13 May 2024

“Büyük Kıtlık”

Avrupa, 1300’lü yıllarda büyük bir kıtlığın vahametine uğrar; açlık ve yoksulluk beraberinde hastalıkları, suçları, ölümleri getirir. Toprak verimsizleşir, besin bulunamaz. Avrupa’yı sarsan bu felakete mercek tutuyor; yaşananlara tarihsel anlatılar eşliğinde tanık oluyoruz.

Orta Çağ’da iklim yüzyıllarca sıcak ve nemli geçtikten sonra bilhassa 1300’lerde soğumaya başlar ve 1314’ten itibaren Avrupa’nın kuzeybatısını tesiri altına alır. Fakat bu hava dalgası asıl etkisini 1315’in Mayıs ayından sonra gösterdi, hiç durmaksızın sonbahara kadar yağmur yağdı. 1318’e kadar devam eden bu hava koşulları, hâliyle tarım ve hayvancılığı bitirme noktasına getirdi. Yağışlar, İngiltere ve Kıta Avrupası’nın kuzeyini tamamen etkisi altına aldı; özellikle de düz bir zemine sahip olan Alçak Ülkeler bundan çok etkilendi.

Bir haberci yıldız beliriyor gökyüzünde...

Yağışlardan dolayı Fransa’nın kuzeyinde halk, büyük bir kıtlık yaşanacağını anlamıştı. Dahası bir kuyruklu yıldızın belirip aylarca gece gündüz görülmesi, insanlar üzerindeki paniğin daha da artmasına sebep oldu. Çin yıllıklarının bildirdiğine göre bu kuyruklu yıldız, 28 Kasım 1315’ten 12 Mart 1316’ya kadar görülmüştü. Dönemin kâhinleri bu yıldızı; ürünün kötü olacağının, hırsızlık ve kargaşanın artacağının, adaletin azalacağının ve denizin birçok kişiyi yutacağının işareti olarak yorumluyorlardı. Nitekim çok geçmeden büyük bir gıda sorunu ortaya çıktı. Yüzyıllardır kayda değer bir gıda sorunu yaşamamış insanların bu denli bir kıtlık için tedarikli olmamalarından dolayı depolarındaki mahsuller kısa sürede bitmişti. Felaket kapıya geldiğinde hâliyle herkes ilk önce kendisini düşündü. Örneğin kıtlık İngiltere’yi sardığında önceden hayır faaliyetleri yürüten soylular, zenginler ve din adamları bu yardımları durdurdular. Egmont Manastırı keşişlerinden Willelm, 1316’da tüm zenginlerin hayır yapmayı bıraktığını; anne babanın evladına, evladın ise anne babaya faydasının olmadığı bir döneme girildiğini bildirir.

Bitmeyen kıtlık

Yaşanan kısa süreli bir kıtlık olmadığı için zaman geçtikçe olaylar çok daha korkunç ve trajik bir hâl aldı. Su baskınlarına bağlı olarak tarlalardaki tohumlar çürümüş, çıkan ürünlerin hasadı çok zor şartlarda yapılabilmiş veya yapılamayıp ürünler sular altında çürümüştü. Hasadı yapılıp depolara kaldırılan ürünler ise güvende değildi. Çünkü aşırı rutubetli ve soğuk hava, depolardakileri de çürütmüştü. Bu süreçte İngiltere açısından çok önemli olan koyunlar, hastalıktan veya bakımsızlıktan öldüler.

İskoçların saldırıları ve sonrasında yiyeceklerine el koymalarına bağlı olarak Northumbria’da kıtlık daha sert bir şekilde yaşandı. Öyle ki halk, köpek ve at başta olmak üzere muhtelif hayvanları yemek zorunda kaldı. Tahıl üretiminin dibe vurması neticesinde evcil hayvanların ve kümes hayvanlarının tüketimi artmıştı. Bu da bir süre sonra süt ve yumurta gibi hayvansal gıdaların azalmasına yol açtı. Öte yandan salgınlardan dolayı çok sayıda koyun ve sığır ölünce bu kez et arzında yetersiz kalınıyordu. Olanlara rağmen halk, imkânı ölçüsünde kendisini beslemeye çalışıyordu. Kedi ve köpek yemenin dışında halkta yamyamlık eğilimleri de görülmeye başlanmıştı.

Yamyamlık artıyor, cesetler yeniliyor

Trokelowe’a göre insanlar bu süreçte yabancıları, hatta kendi çocuklarını bile yemişlerdi. Aynı yazar, kendilerine yiyecek verilmeyen aç mahkûmların, yeni gelen mahkûmlara vahşice saldırdıklarını ve onları yarı canlı vaziyette yediklerini anlatır. Bunların ne kadarı doğrudur bilemeyiz. Lakin birçok kaynakta benzer nakilleri gördüğümüzde yamyamlığın yaygınlaştığını düşünebiliriz.

İngiltere Kralı II. Edward bile yiyecek bulmakta sıkıntı yaşıyordu. Saray halkıyla birlikte St. Laurence Bayramı’nda (Ağustos) St. Albans’a uğradığında saray için ekmek bulmakta zorlanmıştı. İrlanda’da insanların kilise bahçelerindeki mezarları kazarak yeni gömülmüş cesetleri çıkarıp yedikleri söylenir. Aynı şekilde ebeveynlerin çocuklarını yedikleri iddiası burada da dile getirilir. Loch Kroniği, üç buçuk yıllık zaman zarfında İrlanda’da insanların birbirini yemesinin alışılmış bir olay hâline geldiğini ifade eder.

Flander’e baktığımızda X. yüzyıldan beri hızla şehirleşen bu bölgede o canlılık bitmiş ve trajik bir tablo ortaya çıkmıştı. Daha doğuya gittiğimizde 1316’nın ilkbahar ve yazında Avusturya, Polonya, Macaristan ve Meissen’de yağan aşırı yağmurların, tohumları, ürünleri ve samanları çürüttüğünü öğreniyoruz. Polonya ve Silezya’da açlığa bağlı ölümlerin 1319’a kadar sürdüğü, dahası yamyamlığın yaygın olduğu söyleniyor. Bu söylentilere göre idam edilen suçluların cesetleri de darağaçlarından alınıp yeniliyordu.

İnsanlar artık farklı bölgelere göç ederek arayış içine girdiler. Bu amaçla birçok kişi, 1317’de Tuna’yı geçip doğudaki verimli ovalara gitmek için teknelere bindiler. Fakat tekne sahipleri yolculuğa başladıktan kısa süre sonra onların Macaristan’daki sefaleti daha da artırmalarından korkarak yolcuları nehre attılar. Çok fazla olmasa da Baltık Denizi’nin güneyindeki topraklarda da konuyla ilgili nakiller bulunuyor.

Novgrod Kroniği’ne göre 1316’da insanlar açlıktan at eti yemeye başlamışlar, hatta askerler kalkanlarının dışındaki derileri yemişlerdi. Korkunç yamyamlık iddialarına burada da rastlamaktayız. Bir tarihçi açlık çeken bazı erkeklerin, içindeki cesetleri yemek amacıyla mezarları kazarken oracıkta, muhtemelen açlıktan öldüklerini nakleder.

Yoksulluğun izinde kaçınılmaz suçlar

Bütün bu olumsuz koşullar altında kriminal vakaların artması kaçınılmazdır. Kıtlığın şiddetinin artması sonrasında soylular ve zenginler çeşitli şekillerde hane halkının sayısını azaltma yoluna gitmişlerdi. Evden uzaklaştırılan ve lüks yaşamaya alışkın bu kişiler, toplumda çeşitli huzursuzluklara sebep oldular. Öyle ki normal şartlarda düzgün ve saygın bir yaşam sürdüren bu insanlar; artık suça karışıyor, düzensiz davranışlar sergiliyorlardı.

İngiltere’nin kırsal bölgelerini istila eden hırsızlar ve serseriler her türlü şiddete başvuruyorlardı. Saldırı ve soygun yaygınlaşmıştı. Sığır, koyun, at, yabani tavşan, keklik, sülün, geyik, tahıl gibi yiyecek olarak kullanılabilecek her şey çalınıyordu. Kapılarının önünde çok sayıda aç insan bulunan Magdeburg’daki fırıncılar, ekmeklerin çalınmasını engellemek için sopalarla beklemekteydiler. Bremen’de de aynı anlatılar vardı. Fakat Köln’de ve birçok yerde, fırınların pencerelerinden ekmek çalarken yakalanan aç insanlar yargılanmamaktaydı.

Kıtlığın sonuçları, tahribatlar

1317’den itibaren yağmurun şiddetinin azalmasına bağlı olarak kıtlığın etkisi zayıflamaya başladı. Fakat izleri uzun süre varlığını muhafaza etti. O süreçte İngiltere’de halk, köylerini terk etmişti ve topraklar ekilemez hâldeydi. İnsanların yanı sıra çok sayıda evcil hayvan da ölmüştü. O kadar fazla öküz ölmüştü ki 1319’a gelindiğinde birçok tarla sürülememişti.

Flander’e baktığımızda orada da aynı tabloyu görürüz. Havalar düzelip iklim normale dönmüş olsa da başta sığırlar olmak üzere son üç yıldaki kayıplar, felaketin etkisini uzun süre korudu. Hayvancılığın eski hâline gelmesi yaklaşık on yıldan fazla sürdü. Süt sığırlarında durum daha vahimdi. 1341’e gelindiğinde eski rakamların ancak %90’ına ulaşabilmiştir. Ekilebilir arazilerin durumu da çok farklı değildir. Yoğun su baskınları sırasında birçok arazinin üst kısmındaki verimli tabaka gitmiş veya tersi olup ekilebilir arazilerin üzeri, kumlu ve çakıllı topraklarla kaplanmıştı. Bu arazilerin eski verimli hâline gelmesi yaklaşık beş yılı buldu.

Kıtlığın belki de en önemli neticelerinden birisi yaklaşık otuz sene sonra görüldü. Çünkü yetersiz beslenmeden dolayı bağışıklık sistemi iyice zayıflayan insanlar, artık her türlü bakterinin saldırısına açık duruma gelmişlerdi. Nitekim 1348-1351 yılları arasında yaşanan veba salgının Avrupa’da bu kadar büyük kayıplara sebebiyet vermesinin altında bu durumun yattığı düşünülüyor. Sonuç olarak bu korkunç dramın halkın hafızasında yüzyıllarca kaldığını söyleyebiliriz. En son Grimm kardeşler tarafından uyarlanan Hansel ve Gretel isimli masalın, o hatıranın acı bir ürünü olduğu ileri sürülmektedir.

Kaynakça

Annales Monastici III, (1866). Henry Richards Luard (edit.), London: Longmans, Geeen, Reader, and Dyer.

Annals of Clonmacnoise, (1896). D. Murphy (edit.), Dublin: Royal Society of Antiquaries of Ireland.

Annals of Loch cé I, (1871). William M. Hennessy (edit.), Cambridge: Macmillan & Co.

Annals of Ulster II, (1893). E. Mac Caethy, The Queen’s Printing Offıce, Dublin.

Bauer, Susan Wise, (2014). Rönesans Dünyası, Mehmet Moralı (çev.), Alfa, İstanbul.

Calendar of The Patent Rolls, (1898). London: Printed for Her Majesty's Stationery Offıce.

Creighton, Charles, (1891). A History of Epidemics in Britain, Cambridge: The University Press.

Guillaume de Nangis, (1843). Chronique Latine, Paris: Societe, de L’Histoire de France.

Johannes de Trokelowe, (1866). Annales (Chronica Monasterii S. Albani), Henry Thomas Riley (edit.), London: Longmans, Green, Reader and Dyer.

Jordan, William Chester, (1996). The Great Famine, New Jersey: Princeton University Press.

Kershaw, Ian, (1973). “The Great Famine and Agrarian Crisis in England 1315-1322”, Past & Present, No. 59, pp. 3-50.

Lucas, Henry S., (1930). “The Great European Famine of 1315, 1316, and 1317”, Speculum, Vol. 5, No. 4, pp. 343-377.

Pribyl, Kathleen, (2017). Farming, Famine and Plague, Springer International Publishing, Norwich.

The Chronicle of Novgorod, (1914). Robert Michell & Nevill Forbes (trans.), Offices of The Society, London.

Ülgen, Pınar, (2017). Orta Çağ Avrupası’nın Ölümle Dansı, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul.

Vickers, Kenneth, (1926). England in the Later Middle Ages, Methuen & Co. Ltd., London.

Vita Edwardi Secundi, (2005). Wendy R. Childs (trans.), Clarendon Press, Oxford.

Willelmi (Capellani in Brederobe), (1904). Chronicon, Johannes Müller, Amsterdam.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...