21 March 2025

Auschwitz’in gölgesinde kalan dehşet: Dachau Toplama Kampı

Dachau, 22 Mart 1933’te Bavyera’da açıldı, Nazi Almanyası’nın kurduğu ilk toplama kampıydı ve zaman içinde Nazi karşıtlarının tutulduğu bir işkence merkezi hâline geldi. Ancak Dachau, kamuoyunun gözünde Auschwitz kadar öne çıkmadı. Peki, neden Auschwitz’in gölgesinde kaldı ve orada neler yaşandı?

Nazi Almanyası’nın toplama kampı politikası, Adolf Hitler’in 1933’te iktidara gelmesiyle birlikte sistematik bir baskı aracı olarak ortaya çıkmıştı. Nazi ideolojisi, “ari ırk”ın üstünlüğünü savunurken; muhalifleri, Yahudileri, Romanları, komünistleri, eşcinselleri ve diğer “istenmeyen” grupları toplumdan izole etmeyi amaçlıyordu. Bu bağlamda Dachau, Nazi Almanyası’nın kurduğu ilk toplama kampıydı. 22 Mart 1933’te Heinrich Himmler’in emriyle Bavyera’da açılmıştı. Başlangıçta politik mahkûmlar için tasarlanan bu kamp, zamanla Yahudiler, Romanlar, din adamları, komünistler, eşcinseller ve diğer Nazi karşıtlarının tutulduğu bir işkence merkezi hâline geldi. Ancak Dachau, kamuoyunun gözünde Auschwitz kadar öne çıkmadı. Peki, neden Auschwitz’in gölgesinde kaldı ve orada neler yaşandı?

Auschwitz: Entüstriyel kıyım merkezi

Dachau bir toplama kampı olarak başlarken; Auschwitz ölüm kampı işlevi görmesiyle öne çıkmıştı. Auschwitz, gaz odaları ve milyonlarca insanın yok edildiği bir endüstriyel soykırım merkeziydi. Dachau ise işkence, tıbbi deneyler ve zorla çalıştırma ağırlıklı bir kamp olarak kullanıldı. Bu farklılıklar, Auschwitz’in Nazi dehşetinin sembolü hâline gelirken Dachau’nun nispeten daha az bilinmesine neden olacaktı. Ayrıca Dachau’da yaşananların çoğu savaşın sonuna doğru açığa çıkarken; Auschwitz’teki kıyımın büyüklüğü savaş sırasında bile haberlerde yer almaya başlamıştı. Auschwitz’in serbest bırakılması, Kızıl Ordu tarafından gerçekleştirilecekti ve bu sebeple Sovyetler Birliği’nin propaganda savaşında önemli bir yere sahip oldu. Buna karşın Dachau, ABD birlikleri tarafından kurtarıldı ancak Sovyetler kadar etkin bir propaganda ile dünyaya duyurulmadı.

Hiç şüphesiz Auschwitz’in büyük ölçekli yok etme mekanizması, uluslararası kamuoyunda daha büyük yankı uyandırdı. Auschwitz-Birkenau 1,1 milyondan fazla insanın gaz odalarında öldürüldüğü, fabrikasyon bir ölüm merkeziydi. Dachau ise daha çok işkence, ağır çalışma ve bireysel infazlarla mahkûmları yavaş yavaş ölüme sürükleyen bir sistemdi. Auschwitz’in bu endüstriyel ölçekli soykırımı, onu Nazi vahşetinin en bilinen sembolü hâline getirecekti.

Bunun yanı sıra, Auschwitz’in Polonya topraklarında bulunması; savaş sonrası Soğuk Savaş propagandasında daha fazla kullanılmasına yol açtı. Sovyetler Birliği, Auschwitz'in kurtarılışını faşizme karşı zaferinin bir göstergesi olarak sundu. Dachau ise ABD birlikleri tarafından kurtarıldığında, Batı’nın savaş sonrası anlatısında daha az merkezi bir konumda yer aldı.

Dachau’da neler yaşandı?

Dachau’da mahkûmlar sistematik işkence, açlık ve ağır fiziksel çalışma şartlarına maruz bırakıldılar. Kamptaki şartlar insanlık dışıydı; mahkûmlar yetersiz besleniyor, şiddet ve hastalıklarla sürekli mücadele ediyorlardı. Soğuk havada saatlerce ayakta bekletme, dayak, asma ve diğer acımasız cezalandırma yöntemleri günlük hayatın bir parçasıydı.

Özellikle tıbbi deneyler, burada gerçekleştirilen en korkunç uygulamalardandı. SS doktorları, mahkûmlar üzerinde hipotermi testleri yaparak insan vücudunun aşırı soğuğa dayanma sınırlarını test ettiler. Mahkûmlar buzlu suya sokuluyor veya donma derecesindeki havada saatlerce çıplak bırakılıyorlardı. Diğer deneylerde, mahkûmlara tuzlu su içirilerek vücutlarının buna nasıl tepki verdiği gözlemlendi. Bazıları sıtma virüsü ile enfekte edilerek ilaç denemelerinde kobay olarak kullanıldı. Bu deneylerin büyük bir kısmı mahkûmların ölümüyle sonuçlanıyordu.

Zorla çalıştırma, Dachau’daki en yaygın eziyet yöntemlerinden biriydi. Mahkûmlar, yetersiz beslenmeyle birlikte ağır sanayi, mühimmat üretimi ve taş ocağı gibi zorlu işlerde çalıştırılıyordu. Dayanma gücünü aşan iş yükü, sık sık ölümle sonuçlanıyordu. Ayrıca kampta “eğitim” adı altında sistematik işkence uygulanıyordu. Mahkûmlar saatlerce taş taşıma, aç bırakılma ve ölümüne dövülme gibi cezalarla karşı karşıya kalıyordu.

Kampta infazlar da yaygındı. SS subayları, “disiplin ihlali” adı altında mahkûmları rastgele seçerek kurşuna dizme, asma veya gaz odasında öldürme yöntemleriyle infaz ediyordu. Özellikle din adamları ve politik mahkûmlar, Nazi karşıtı faaliyetlerde bulundukları gerekçesiyle hedef alınıyordu. Dachau’nun içinde kurulan infaz duvarı, burada gerçekleştirilen sayısız idamın kanıtıydı. ABD birlikleri 29 Nisan 1945’te kampa girdiğinde, içeride binlerce açlıktan ve hastalıktan ölmek üzere olan mahkûmla karşılaşmışlardı. Kampta kurtarılan mahkûmların büyük bir kısmı tifo ve diğer salgın hastalıklarla mücadele ediyordu. ABD askerleri kampta ayrıca toplu mezarlar ve ceset yığınları da buldular. Dachau dağınık bir kamptı ve ona bağlı olan 30’dan fazla yan kamp mevcuttu. Bu sebeple kampın farklı noktalarında toplu mezarlara rastlanıldı.

Dachau’nun yansımaları: Yargılamalar, edebiyat ve sinema

Dachau’nun kurtarılmasının ardından kamp yöneticileri ve SS subayları, 1945 yılında başlayan Dachau Mahkemeleri kapsamında yargılandı. Nürnberg Duruşmaları’nın bir parçası olan bu yargılamalarda, savaş suçları işleyen kamp yetkilileri için ağır cezalar verildi. Birçok SS subayı idam edilirken, bazıları uzun süreli hapis cezalarına çarptırıldı.

İkinci Dünya Savaşı’nın ağır psikolojik etkilerinin ortadan kaldırılması için edebiyat ve sinema önemli bir işlev gördü. Burada da toplama kamplarında yaşanan ve insanlık onurunu zedeleyen hayat hikâyelerinin yansımaları kendilerine yer bulabildi. Bununla birlikte Dachau’nun mirası da edebiyat ve sinema dünyasında derinden hissedildi.

Nazi kamplarının yarattığı dehşet, Primo Levi, Elie Wiesel gibi yazarların eserlerine yansıdı. Robert Antelme’in “L’espèce humaine” adlı kitabında, Nazi kamplarındaki insanlık dışı koşullar detaylan bir biçimde anlatıldı. Sinemada ise “Schindler’in Listesi” ve “The Boy in the Striped Pyjamas” gibi yapımlar, Nazi zulmünü geniş kitlelere aktardılar. Dachau’nun kendisi üzerine odaklanan spesifik filmler az olsa da Nazi toplama kamplarının anlatıldığı birçok belgeselde ve dramatik yapımda burası hakkında da detaylı bilgiler verildi.

Günümüze gelecek olursak; Dachau, bir anıt ve müze olarak korunuyor. Kampın kalıntıları, ziyaretçilere Nazi Almanyası’nın insanlık suçlarını hatırlatma görevini üstlenmeye devam ediyor. Burada yaşananlar, tarihin en karanlık dönemlerinden birini temsil etmesi ve unutulmaması gereken bir insanlık trajedisi olması bakımından oldukça önemli.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...