22 November 2024

COP29, iklim krizine dur diyebildi mi?

Dünya’nın daha fazla ısınmasını engellemek amacıyla bu yıl Bakü’de düzenlenen Taraflar Konferansı (COP29) zirvesi sona erdi ama yankıları sürüyor. Küresel alanda iklim krizine karşı mücadele yeterli mi? Türkiye’ye etkileri ne olacak? COP29 hangi yönleriyle akılda kalacak?

Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi (UNFCCC) kapsamında gerçekleşen Taraflar Konferansı (COP29), bu yıl Azerbaycan’ın Bakü kentindeydi. Küresel sıcaklık yükselmesini 1,5°C ile kısıtlamak ve iklim değişikliğinin tesirini azaltmak amacıyla dünya ülkelerinin bir araya geldiği bu platform, iklim krizi ile mücadelede kritik bir viraj olarak lanse ediliyor.

12 Aralık 2015 tarihinde Fransa’nın başkenti Paris’te imzalanan Paris İklim Anlaşması çerçevesinde 191 ülke, 2030 yılına kadar karbon emisyonlarını azaltma ve 2050 yılına kadar net sıfır emisyon hedefine ulaşma taahhütlerinde bulunmuşlardı. Ancak bu hedeflere ulaşmak için ivedi ve kesin adımlar gerekiyor. COP29 zirvesi, ülkelerin bu taahhütlerini güncellemeleri ve iklim politikalarını güçlendirmeleri için önemli bir fırsat sunuyor.

Bu zirvenin Azerbaycan gibi fosil yakıt üretimi yoğun bir ülkede düzenlenmesi dikkat çekici bir strateji. Zirve, bu ülkeleri daha sürdürülebilir politikalara teşvik etmeyi ve karbon emisyonlarını azaltma konusunda daha iddialı adımlar atmalarını ve temiz enerjiye geçiş sürecini sağlamayı amaçlıyor.

COP29 Dünya Liderleri İklim Zirvesi’nde konuşan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iklim krizinin menfi etkilerinin en yoğun hissedildiği ülkeler arasında olduklarını vurguladı. Erdoğan, "2053 yılı için net sıfır emisyona ulaşma ve “yeşil kalkınma” vizyonumuz ekseninde kilit sektörlerimizi dönüştürüyoruz. Yeşil finans stratejisini uygulama ve “ulusal yeşil taksonomi” oluşturma gayretlerimiz devam ediyor. Emisyon Ticaret Sistemi'ni de ihtiva eden iklim kanunumuzu çok yakında Meclis’imize sunacağız. COP29 öncesinde iki yıllık şeffaflık raporumuzu ve uzun dönemli iklim stratejimizi yazmanlığa ilettik" ifadelerini kullandı.

Türkiye, COP29 zirvesinde iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında önemli taahhütlerde bulunuyor.

Türkiye’nin bu zirveden beklentileri

Yeşil dönüşüm ve karbon nötr hedefleri: Türkiye, 2053 yılına kadar karbon nötr olmayı taahhüt etmiş durumda. Bu hedefe erişmek için yenilenebilir enerji kaynaklarına yatırım yaparak enerji verimliliğini artırmak en büyük öncelikler arasında.

Fosil yakıtlardan yenilenebilir enerjiye geçiş: Türkiye, fosil yakıtlara olan bağımlılığını azaltarak temiz enerjiye geçiş sürecini hızlandırmayı hedefliyor. Bu kapsamda güneş enerjisi, rüzgâr türbinleri ve hidroelektrik yatırımları artırılacak.

Uluslararası finansman ve teknoloji transferi: Türkiye, gelişmekte olan bir ülke olarak, iklim değişikliğiyle mücadele için uluslararası finansman desteğine ihtiyaç duyuyor. BM yetkililerinin de belirttiği gibi, iklim finansmanı bir hayır işi değil; tüm ülkelerin ortak çıkarına olan bir gereklilik. Türkiye, yeşil fonlar ve teknoloji transferi konusunda gelişmiş ülkelerden daha fazla katkı bekliyor.

Uyarlama çalışmaları: Türkiye, iklim değişikliğinin etkilerini hafifletmek amacıyla tarım, su yönetimi, şehir planlaması ve afet yönetimi gibi alanlarda projeler geliştiriyor.

Küresel iş birliği vurgusu: COP29, iklim değişikliğiyle mücadelede küresel iş birliğinin önemini bir kez daha vurguluyor. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin yürütme sekreteri Simon Stiell’in yaptığı çağrıya göre, artık ülkeler arasında dayanışma ve hızlı aksiyon alma zamanı. Eğer bu süreçte tedarik zincirleri dayanıklılık kazanamazsa, küresel ekonomi de büyük bir risk altına girecek.

“Dünyanın iklim değişikliği ile mücadele konusunda karnesi zayıf”

Hükümetler, iş dünyası ve sivil toplum örgütlerini bir araya getirerek iklim değişikliği ile mücadele etmeyi amaçlayan COP29'u, perde arkasında yaşananları ve ülkelerin vaatlerini konferansı yakından takip eden uzman isimlere sorduk.

İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, "COP29’un ilk gününde, 1,5 °C hedefinin zorluğuna rağmen vazgeçilmez olduğu bir kez daha vurgulandı. Küresel alanda iklim krizine karşı mücadele yeterli mi?" sorusuna şu cevabı verdi:

"BM İklim Değişikliğiyle Mücadele Sözleşmesi'ne taraf olan ülkeler 1995 yılından itibaren her yıl toplanmakta. Bu yıl Bakü’de 29.’su toplanan Taraflar Konferansı ya da İngilizcesiyle COP olarak bilinen bu toplantıların ilkinden itibaren iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarının azaltılması hep ana gündem konusu oldu. Taraflar konferanslarından kamuoyunun da yakından bildiği Kyoto Protokolü ve Paris Anlaşması gibi önemli metinler de çıktı. Ancak 1990’lı yılların başında 40 milyar ton karbondioksit eşdeğeri olan küresel sera gazı emisyonları günümüzde 60 milyar tona ulaştı. Yüzyılın sonunda iklim değişikliğinin olumsuz etkilerini minimuma indirmek için Sanayi Devrimi’ne göre 2 °C'nin altında tutmak, hatta 1,5 °C ile sınırlamak gerektiği çok uzun zamandır gündemde. Ne var ki 2023 yılı Sanayi Devrimi’ne göre 1,36 °C daha sıcaktı. 1,5 °C eşiği 2030 yılına kadar aşılabilir.

2 °C eşiğinin ise böyle gidersek 2040 yılına kadar aşılabileceğini söylemek mümkün. Yüzyıl sonunda sıcaklık artışlarının 2 °C'nin altında kalması için küresel sera gazı emisyonlarını 2030 yılına kadar 30-35 milyar tona, 2050 yılında da 20-22 milyar tona çekmemiz gerek. Bu da önümüzdeki 25 yılda emisyonların üçte iki oranında azaltılması anlamına geliyor. Bunun gerçekleşmesi ise bir bakıma mucizelere bağlı. Hatta şimdiden 2 °C olmadı; acaba 2,7 °C'yi mi eşik olarak belirlesek tartışmaları var. ABD seçimlerini Trump’ın kazanması da daha önce ABD’yi Paris Anlaşması'ndan çektiği için iklim değişikliğiyle mücadele açısından olumsuz olarak değerlendiriliyor. Özetle tüm dünya olarak iklim değişikliğiyle mücadeledeki karnemiz zayıf diyebilirim.”

“Sera gazı emisyonlarında önümüzdeki 28 yıl içinde 500 milyon ton civarında bir azaltım yapmalıyız”

Türkiye'nin 2053 yılına kadar karbon nötr olmayı taahhüt etmiş olmasına da değinen Tolunay, "Net sıfır emisyon ülkelerin insan kaynaklı olarak bir yıl içinde atmosfere saldıkları sera gazlarının ormanlar, sulak alanlar, denizler gibi karbon yutaklarının atmosferden alarak depoladıkları karbondioksite eşit olmasıdır. Ülkemizin 2022 yılı itibarıyla 558 milyon ton karbondioksit eşdeğeri sera gazı emisyonu bulunurken ormanlarımızın depoladığı karbondioksit miktarı 52 milyon ton kadardı. Sera gazı emisyonlarımızın neredeyse sürekli olarak arttığı buna karşılık 2017 yılında 67 milyon ton olan ormanların depoladığı karbondioksitin ise azaldığı düşünüldüğünde net sıfır emisyona ulaşmak bizim için oldukça zor görünüyor. Net sıfır emisyona ulaşmak için bir taraftan sera gazı emisyonlarını azaltmamız, diğer yandan ise mevcut ormanları korumamız ve alanlarını arttırmamız gerekli. Ancak orman alanlarımızı çok fazla arttırma şansımız yok. Bu nedenle sera gazı emisyonlarında önümüzdeki 28 yıl içinde 500 milyon ton civarında bir azaltım yapmalıyız. Bunun için ülkemiz, COP29’da Uzun Dönemli İklim Değişikliği Stratejisi’ni (LTS) açıkladı. Bu strateji de elektrik üretiminden kaynaklanan emisyonları azaltmak için nükleer enerjinin payının arttırılacağının yer alması dikkat çekici. Yapımı devam eden Akkuyu Nükleer Santrali’ne ek olarak Sinop ve Kırklareli’nde kurulacağı önceden açıklanan nükleer santrallerin önümüzdeki günlerde yeniden gündeme geleceğini söyleyebiliriz. Buna ek olarak hidrojenden elektrik üretimi, yenilebilir enerjinin elektrik üretimindeki payının %50’ye çıkması, birincil enerji üretiminin %16 azaltılarak 100 milyon ton CO2 emisyon azaltımı enerjiyle ilgili hedefler" deyip sözlerini şöyle sürdürdü:

“Ayrıca emisyonların 2053 yılına kadar gübre sektöründe %100, demir çelik endüstrisinde %99, çimento sektöründe %93, alüminyum sektöründe ise %75 oranında azaltılması da strateji belgesinde yer alıyor. Net sıfır emisyonlu bina yapımı, elektrikli araç sayısının arttırılması, 7 bin kilometre uzunluğunda hızlı tren yolu yapımı da emisyon azaltımı için öngörülmüş. Bu hedeflerin gerçekleştirilmesini iklim değişikliğinden endişe duyan hemen herkes ister. Ancak oldukça zor görünüyor. Özellikle azaltım hedeflerinin gerçekleştirilmesi için büyük miktarda finansmana ihtiyaç olacağı, ülkemizin 6 Şubat depremleri sonrasındaki ekonomisi ve kamuda tasarruf genelgesiyle harcamaların sınırlandırılmış olması da yakın zamanda çalışmaların başlamasının mümkün olamayacağını düşündürüyor.”

“Kömür öncelikli fosil yakıt tüketimi sonlandırılmalı”

“İklim değişikliğiyle mücadele için sihirli değneğe gerek yok. Yapılması gerekenler uzun yıllardır gerek ülkemizde gerekse dünyada biliniyor” diyen Tolunay, kömür öncelikli olarak fosil yakıt tüketiminin sonlandırılması gerektiğini savundu:

“Dünya genelinde kömür tüketiminden vazgeçeceğini açıklayan ve bunu takvime bağlayan ülkeler var. Ülkemiz ise henüz kömürden çıkış için henüz bir tarih belirlemedi. Tam aksine halen kömür, doğalgaz ve petrol aramaları devam etmekte. Diğer yandan yenilenebilir enerjinin toplam enerji üretimi içindeki payının çok daha fazla olması gerekiyor. Ama bu tesislerin orman, tarım ve mera alanlarına zarar vermeden inşa edilmesi gerekiyor.

Başta ormanlar olmak üzere karbon yutak alanlarının korunması son derece önemli. Ancak ülkemizde maalesef ormanlardan yapılan odun üretiminin artması nedeniyle 67 milyon ton kadar olan karbon dioksit tutumu, 2021 yılında 47 milyon tona kadar düştü. 2022 yılında ise bir miktar arttı. Orman alanlarını genişletmemiz gerek. Ama ülke olarak şu anda 23,4 milyon hektar kadar olan orman alanını en fazla 25 milyon hektara kadar çıkarabiliriz. Çünkü şu anda orman olmayan alanların önemli bir kısmı tarım ve mera alanı. Bazı bölgelerimizde ise iklimin ve toprak koşullarının uygun olmaması nedeniyle orman alanlarını arttırma olanağımız pek fazla değil. Ama var olan ormanlarımızı korursak ve odun üretimini düşürürsek 2053 yılında ormanların tuttuğu yıllık karbondioksit miktarını 100 milyon tonun üzerine çıkarabiliriz.

Diğer yandan bir mucize olsa ve dünya olarak net sıfır emisyona ulaşsak dahi iklim değişikliği kaynaklı aşırı hava olayları devam edecek. Sel, fırtına, dolu, kuraklık, orman yangını gibi sıklığı, şiddeti, süresi ve etki alanı artan aşırı hava olaylarından etkilenmemek için de çalışmalar yapılmalı. Bunlara genel olarak uyum adı verilmekte. Örneğin dere ve taşkın yataklarına yapılaşmanın önlenmesi, buralarda var olan yapıların yıkılması, eğimli alanlardaki ormanların korunması sellere karşı alınabilecek uyum örneklerinden birkaçı. Diğer aşırı hava olayları için de benzer önlemler var. Bu uyum önlemlerinin çoğu da çeşitli bakanlıklarca hazırlanan eylem planlarında yer alıyor. Sadece bu eylem planlarını eyleme dönüştüremiyoruz.”

COP29'un küresel anlamda nasıl sonuçlar doğuracağını da ifade eden Tolunay, “COP29 adından da anlaşılacağı üzere 29. Taraflar Konferansı. Sera gazı emisyonlarındaki artışlar, 2050’ye 25 yıl kalmışken halen 1,5-2 °C'lik eşiklerin aşılmaması için yeterince çaba sarf edilmemesi, ülkelerin iklim değişikliğiyle mücadele için diğer ülkelerin çaba sarf etmesi gerektiği yönündeki açıklamaları ve önceki toplantılarda alınan kararların çoğunun gerçekleşmemesi nedeniyle COP29’un mevcut gidişatı pek fazla değiştirmeyeceğini düşünüyorum. Örneğin bugüne kadarki en önemli COP, Paris’teki 21. Taraflar Konferansı’ydı. Paris Anlaşması’nın imzaya açıldığı bu COP sonrasında oldukça iyimser bir hava oluşmuş ve iklim değişikliğiyle mücadelenin başarılabileceğine inanılmıştı. Ama aradan geçen 9 yılda Paris Anlaşmasının dahi yeterince uygulanmadığı görülüyor. Bir de geçen yıl Dubai’de yapılan COP28 sonrasında pek fazla değişiklik olmadığı düşünülünce COP29 sonrasında umutların COP30’a kaldığı yönünde manşetler atılacaktır” sözleriyle düşüncelerini ifade etti.

"Ülkelerin iklim krizi üzerine diplomasi trafiğini artması gerekiyor"

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş, Prof. Dr. Doğanay Tolunay gibi küresel ısınmadaki artışı 1,5°C seviyesinde tutmanın artık mümkün olmadığını düşünüyor. Türkeş, "2015 Paris İklim Anlaşması'nın hedefleri arasında ortalama hava sıcaklığı artışını 1,5  °C ile sınırlandırmak vardı. Gelinen noktada 1,5 santigrat ısınma eşiği maalesef açılmıştır. Küresel karbondioksit salınımlarında ise ancak yüzde 3 gibi bir azalma gerçekleşmiştir. Hâlbuki 2030 yılına kadar küresel karbondioksit salınımlarında 2010'lu yıllara göre en az %45 bir azalma bekleniyordu. Ancak bu hedefe ulaşılamadı. Bu gidişle küresel ısınmanın zararlarını her ülke ve her birey acı bir şekilde deneyimleyecek gibi duruyor. Ülkelerin iklim üzerine diplomasi trafiğini artırması gerektiğini düşünüyorum" yorumunu yaptı.

Türkiye'nin 2053 net sıfır emisyon hedefine ulaşabilmesi için yapılması gerekenleri de ifade eden Türkeş, "Fosil yakıtlar, termik santraller ve yeni enerji yatırımları konusunda dikkatli adımlar atılmalı. Rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerjilerin sektördeki payı da artırılmalı. İlerleyen dönemde elektrik enerjisinin %80'inin bundan sağlanacağı söyleniyor. Ayrıca elektrik enerji üretiminde de kömürden çıkılmalı. Tarım ve ormancılığa da ekstra önem göstermeliyiz. Kentlerin ormanların su havzalarına doğru genişlememesi lazım. Sera gazı salınımının azaltılması ve fosil yakıtlardan uzaklaşılması lazım" dedi.

“Yeşil İklim Fonu’nda her yıl 100 milyar ABD doları birikmesi gerekiyor"

Yeşil İklim Fonu'na (GCF) da özel bir parantez açan Türkeş, "Bu fonun amacı iklim değişikliğine yanıt vermek için kolektif insan eylemini genişletmek için kurulan Yeşil İklim Fonu'nda (GCF) her yıl 100 milyar ABD doları birikmesi gerekiyor. Ancak burada da başarıya ulaşılamadı. Az gelişmiş bir ülkenin iklim değişikliği ile mücadele edebilmesi için yılda 1-2 milyon dolara ihtiyaç duyduğu unutulmamalı. Az gelişmiş ülkelerin gündeme getirdiği ‘sayısal olarak belirlenmiş kolektif finans yükümlülükleri mekanizması’nı önemli buluyorum. OECD ve AB üyesi ülkeler bu atılıma destek vermeli diye düşünüyorum. Bilhassa COP29'un anlam kazanması için ülkelerin sera gazı tüketimini azaltma konusunda hemfikir olması gerekiyor" ifadelerini kullandı.

“Ülkeler arasında karbon kredisini ticaretini düzenleyen kuralların onaylanması çok önemliydi”

İklim Değişikliği Konferansı'nın son üç yıldır fosil yakıt tüketimi yüksek ülkelerde gerçekleşmesini anlamlı bulan Prof. Dr. Etem Karakaya ise "Ülkeler arasında karbon kredisi ticaretini düzenleyen kuralların onaylanması bu konferansın önemli özelliği oldu" dedi.

Donald Trump'ın ikinci kez ABD Başkanı seçilmesinin küresel iklimi koruma üzerine sıkıntı yaratabileceğine vurgu yapan Karakaya, "Donald Trump'ın zafer kazanması küresel ısınma ve iklimi koruma konusunda negatif etki yaratabilir. Hatırlarsanız Amerika Birleşik Devletleri, Trump'un ilk başkanlık döneminde Paris İklim Anlaşması'ndan çekilmişti. Dünyada en fazla sera gazı emisyonu sağlayan ülkenin ABD olduğunu düşünürsek Trump'un ikinci döneminde sergileyeceği tutum tüm dünyayı yakından ilgilendiriyor" ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Doğanay Tolunay ve Prof. Dr. Murat Türkeş gibi sera gazı azaltımı, iklim kriziyle mücadele ve ortalama hava sıcaklığı artışını 1,5 °C ile sınırlandırma konusunda atılan adımların gerçekçi olmadığını ifade eden Karakaya, "Maalesef 2030'a ulaşmadan 1,5 °C sınırı aşılacak gibi duruyor. Bu da ekosistemde var olan bazı hayvan ve bitki türlerinin yok olması anlamına geliyor. Mesela Maldivler sular altında kalabilir. Bangladeş'in bir kısmı da risk altında. Okyanusta bulunan mercanların büyük bir kısmı da yok olabilir Bu nedenle COP30'da ülkelerin iklim değişikliği üzerine orta ve uzun vadeli planlarını güncellemesi gerekecek. Küresel karbon bütçesinin, 2023 yılında fosil karbondioksit (CO2) emisyonlarının 2022'ye göre %1,1 artması da olumsuz bir durum olarak göze çarpıyor" açıklamasını yaptı.

Yenilenebilir enerji konusunda Türkiye'nin atılım gösterdiğini vurgulayan Karakaya, "Türkiye, yenilenebilir enerji miktarını 4 kat artıracağını vurguluyor. Elektrikli araç sayısının ise 2035'e geldiğinde 4,2 milyona çıkacağı belirtiliyor. Sanayi sektöründe karbonu azaltma hedefi de son derece makul. Türkiye, kömür tüketiminden vazgeçme konusunda da adımlar atmalı. Linyit kullanımı azaltılmalı" deyip ekledi: “Türkiye'nin 2053 yılına kadar net sıfır emisyona ulaşması pek mümkün gözükmüyor."

"COP29 dünyamızı korumaya hizmet ediyor"

Gazeteci ve yazar Aydın Tagiyev ise düşüncelerini şöyle ifade etti: "COP29'un ilk gününde 1,5 °C hedefinin tüm zorluklara rağmen vazgeçilmez olduğu bir kez daha vurgulanması çok önemli.  İklim kriziyle küresel alanda mücadele etmek gerekiyor. Ülke temsilcileri özenle çalışırlarsa belki zamanla dünyamıza yakışır bir sonuç elde edebiliriz. COP29'un dünyamızı korumaya hizmet ettiğini unutmamamız gerekiyor. COP29'un küresel anlamda pozitif etkileri olacaktır.”

Atıkların atmosfere salınımının 5,9 milyon ton CO2 azaltılmasını sağlayan “sıfır emisyon” ulusal projesinin hayata geçirilmesinin önemine vurgu yapan Tagiyev "Bu projenin zamanla onaylanacağına inanıyorum. Türkiye ekolojisine faydalı olacak" görüşünü savundu.

Genel bir değerlendirme yapacak olursak; Donald Trump’ın yeniden başkan seçildiği ABD seçimlerinin gölgesinde gerçekleşen COP29’da (Taraflar Konferansı) iklim değişikliğinde büyük sorumluluğu olan gelişmiş ülkelerin, sorumluluğu en az olan ve iklim değişikliğinden en çok etkilenen ülkelere ne kadar kaynak aktaracağına yanıt aranması ön plana çıktı. Üzerinde anlaşılması gereken bu miktar, “Yeni Kolektif Sayısallaştırılmış Hedef” olarak tanımlandı. 2015’teki COP konferansında, iklim krizine en fazla katkıda bulunan ülkeler, krizden en çok etkilenen ülkelere her yıl 100 milyar dolar finansman sağlamayı taahhüt etmişlerdi. Bu yılki müzakerelerde, bu hedefin gerçekleştirilmesi ve toplanan fonların doğru yerlere aktarılması hususları tekrardan ele alındı.

Şu ana kadar gündemde olan tartışmalar sonucunda; Birleşmiş Milletler karbon piyasasını onayladı, iklim krizine en çok katkıda bulunan ülkeler 2025 senesi için finansman hedefini 120 milyar dolar olarak belirledi ve ülkelerin performansları İklim Yönetimi İlerleme Matrisi (CAM) aracılığıyla analiz edildi.

Türkiye, zirvenin ilk günlerinde 2053 Uzun Vadeli İklim Stratejisi belgesini BM’ye sundu. Bu belge, Türkiye’nin 2053 yılına kadar net sıfır hedefine ulaşmak için çizdiği yol haritasını detaylandırıyor. Belge, ​​2053 yılında nüfus artışına paralel olarak artacak enerji talebinin %69,1’inin yenilenebilir enerji kaynakları tarafından karşılanmasını öngörüyor. Ayrıca nükleer enerji kapasitesinin Türkiye’nin toplam enerji talebinin %10’unu karşılayacak seviyeye çıkarılması planlanıyor. Buna ek olarak Türkiye COP 31’e ev sahipliği yapmak için adaylığını açıklayarak adından söz ettirdi.

Velhasıl kelam, Bakü’de düzenlenen bu konferansta iklim krizinin üstesinden gelmek için ülkeler arası birlik ve beraberliğin teşvik edildiğini görmek mümkün. COP29’a katılım gösteren ülkelerin sürdürülebilir kalkınma hedefleri doğrultusunda geliştirdikleri ulusal iklim eylem planlarını hiç şüphesiz küresel stratejiler belirleyecek.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...