05 June 2025

Annales ekolünün temsilcisi: Fernand Braudel

Annales Okulu’nun tarih yazımında öncü isimlerinden biri ve bu ekolün önemli temsilcisi olan Fernand Braudel’in çalışmalarına, eserlerine, aydınlattığı geçmişin bilinmezliğinde kalan bilgilere birlikte bakmaya ne dersiniz?

“Nedir bu Akdeniz? Binbir şeyin hepsi birden. Bir manzara değil, sayısız manzaralar. Bir deniz değil, birbirini izleyen birçok deniz. Bir uygarlık değil, birbiri üzerine yığılmış birçok uygarlık. Akdeniz’de gezen, Lübnan’da Roma dünyasını, Sardinya adasında tarih öncesini, Sicilya’da Yunan kentlerini, İspanya’da Arap varlığını, Yugoslavya’da Türk İslamı’nı bulur.” [1]

Bu sözlerin yazarı Fernand Braudel, bir köy öğretmeninin oğludur. Fransa’nın kuzeybatısındaki Lumeville-en-Ornois’da (Meuse) doğdu. Orta öğrenimi, 19. yüzyılın katı geleneklerini sürdüren eğitim anlayışı içinde klasik bilgilere ağırlık veren bir yönde gelişti. 1923’te Sorbonne Üniversitesi’nden tarih “agregesi” olarak mezun oldu. 1937 yılına kadar Cezayir ve Paris’te lise tarih öğretmenliği ve Sao Paolo Üniversitesi’nde öğretim üyeliği yaptı. Yine aynı yıl Paris’te Ecole Pratique des Hautes Etudes’e müdür oldu. 2. Dünya Savaşı’nda Almanlara esir düştü; Lübeck esir kampında kaleme aldığı “La Mediterranee et le Monde mediterraneen a l’epoque de Philippe II.” (II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası) adlı doktora tezini 1947’de savundu. Bu eseriyle Annales Okulu’nun, tarihi küçük insanların tarihine dönüştürme çabasına ek olarak Braudel; coğrafi yapıları, iklimi, gündelik hayatta kullanılan her türlü araç gereci tarihin öznesi hâline getirmiş, zaman ve mekân algısını köklü biçimde değiştirmiştir. Bu tezde ortaya attığı yeni tarih görüşü bazı tarihçileri şaşırtırken bazılarını da âdeta büyüledi. Braudel bu yeni görüşlerinin çoğunu, iki ünlü tarihçi Marc Bloch ve Lucien Febvre tarafından 1929’da Strasbourg’da kurulan Annales dergisinin etrafında oluşan okula borçludur. 1946’da bu derginin yöneticileri arasına giren Braudel, 1949’da College de France’a seçilirken 1956’da da Ecole des Hautes Etudes’ün 6. kısmının başkanlığı görevinde hocası Lucien Febvre’in yerini aldı. 6. kısmın milletlerarası niteliği ve her bilgi alanından, her milletten araştırmacının bir arada bulunması Braudel’in görüşlerini önemli ölçüde etkiledi. 1962’de Maison des Sciences de l’Homme’un ilk yöneticisi oldu. Yazdığı makale ve maddeler geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmasını sağlamıştır. İlim dünyasına büyük katkılarından dolayı Brüksel, Oxford, Madrid, Cenevre, Floransa, Varşova, Cambridge, Sao Paolo, Padova, Londra, Chicago, Saint-Andrews ve Edinburgh üniversiteleri ona fahri doktorluk unvanı vermişlerdir. 1979’da üç ciltlik ünlü eseri Civilisation Materielle et Capitalisme (Maddi Uygarlık ve Kapitalizm) yayımladı. Akdeniz’e olan ilgisinden ötürü Osmanlı tarihine de büyük bir yakınlık duymuştur. Braudel üç cilt hâlinde kendi ülkesi Fransa’nın tarihi olan L’Identite de la France (Fransa’nın Kimliği) adlı eserini tamamlayamadan Kasım 1985’te ölmüştür. [2]

Braudel’e göre Osmanlı

Braudel Türkiye’ye gelip 16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin haşmet ve kudretini izah eden konferanslar da verdi. Braudel Osmanlı İmparatorluğu’nu şöyle anlatmaktadır: “Hammer ve Jorga’nın Osmanlı tarihlerinde eksikler ve yanlışlar bulunduğu bugün artık Batılı tarihçiler tarafından da anlaşılmaktadır. Bizi aydınlatacak en önemli vesikalar sizin arşivlerinizde yatmaktadır. Bunların yayımlanması sadece Türk tarihinin değil, cihan tarihinin de mühim bir kısmını aydınlatacaktır. 16. yüzyılda Avrupa Osmanlılarla çok yakından ilgilenmiştir. Buna bir misal olmak üzere 15 ve 16. yüzyıllarda o çağların en önemli olayları olan yeni dünyanın ve diğer bölgelerin keşiflerine dair Avrupa’da yazılan kitaplar, Osmanlılar hakkında yazılanlara nazaran daha az olduğu söyleyebiliriz. Türkiye’ye gelenler bilhassa adaletin bedava tevzi edilmesine şaşmaktaydılar. Escalopi 1574 de Türkiye’ye gelmiş ve bu hakikati gözleri ile görerek hatıratına yazmıştır. Türkler dünya çapında bir imparatorluk kurmuşlardı. Amerikalı tarihçi Fredercik Lay, ilk dünya harplerinin Türklerin Avrupalılarla yaptıkları savaşlar olduğu fikrindedir. Türkler 16. asrın sonuna kadar teknikte en öndedirler: Mesela muhasara topçuluğunu kendileri keşif ve tekâmül ettirmişlerdir. İstanbul’un alınması bunun en parlak örneğidir. Fakat başkalarındaki yenilikleri de Türkler hemen almışlardır. Sahra topçusu, yani koşulu topçuluğu Fransızlar keşfetmişlerdir. 8. Şarl ilk defa koşulu bir topçu birliği ile Alpleri aşarak Napoli’yi işgal etmiştir. Türkler kısa bir müddet sonra bu sahra topçuluğunu ordularına kabul etmişlerdir. Buna mukabil donanma topçuluğu nedense Türk deniz kuvvetleri tarafından geç kabul edilmiştir. Gemide topu ilk önce 1550 ye doğru Fransız korsanları kullanmışlar ve Portekiz donanmasını sık sık yenmişlerdir. Bunun üzerine birkaç yıl sonra Portekizliler de gemilerine top koymuşlardır. Hâlbuki Türk gemilerine top ancak 1573 yılında konmuştur.

Türkiye’nin gelişmesi ve yayılma arzusu münferit bir olay değildir. 1400 ile 1600 arasında bir yayılma istidadı Avrupa’da ve Asya’da da görülmektedir. Göçebe kavimler bilhassa Çin’e doğru akmaktadırlar. Bu, demografik gelişmeden, nüfusun artmış olmasından ileri gelmiştir. Aynı harekete Osmanlı İmparatorluğu’nda da rastlanılmaktadır. Nüfusun artması ile fakir ve sefillerin adedi de son derece artmış bulunmaktadır. Bu haydutluk ve serseriliğin çoğalmasına yol açmıştır. 1569 da Fransa’da fakir ve serserilerden kurtulmak için bir usul bulunmuştu: Surların üstünden dışarıya para atılıyor ve bunları kapışmak için kapılardan çıkan fakir ve serserilerin üzerine kapılar kapatılıyor ve bunlar bir daha alınmıyorlardı.

Avrupa iktisat tarihinde 1506 ilâ 1536 arasında bir bahar havasına rastlanır. 1536 ilâ 1564 arası ise güçlükler ve zorluklarla âdeta bir kıştır. 1564’ten 1590’a kadar hava yine hemen kalkmış ve bahar avdet etmiştir. Bu tarihler Osmanlı İmparatorluğu için de önemlidir. 1550 ye kadar Türkiye dünyanın birinci devletidir. 1506 ilâ 1536 arasında Avrupa’da bir altın bolluğuna rastlanmaktadır. Türkiye’de de aynı şey görülmektedir. 1513’te daha Mısır işgal edilmeden Bursa’da Mısır altınları boldur. Osmanlıların yıllık bütçeleri ise on milyon altın dukadır.

Arşivin ardını gören tarihçi

Avrupa’da 1540'ta Amerika’daki madenlerin işletilmesiyle bir gümüş bolluğu ve bunu da bir sıkıntı takip etmiştir. Osmanlı İmparatorluğu’nda gümüş bolluğu 1576’dan sonra başlamıştır. 1600 ile 1650 arasında Avrupa’da iktisadi güçlükler artmış fakat 1650 ile 1750 arasında bunlar had bir hâl almıştır. 17. yüzyılda Osmanlı duraklamasını bu iktisadi güçlüklerle izah kabildir. Fakat şunu unutmamalıdır ki Osmanlı İmparatorluğu 17. yüzyılda dünyanın sayılı devletlerinden biri kalmıştır. 1683 Viyana Muhasarası bunun bir delilidir. [3]

Braudel’in anlayış tarzına göre; tarihçinin vazifesi, büyük adamların ve devlet reislerinin tarihi nasıl yaptıklarını, yarattıklarını değil; belki de tarihin insanları nasıl şekillendirdiğini göstermeye çalışmışlardır. Bu sebeple genellikle yapıldığı tarzda harpler ve muahedeler gibi üzerine bir tarih etiketi koymak mümkün olan büyük ve bariz vakaları ve kahramanların şahsi tesir ve hareketlerini tetkik edecek yerde, halk yığınlarının her günkü hayatlarında gürültüsüz patırtısız cereyan eden bir takım isimsiz hadiselerin devamlı neticelerini aramak lazım gelmektedir. Tarihi problemleri makul bir beşerî coğrafya ilminin görmek istediği şekilde, coğrafi mekân içinde mütalaa ve münakaşa etmek lazımdır. Bu suretle tarih, bir bakıma, bugünkü beşerî coğrafyanın sahip olduğu ruh ve metotlarla mazide belirli bir devre teveccüh etmesi ve âdeta zaman içinde geriye bir beşerî coğrafya meydana getirmesi lazımdır. Braudel coğrafi amillerin tavsif ve tayinine vermiş olduğu ehemmiyet, onu coğrafi bir kaderciliğe sevk etmiş olmaktan çok uzaktır. Tarihte coğrafyanın kullanılış tarzını, geohistorie gibi yeni bir terimle ifade etmeye çalışıyor ve türlü bakımdan mahzurlu gördüğü eski jeopolitik istilahını kullanmaktan kaçınıyor.

Braudel’in incelediği tarihi mevzular dönemi itibariyle o kadar yenidirler ki onları şimdiye kadar yazılmış tarih kitaplarından ve vesika neşriyatı koleksiyonlarından kolayca derlemek çok defa mümkün olamamaktaydı. Braudel kendi görüş tarzı bakımından hakiki bir delil teşkil edebilecek kıymette olan bazı vesikaları Akdeniz memleketleri arşiv depolarından bizzat kendisi toplamak mecburiyetinde kalmış ve hayatının en verimli 20 yılını bu arşivlerde vesika aramakla geçirmiştir. Braudel, Akdeniz ülkelerinin arşivleri içinde yalnız Türkiye arşivlerini gözden geçirmemiştir. Bu durumu kendi eseri için bir zaaf sebebi telakki etmekte ve Türk tarihçilerinin bu hazinelerin muhtevalarını kıymetlendirecek ve dünya ilim alemine tanıtacak neşriyat yapmamış olmalarına üzülmektedir. Bu suretle son derecede geniş yeni bir programla giriştiği terkip faaliyetinde bazen kullandığı malzemenin en basit şekillerini kendisi bulmaya mecbur kalan bu büyük tarih ustasının, uğradığı büyük vakit ziyanı dolayısıyla, eserinin terkip kıymetinden hiçbir şey kaybetmemiş olmasını ancak sahibinin büyük tarihçi vasıflarına atfedebiliriz. Bununla beraber, bu hususta ne kadar müşkül şartlarla karşılaşıldığını tecrübe ile pek iyi öğrenmiş olan Braudel, bu tarzda küçük sanat sahiplerine mahsus bir usulle, yeni malzemeyi bizzat kendisi aramak ve işlemek mecburiyetinde kalan bir tarihçinin büyük ve sağlam inşalara varmasındaki müşkülat karşısında, tarihçilerin günün birinde kalabalık ekipler hâline bir nevi fabrika istihsali yapabilecek şekilde teşkilatlanmaya doğru gideceklerini söylemiştir.

Ömer Lütfi Barkan da Braudel hakkındaki yazısında, bizde Celali İsyanları adı altında öteden beri malum olan fakat hakiki sebepleri ile mahiyeti anlaşılamayan ve hatta tamamen Osmanlı İmparatorluğu’nun siyasi bünye hususiyetlerine ve onun devlet adamlarının idaresizliğine atfetmek âdet olan bu hadiselerin, bu devirde bütün Akdeniz ülkelerini işleyen umumi bir buhranın Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkim olduğu bölgelerde hususi şekiller altında bir devamı olduğu anlaşıldıktan sonra, bu meselelerle uğraşan Türk tarihçilerinin ellerindeki malzemeyi tekrar gözden geçirerek onları Braudel’in fikirlerinin tesiri altında yeniden manalandırmaya mecbur kalacaklarını söylemektedir.

Braudel’in Batı Akdeniz ülkelerinde türlü tezahürlerini çok iyi bir şekilde zapt ve tasvir ettiği ve elindeki vesikalardan da aynı cereyanların Türkiye’de ne şekilde devam ettiğini pekâlâ kestirebildiği bu hareketler, diğer Avrupa ülkelerindekilere benzeyen sebeplerin tesiri altında hep aynı şekilde tezahür etmiş hareketler olup, her iki tarafta da servet kaynaklarına ve mevcut iş hacimlerine nazaran fazla meskun bir hâle gelmiş olan memleketlerde sefaletin artmasının sebepleri hep aynı olan iktisadi, mali buhranların doğurduğu memnuniyetsizliğin ve toplumsal bünyedeki çözülüşünün bir ifadesidir. Gerçekten aynı devirde Türkiye’de serseri ve dilenciler ziyadesiyle artmış, eşkıyalık iktisadi nizamı, siyasi vahdet ve toplumsal huzuru tehdit edici bir şekil almış, türlü şekiller altında ihtilal ve isyanlar her tarafta çoğalmıştır. Köyünde işleyecek toprak bulamayan veya zenginlerin çiftliklerine katılmak üzere toprağı elinden alınmış bulunan işsiz köylüler, tımarı elinden alınan sipahiler, kendileri için yapılacak bir iş kalmadığı için bir çete reisinin veya ümeradan birinin kapı kulu olmaya hazır leventler ve nihayet bu devirde dikkate şayan bir ihtilal kuvveti halinde adetleri ziyadesiyle artmış olan ve isyanlarıyla devleti ciddi bir şekilde meşgul eden medrese talebeleri, bu isyanların lüzumlu gönüllülerini teşkil etmişlerdir. Türkiye’de de eşkıyalık siyasi, sosyal ve ekonomik türlü çehreleriyle her tarafta meydana çıkmış; Balkanlarda olduğu gibi, siyasi gayelere bürünmüş ve millî kahramanlar yaratmış; birçok yerlerde dinî davaları benimsemiş; dinî, askerî şefler bulmuş; top, tüfek tedarik ve müstahkem mevkiler işgal ederek merkezden gönderilen askerî kuvvetleri defalarca mağlup edebilmiş ve bu suretle devletin varlığı için de ciddi bir tehlike teşkil etmiştir.

Bundan sonra aynı büyük meseleleri aynı şemalar içinde vazedip onları Türk arşivlerinin zengin malzemesinden faydalanmak suretiyle işleyebilecek olan tarihçilerimiz hem kendi tarihlerine hem de Akdeniz ülkelerinin genel tarihine geniş ölçüde hizmet etmiş olacaklardır. Modern tarih araştırmalarında uluslararası iş birliğinin lüzum ve ehemmiyetini ortaya koyan eserleriyle Türkiye tarihine getirdiği yeni buluş ve görüşlerle bu sahayı zenginleştirmiş ve çok feyizli neticeler vadeden müstakbel çalışmalar için zemini hazırlamış olan Braudel’e Türk tarihçileri geniş ölçüde borçlu kalmışlardır. [4] Gerçekten de Braudel’in özellikle Akdeniz tarihi üzerine yazdıkları yol gösterici olmuştur.

Notlar

[1] Mete Hepvar, Braudel, Akdeniz’i ve Türkler, Milli Mecmua, Mayıs-Haziran 2018, s. 61-62.

[2] Mehmet Ali Kılıçbay, Fernand Braudel, TDV İslam Ansiklopedisi, cilt: 6, s. 333-334.

[3] Yılmaz Altuğ, Türk Tarihine ait yeni bir görüş, Türkiye Turing ve Otomobil Kurumu Belleteni, Şubat 1958, No: 193, s. 7-8.

[4] Ömer Lütfi Barkan, Kitabiyat, Türkiyat Mecmuası, cilt:10, 1951-53 s. 396-403.

Podcast

19 December 2023
Doç. Dr. Hasan T. Kerimoğlu
Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
28:19
0:01

Url kopyalanmıştır...