23 December 2024

Avrupa’nın iki devi krizde

Avrupa Birliği’nin lokomotif ülkeleri Fransa ve Almanya, 2024 yılının sonlarına doğru ciddi siyasi ve ekonomik krizlerle karşı karşıya kaldı. Fransa ve Almanya’daki krizleri değerlendirerek ve 2025 yılı özelinde iki ülkeyi bekleyen olası gelişmeleri ele alıyoruz.

Almanya’da Olaf Scholz liderliğindeki koalisyon hükûmeti, 2024 Aralık ayında güven oylamasını kaybetti. Bu durum, II. Dünya Savaşı sonrası Almanya’sında nadir görülen bir siyasi krize işaret ediyor. Şubat 2025’te gerçekleşecek erken seçimler öncesinde ülke, siyasi belirsizlik ve ekonomik durgunlukla boğuşuyor.

Almanya ekonomisi, Covid-19 pandemisinin başlangıcından bu yana neredeyse hiç büyüme kaydetmedi. Bu durum, Almanya'nın geleneksel olarak güçlü olan ekonomik modelinin ciddi bir yapısal sorunla karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Durgunluk, yalnızca ekonomik göstergeleri etkilediği gibi sosyal ve politik sonuçlar da doğuruyor. Durgun yaşam standartları seçmenlerin memnuniyetsizliğine yol açıyor. Zayıf büyüme, hükûmetin bütçe dengesini sağlamasını zorlaştırıyor, bu da sosyal yardımların kesilmesi ve vergilerin artırılması gibi popüler olmayan önlemlere yol açabiliyor.

Almanya’nın teknolojik dönüşümde gecikmesi, ülkenin rekabet gücünü tehdit eden önemli bir faktör olarak öne çıkıyor. Almanya, dijital çağın gerekliliklerine ayak uydurmakta zorlanıyor. Bu, özellikle ülkenin geleneksel güçlü sektörlerinde belirgin. Otomotiv sektörü, bu durumun en belirgin örneklerinden biri. Almanya’nın otomotiv endüstrisi, fosil yakıtlara dayalı geleneksel modellere fazla bağımlı kalmış durumda. Elektrikli araçlar ve otonom sürüş teknolojileri gibi yenilikçi alanlarda Almanya, rakiplerine göre geride kaldı. Bu gecikme, sadece otomotiv sektörüyle sınırlı değil. Dijitalleşme, yapay zekâ ve yeşil teknolojiler gibi alanlarda da Almanya’nın daha hızlı hareket etmesi gerekiyor. Teknolojik gecikmeler, uzun vadede Almanya’nın global ekonomideki rekabet gücünü ve lider konumunu tehdit ediyor. Almanya’nın cömert sosyal refah sistemi, demografik değişimler nedeniyle baskı altında. Düşük doğum oranları, uzun vadede çalışan nüfusun azalmasına neden oluyor. Yaşlanan nüfus, emeklilik ve sağlık harcamalarının artmasına yol açıyor. Bu demografik trendler, sosyal güvenlik sistemine daha az katkı yapan ancak daha fazla hizmet talep eden bir nüfus yapısı oluşturuyor. Sistem üzerindeki bu baskı ya vergilerin artırılması ya da sosyal yardımların azaltılması gibi zor kararları gerektirebilir. Bu durum, Almanya’nın geleneksel sosyal piyasa ekonomisi modelinin sürdürülebilirliğini sorgulatıyor.

Artan jeopolitik gerginlikler, özellikle Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi, Almanya’nın savunma politikasını ve harcamalarını yeniden değerlendirmesine neden oldu. Soğuk Savaş döneminde ABD’nin Avrupa savunmasının çoğunu üstlenmesi, Almanya'nın savunma harcamalarını düşük tutmasına olanak sağlamıştı. Ancak değişen jeopolitik koşullar, Almanya’nın kendi savunmasına daha fazla yatırım yapmasını gerektiriyor. Bu durum, zaten ekonomik zorluklarla karşı karşıya olan ülke için ek bir mali yük oluşturuyor. Artan savunma harcamaları, diğer alanlara (örneğin sosyal refah veya altyapı yatırımları) ayrılabilecek kaynakları sınırlıyor. Almanya’nın NATO taahhütlerine uygun olarak savunma harcamalarını GSYİH’nın %2’sine çıkarma hedefi, bütçe üzerinde önemli bir baskı oluşturuyor.

Bu faktörler bir araya geldiğinde, Almanya’nın önümüzdeki yıllarda karşılaşacağı zorlukların karmaşıklığını ve çok boyutluluğunu gösteriyor. Ülkenin bu sorunları nasıl ele alacağı, sadece Almanya için değil, tüm Avrupa Birliği ve global ekonomi için önem taşıyor.

Almanya için dönüşüm vakti

Şubat 2025 seçimleri sonrasında Almanya’da istikrarlı bir hükûmetin kurulması zor olabilir. Aşırı sağ ve sol partilerin güç kazanması, geleneksel merkez partilerinin koalisyon kurma çabalarını karmaşıklaştırabilir. Yeni hükûmet, ekonomiyi canlandırmak için kapsamlı reformlar yapmak zorunda kalacak gibi görünüyor. Bu reformlar, dijitalleşme ve yeşil teknolojilere yatırımı artırmayı, iş gücü piyasasını esnekleştirmeyi ve vergi sistemini gözden geçirmeyi içerebilir. Almanya’nın AB içindeki lider rolü sorgulanabilir. Ülkenin kendi iç sorunlarıyla mücadele etmesi, AB politikalarında daha pasif bir tutum sergilemesine yol açabilir. Emeklilik yaşının yükseltilmesi, sağlık hizmetlerinde katkı paylarının artırılması gibi önlemler gündeme gelebilir. Artan jeopolitik gerilimlere karşı Almanya, savunma harcamalarını artırmaya ve ordusunu modernize etmeye devam edebilir.

Almanya, NATO’nun GSYİH’nın %2’si hedefine ulaşmak için savunma harcamalarını önemli ölçüde artırmak zorunda kalabilir. Bu artış, diğer alanlardaki harcamaların kısılmasına veya vergilerin artırılmasına yol açabilir, ki bu da iç politikada tartışmalara neden olabilir. Almanya’nın askerî teçhizatının çoğu eskimiş durumda. Yeni hükûmet, orduyu modernize etmek için kapsamlı bir program başlatabilir. Bu, yeni nesil savaş uçakları, zırhlı araçlar, siber savunma sistemleri ve insansız hava araçları gibi teknolojilere yatırımı içerebilir. Almanya, Avrupa Birliği içinde daha güçlü bir savunma iş birliği için çaba gösterebilir. Bu, AB’nin stratejik özerkliğini artırma çabalarının bir parçası olabilir. Rusya’nın Ukrayna’ya müdahalesi Avrupa’nın savunma harcamalarını artırmasına neden oldu. Almanya, Doğu Avrupa’daki NATO müttefiklerini desteklemek için daha aktif bir rol üstlenebilir. Bu, Baltık ülkeleri ve Polonya gibi ülkelerde Alman askerî varlığının artırılmasını içerebilir. Geleneksel askerî yeteneklerin yanı sıra, Almanya siber savunma ve hibrit savaş tehditlerine karşı kapasitesini artırmaya odaklanabilir. Bu, yeni siber komutanlıkların kurulması ve bilgi savaşına karşı stratejiler geliştirilmesini içerebilir. Almanya, yerli savunma sanayiini güçlendirmeye çalışabilir. Bu hem ekonomik büyümeyi teşvik etmek hem de stratejik özerkliği artırmak için bir fırsat olarak görülebilir. Ancak bu, Almanya’nın geleneksel olarak temkinli yaklaştığı silah ihracatı konusunda yeni tartışmalara yol açabilir. Almanya, ordusunu daha çekici bir kariyer seçeneği hâline getirmek için personel politikalarını gözden geçirebilir. Bu politikalar asker alımını artırmak ve yetenekli personeli elde tutmak için yeni teşvikler sunmayı içerebilir. Almanya, BM veya NATO önderliğindeki uluslararası barış koruma ve insani yardım misyonlarına daha fazla katılım gösterebilir.

Tüm bu dönüşüm hamleleri, Almanya’nın 2. Dünya Savaşı sonrası benimsediği temkinli dış politika ve savunma duruşundan önemli bir sapma anlamına gelebilir. Bu nedenle bu değişikliklerin kamuoyunda ve siyasi arenada geniş tartışmalara yol açması muhtemeldir. Ayrıca bu dönüşümün Almanya'nın ekonomik durumu ve sosyal refah sistemi üzerindeki etkileri de yakından izlenecektir.

Parçalanmış parlamento ve bütçe krizi

Fransa’da ise Emmanuel Macron yönetimi, parlamentoda çoğunluğu kaybetmiş durumda. Bu durum, hükûmetin politikalarını hayata geçirmesini zorlaştırıyor. 2024 sonunda yaşanan bütçe krizi, ülkenin siyasi ve ekonomik istikrarını tehdit ediyor. Macron’un partisinin parlamentoda çoğunluğu kaybetmesi, Fransa’nın siyasi sisteminde önemli bir kırılmaya işaret ediyor. Bu durum, hükûmetin reform girişimlerini ve politika uygulamalarını ciddi şekilde engelliyor. Sağ ve sol uçtaki partilerin güç kazanması, merkez siyasetin zayıfladığını gösteriyor. Koalisyon oluşturma veya partiler arası iş birliği ihtiyacı, karar alma süreçlerini yavaşlatabilir ve politika belirsizliğini artırabilir. Fransa’nın son beş yılda yıllık ortalama %1’den az büyüme kaydetmesi, ekonominin yapısal sorunlarına işaret ediyor. Düşük büyüme oranı, işsizlik oranlarının yüksek kalmasına neden oluyor. Bu, özellikle genç nüfus arasında bir sorun olabilir. Sosyal eşitsizlik, düşük ekonomik büyüme nedeniyle derinleşiyor. Bu, gelir dağılımındaki uçurumun artmasına ve sosyal hareketliliğin azalmasına yol açabilir. İnovasyon ve rekabet gücünde gerileme, Fransa'nın global ekonomideki konumunu tehdit ediyor.

Emeklilik reformu gibi tartışmalı politikalar, Fransa’da geleneksel olarak güçlü olan sendikaların ve sosyal hareketlerin tepkisini çekiyor. Bu reformlar, sosyal güvenlik sisteminin sürdürülebilirliği için gerekli görülse de halk arasında geniş çaplı protestolara yol açıyor. Sarı Yelekliler hareketi gibi geniş tabanlı protestolar, toplumsal memnuniyetsizliğin derinliğini gösteriyor. Hükûmetin popülaritesinin düşmesi, gelecekteki reformların uygulanmasını daha da zorlaştırabilir. Artan kamu harcamaları ve düşük ekonomik büyüme, Fransa’nın bütçe açığını genişletiyor. Bu durum, AB’nin mali kurallarına uyum sağlamayı zorlaştırıyor. Sosyal refah sisteminin maliyeti, yaşlanan nüfus nedeniyle artıyor. Emeklilik ve sağlık harcamaları bütçe üzerinde önemli bir yük oluşturuyor. COVID-19 pandemisi sırasında uygulanan ekonomik destek paketleri, bütçe açığını daha da artırdı. Fransa’nın kamu borcu GSYİH’sının %100’ünü aşmış durumda, bu da finansal piyasalarda endişe yaratıyor. Bütçe açığını azaltmak için yapılacak kesintiler veya vergi artışları, zaten gergin olan sosyal ortamı daha da kötüleştirebilir. Avrupa Merkez Bankası’nın para politikasındaki olası değişiklikler, Fransa'nın borçlanma maliyetlerini artırabilir ve bütçe üzerindeki baskıyı daha da artırabilir.

Bu sorunlar bir araya geldiğinde, Fransa’nın karşı karşıya olduğu zorlukların karmaşıklığını ve çok boyutluluğunu gösteriyor. Ekonomik reformlar, sosyal uyum ve politik istikrar arasında bir denge kurmak, Fransa için önümüzdeki dönemin en büyük zorluğu olacak gibi görünüyor. Ayrıca bu sorunların çözümü sadece Fransa için değil, tüm Avrupa Birliği'nin istikrarı ve geleceği için de kritik öneme sahip.

2025’te Fransa’yı neler bekliyor?

Mevcut parlamenter dağılım, Macron’un partisinin çoğunluğu kaybettiğini gösteriyor. Bu durum, hükûmetin politika uygulamasını zorlaştırıyor. 2025’te siyasi blokaj devam ederse, erken seçim çağrıları artabilir. Bu, yeni bir siyasi denge arayışını yansıtacaktır. Erken seçim durumunda, aşırı sağ ve sol partilerin daha da güçlenmesi muhtemel. Bu, geleneksel merkez partilerinin daha da zayıflamasına yol açabilir. Koalisyon hükûmetleri Fransa’da nadir görülür, ancak 2025’te bu bir zorunluluk hâline gelebilir. Bu, Fransa’nın siyasi kültüründe önemli bir değişim anlamına gelecektir. Siyasi istikrarsızlık, ekonomik reformların uygulanmasını zorlaştırabilir ve yabancı yatırımcıları caydırabilir.

İş gücü piyasası reformları, Fransa’nın katı çalışma kurallarını esnekleştirmeyi amaçlayabilir. Bu, işe alma ve işten çıkarma süreçlerinin kolaylaştırılmasını içerebilir. Vergi indirimleri, özellikle kurumlar vergisi alanında olabilir. Bu, Fransa’nın iş dünyası için cazibesini artırmayı amaçlayacaktır. Yatırım teşvikleri, özellikle yeşil teknolojiler ve dijitalleşme alanlarında olabilir. Bu, Fransa’nın gelecekteki ekonomik büyümesini desteklemeyi amaçlayacaktır. Ancak bu reformların parlamentodan geçmesi, mevcut siyasi bölünmüşlük nedeniyle zorlu olacaktır. Her reform önerisi, muhalefetin ve sendikaların güçlü direnciyle karşılaşabilir. Reformların sosyal etkisi dikkatle değerlendirilmelidir, çünkü artan eşitsizlik algısı daha fazla sosyal huzursuzluğa yol açabilir.

Almanya’nın ekonomik zorluklarla karşı karşıya olması, Fransa’ya AB içinde daha fazla liderlik fırsatı sunabilir. Fransa, özellikle savunma ve güvenlik politikaları, iklim değişikliği ve dijital dönüşüm gibi alanlarda AB gündemini şekillendirmeye çalışabilir. Macron’un “Avrupa egemenliği” vizyonu, AB’nin stratejik özerkliğini artırma çabalarının merkezinde olabilir. Ancak Fransa’nın kendi iç sorunları bu liderlik rolünü üstlenme kapasitesini sınırlayabilir. Fransa’nın AB içindeki etkinliği, diğer üye ülkelerle, özellikle Orta ve Doğu Avrupa ülkeleriyle ilişkilerini geliştirme becerisine bağlı olacaktır.

AB’nin Maastricht kriterleri, bütçe açığının GSYİH’nın %3’ünü aşmamasını gerektiriyor. Fransa, bu hedefe ulaşmak için sıkı önlemler almak zorunda kalabilir. Kamu harcamalarının kısılması, özellikle sosyal programlar ve kamu sektörü istihdamı alanlarında olabilir. Bu, sendikalar ve sol partiler tarafından güçlü bir direnişle karşılaşabilir. Vergi gelirlerini artırmak için yeni vergiler (örneğin, dijital hizmet vergisi) veya mevcut vergilerin artırılması gündeme gelebilir. Bu önlemler, kısa vadede ekonomik büyümeyi olumsuz etkileyebilir ve sosyal gerilimleri artırabilir. Bütçe konsolidasyonu çabaları, Fransa'nın AB içindeki kredibilitesini artırabilir, ancak iç politikada önemli zorluklarla karşılaşabilir.

Aşırı sağın yükselişi, göç politikalarında daha sert bir yaklaşımı tetikleyebilir. Bu, sınır kontrollerinin sıkılaştırılması ve iltica şartlarının zorlaştırılmasını içerebilir. Entegrasyon politikaları gözden geçirilebilir, göçmenlerin Fransız değerlerine ve diline uyumu konusunda daha sıkı şartlar getirilebilir. Ulusal güvenlik alanında, terörle mücadele önlemleri artırılabilir. Bu, polis yetkilerinin genişletilmesi ve gözetim sistemlerinin güçlendirilmesini içerebilir. Siber güvenlik, artan bir öncelik hâline gelebilir. Fransa, kritik altyapısını ve dijital varlıklarını korumak için yeni stratejiler geliştirebilir. Bu politikalar, insan hakları ve kişisel özgürlükler konusunda tartışmalara yol açabilir. Avrupa düzeyinde, Fransa Schengen sisteminin reformunu ve AB'nin dış sınırlarının güçlendirilmesini savunabilir.

Bu projeksiyonlar, Fransa'nın 2025 yılında karşılaşabileceği zorlukları ve fırsatları göstermektedir. Ülkenin bu zorluklarla nasıl başa çıkacağı, sadece Fransa için değil, tüm AB için de önemli sonuçlar doğuracaktır.

İki ülkenin kaderi AB’nin geleceğini belirleyecek

Fransa ve Almanya’nın yaşadığı krizler, yalnızca bu iki ülkeyi değil, tüm AB'yi etkileyecek potansiyele sahip. 2025 yılı, her iki ülke için de zorlu bir dönem olacak gibi görünüyor. Ekonomik canlanma, siyasi istikrar ve sosyal uyum sağlama çabaları, yılın ana gündem maddelerini oluşturacak. Bu süreçte, AB’nin geleceği de şekillenecek. “Daha fazla Avrupa” yaklaşımının sorgulanması, birliğin yapısında ve işleyişinde önemli değişikliklere yol açabilir. Fransa ve Almanya'nın krizlerden nasıl çıkacağı, sadece bu iki ülkenin değil, tüm Avrupa’nın geleceğini belirleyecek.

2025 yılı, Avrupa için bir dönüm noktası olabilir. Fransa ve Almanya’nın liderliğinde AB'nin yeni bir vizyon ve strateji geliştirmesi gerekecek. Bu süreçte ekonomik büyüme, teknolojik inovasyon, sosyal adalet ve demokratik değerlerin korunması arasında hassas bir denge kurulması kritik önem taşıyacak. Avrupa’nın iki devi, kendi iç sorunlarıyla mücadele ederken aynı zamanda kıtanın geleceğini şekillendirme sorumluluğuyla karşı karşıya kalacak. 2025 yılı, bu açıdan Avrupa tarihi için belirleyici bir yıl olacak gibi görünüyor.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...