş bir aday olarak öne çıkmış ve kavrayıcı bir şekilde süreci işletmişti. Üstelik bu sefer neler yapacağını daha isabetli bir şekilde biliyordu.

Kamala, hikâyesini anlatmakta zorluk çekiyor

Madalyonun bir de öteki tarafında “kaybedenin hikâyesine” bakmak lazım. Seçim kampanyası sırasında Harris, başkan yardımcısı olarak yaptığı işlerden neredeyse hiç bahsetmedi, sürekli olarak San Francisco bölge savcısı (2003'te seçildi) ve ardından Kaliforniya başsavcısı (2010'dan beri) olarak deneyimlerinden bahsetti. Suç şebekeleriyle, uyuşturucu kaçakçılığıyla ve güçlü şirketlerle savaşan bir adalet kadını olarak imajını oluşturdu: Bu idealize edilmiş anlatı kimileri tarafından bir “Marvel” karakteri gibi kurgulanmış olmakla itham edilecekti. 2024'ün Kaptan Amerika'sı, cezai olarak hüküm giymiş, bir sivil cinsel saldırıdan sorumlu bulunmuş ve Çin lideri Xi Jinping ve Rus mevkidaşı Vladimir Putin'e olan hayranlığını ifade eden Trump karşısında daha uygun bulunmuştu. İyilik ve kötülük- Amerikan siyasetinin ebedî draması olarak öne çıkıyor gibi düşünebilirsiniz. Demokratlar bunun kendi lehlerine işleyeceğini düşündüler. Ancak aday olan Harris, sonuna kadar seçmenlerle duygusal bir bağ kurmakta zorlandı. Kendi doğallığına güvenmeyerek, fazla hesapçı görünme riskini göze aldı. 21 Ekim'de Michigan, Detroit'te "Dolu dolu bir hayat yaşadım" dedi. "Ben bir eş, bir anne, bir kız kardeş, bir vaftiz annesiyim. Yemek yapmayı seviyorum." Bu cümlenin ötesinde, hikâyesini anlatmakta zorluk çekti. Bu hikâyesini anlatmakta zorluk çeken karakter, tüm olayı hikâyesini örerek geçiren Trump karşısında kaybetmesi de sürpriz olmadı.

Törensel rol

Harris, uzun süre tamamen törensel bir rolde sıkışmıştı. O zamana kadar Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında 50-50 bölünmüş olan Senato'ya düzenli olarak gidip gelmek zorundaydı ve meclisin başkanı olarak tüm önemli oylamalarda sesi belirleyiciydi. Aralık 2023'te 200 yıllık bir rekoru kırarak yasama organındaki oylarında en belirleyici başkan yardımcısı oldu. Peki, halk arasında bu tamamen sembolik başarıyı kim fark etti? Aslında bugün bu durumun oldukça az anlatıldığını ve fark edilmediğini söylemek oldukça kolay bir analiz olarak karşımızda durmakta.

Biden'ın bariz popülaritesizliği

Bazı Demokrat stratejistler mavi dalga hayal ediyorlardı. 270 seçim oyununa giden yolun tek bir akşamda ortadan kalkması bir tür serabın kanıtıydı aslında. Ciddi anketler her iki adayı da hata payı içinde göstererek çok yakın bir seçimin habercisi olsa da Demokratlar başarılı bir kampanyanın klasik işaretlerine inanıyorlardı. Önemli mali avantajlarına, sahadaki eşsiz seferberliklerine, Harris tarafından yönetilen ve büyük bir aksaklık yaşanmayan bir kampanyaya…

Biden, parti yetkilileri, medya ve bağışçıların baskısı altında 21 Temmuz'da yarıştan çekildi. Çok geç olan bu çekilme yeterince geç olmuştu, popüler olmadığı aşikâr ve hem fiziksel hem de bilişsel kırılganlığı aşılmaz hâle geldiğinde. Harris'in yarışa girmesinden 24 saat sonra, kampanya ekibi hem rahatlama hem de Trump tehdidi karşısında kararlılık duygusunu yansıtan duyulmamış bir miktar olan 81 milyon dolar topladı. Bu doğal olarak o gün insanların inançlarını tazeler vaziyetteydi. Ancak yukarıda bahsettiğimiz üzere kampanya sırasında hikâyesini anlatmakta zorlanan, kimliğine ve oradan elde ettiği kazanıma değinmekte zorlanan bir aday olarak Harris, bu rüzgârı devam ettiremedi. Üstelik bu seçim 2020’deki gibi demokrasi için bir araya gelmiş insanların bir mücadelesi de değildi. Zira Harris bir ön seçimden gelmedi ve geniş kitlelerin desteğini tek tek almaktan ziyade elitlerin sıkıştıkları anda ortaya sürdükleri bir aday olarak öne çıktı.

Peki, bu yeni dönemde bizleri neler bekliyor?

Avrupalılar haklı olarak ilk Trump dönemini kötü hatırlıyorlar. İkincisi daha da tehlikeli olacak, kıtalarında savaşlar çıkacak ve bu savaş, tüm uluslararası yükümlülüklerini hiçe sayan ve giderek daha saldırgan olan bir Rus gücü tarafından başlatılacak gibi bir korku kıtayı sarmış olabilir. Trump, seçim kampanyası sırasında tehdit ettiği gibi Ukrayna'ya askerî yardımı keser ve işgalciler lehine Vladimir Putin ile barış müzakereleri yaparsa, bunun sonuçları Ukrayna'nın kaderinin çok ötesine geçecek, kıtanın güvenliğini bir bütün olarak etkileyecek. Bu da oldukça soğuk ama bir o kadar da net olan bir gerçek.

Trump'ın benzeri görülmemiş popülist, kadın düşmanı ve ırkçı şiddet kampanyasının sonunda kazandığı zafer; kadınlar, göçmenler ve genel olarak demokrasi için de kötüye işaret olduğunu da söylemek oldukça mümkün. 47. Amerika Başkanı 45. iken uygulamaya başladığı, Amerikan demokratik kurumlarını koruması gereken kutsal denge ve denetimlerin zaten zayıfladığı ve Yüksek Mahkeme'nin kendi tarafına geçtiği bir sistemi devralıyor. 6 Ocak 2021'de teşvik ettiği isyancıların Kongre Binası'na yaptığı saldırıyı önemsiz göstermeyi başardı. Rakiplerine "içeriden düşman" diyen, bazılarını kurşuna dizilmeye layık gören, muhalif medyayı kötüleyen ve Demokrat şehirlerdeki yasa dışı göçmenleri avlamak için orduyu göndermekle tehdit eden dünyanın önde gelen gücünün başkanının imajı, Avrupa da dâhil olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki otoriter liderleri cesaretlendirebilir. Bu da karşılayacağımız yeni bir risk olarak karşımızda durmakta. Ancak yine de bu Trump ve neler yapacağını bu kadar sistematik olarak kestirmek mümkün olmayabilir. Hep birlikte göreceğiz.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...