
1933 Razgrad Olayları: Balkan Paktı’na karşı bir pusu mu?
1933 yılında Bulgaristan’ın Razgrad şehrinde meydana gelen Türk mezarlığının tahrip edilmesi olayı gerek iç kamuoyuna yansımaları gerekse de diplomasi alanında oluşturduğu etkiyle uzun yıllar tartışıldı. Bu olayların arkasında neler yattığına hep birlikte bakalım.
1933 yılında Bulgaristan’ın Razgrad şehrinde meydana gelen Türk mezarlığının tahrip edilmesi olayı, sadece yerel bir hadise olmanın ötesinde, Türkiye kamuoyunda derin yankı uyandırmış ve Türkiye ile Bulgaristan arasındaki ilişkileri potansiyel olarak gerginleştirebilecek önemli bir olay olarak tarihe geçmişti.
Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’te kurulmasıyla birlikte İstanbul, imparatorluk geçmişinden yeni bir siyasi döneme geçiş yapmıştı. Başkentin Ankara’ya taşınmasına rağmen, İstanbul ülkenin en büyük şehri ve önemli bir siyasi merkezi olma özelliğini koruyordu. Mustafa Kemal Atatürk’ün liderliğinde yürütülen reformlar; cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık ilkeleri üzerine inşa edilen yeni bir devlet ve toplum modeli oluşturmayı hedeflemekteydi. Bu reformlar, İstanbul’un siyasi ve sosyal yaşamında da derin izler bırakmıştı. Halifeliğin 1924’te kaldırılması ve 1928’de İslam’ın devlet dini olma özelliğinin anayasadan çıkarılması gibi laikleşme reformları, İstanbul’un dinsel ve siyasi kimliğini yeniden şekillendirecekti. 1928’de Latin alfabesinin kabulü, eğitim ve iletişim alanlarında köklü değişikliklere yol açarak İstanbul’u da etkilemişti. Cumhuriyet’in ilk yıllarında güçlü bir ulus inşa etme çabası ön plandaydı ve Türk milliyetçiliği, toplumun farklı kesimlerini birleştirici bir ideoloji olarak benimsenmişti. Ancak bu milliyetçi söylem, azınlıkların algılanış biçimini de etkileyebiliyordu. 1933 yılına gelindiğinde, Cumhuriyet’in 10. yıl kutlamalarına hazırlıklar yapılıyor, bu da ulusal kimliğin ve kazanımların vurgulandığı bir siyasi atmosfer yaratıyordu.
İstanbul, tarih boyunca kozmopolit bir yapıya sahip olmuş olsa da Cumhuriyet’in ilk yıllarında daha homojen bir Türk kimliği oluşturma çabaları derinden hissediliyordu. Ancak şehirde hâlâ çeşitli azınlık toplulukları yaşamaktaydı. Azınlıkların durumu, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki millet sisteminden Cumhuriyet’in ulus-devlet anlayışına geçiş sürecinde yeniden tanımlanıyordu. İstanbul’da yaşayan Bulgar toplumu da bu azınlıklardan biriydi ve kendi kiliseleri (örneğin Sveti Stefan Demir Kilisesi), okulları ve cemaat örgütlenmeleri bulunuyordu. Ancak sayıları, Balkan Savaşları ve Birinci Dünya Savaşı gibi olaylar nedeniyle dalgalanmalar göstermişti. 1925 tarihli Türkiye-Bulgaristan Dostluk Antlaşması ile Bulgar Hristiyanları Türkiye’de resmî olarak azınlık statüsünde tanınıyordu. Türk toplumu içinde Bulgaristan'a ve Bulgarlara yönelik tutumlar karmaşıktı. Tarihsel olarak iki ülke arasında hem çatışma hem de iş birliği dönemleri yaşanmıştı. Balkan Savaşları (1912-1913) ilişkileri olumsuz etkilemiş ve milliyetçi duyguları her iki tarafta da körüklemişti. Cumhuriyet’in ilk yıllarında ilişkileri iyileştirme çabaları olsa da geçmişteki gerilimler ve tarihî hafıza, halkın tutumlarını etkileyebiliyordu. Cumhuriyet’in benimsediği Türkleştirme politikaları, Türk dili ve kültürünün yaygınlaştırılmasını hedeflerken, azınlık dillerinin ve kültürlerinin kamusal alanda kullanımında baskı yaratabiliyordu. Soyadı Kanunu ve eğitimde Türkçenin önceliği gibi uygulamalar, İstanbul’daki azınlık topluluklarını da etkiliyordu. Resmî ideoloji her ne kadar vatandaşlık temelinde bir milliyetçilik anlayışını savunsa da uygulamada özellikle Müslüman olmayan azınlıklara yönelik etnik-kültürel bir milliyetçilik anlayışı daha belirgindi.
Yeni defnedilmiş cesetleri mezarlardan çıkarıp tahrip ettiler
Razgrad’daki Türk mezarlığının tahrip edilmesinin altında yatan temel nedenler arasında, yükselen Bulgar milliyetçiliği önemli bir yer tutuyordu. Tarihsel süreçte Osmanlı İmparatorluğu’nun hâkimiyeti ve sonrasındaki çatışmalar, Bulgar toplumunda Türk karşıtı duyguların oluşmasına zemin hazırlamıştı. Nitekim, olayın temel motivasyonları arasında Bulgar milliyetçiliği, Türk düşmanlığı ve İslamofobi açıkça belli oluyordu. 1923’teki Bulgaristan darbesinin ardından milliyetçiliğin daha da güçlenmesi ve azınlık okullarının kapatılması gibi gelişmeler, ülkedeki gergin atmosferi gözler önüne seriyordu. 1932’de Kesarevo’daki Türk azınlığına yönelik pogrom ve 1933’te Krumovgrad Valisi Feyzi Efendi’nin öldürülmesi gibi olaylar da bu gerginliğin işaretleriydi.
Saldırıyı gerçekleştirenlerin “Rodna Zashtita” (Vatan Savunması) adlı milliyetçi bir örgüt mensupları olması, olayın organize ve ideolojik bir temeli olduğunu gösteriyordu. Bu örgütün amacı, daha homojen bir Bulgar ulusu yaratmak ve Türk ile Müslüman unsurları dışlamak veya marjinalleştirmekti. Olayın 14-15 Nisan 1933 gecesi, Paskalya ile aynı zamana denk gelmesi ise hayli dikkat çekiciydi. Bu zamanlama, dinî ve millî duyguların yoğunlaştığı bir dönemde provokatif bir eylem gerçekleştirme amacını taşıyordu. Bulgar hükûmetinin daha sonra yaptığı açıklamada, mezarlığın bir park yapımı için kamulaştırılan arazi üzerinde bulunduğu ve Türklerin alanı boşaltma kararına uymadığı iddia edilse de bu gerekçe tartışmaları ortadan kaldırmaya yetmedi. 1930’larda Bulgaristan’da azınlıklara yönelik politikaların hoşgörüden asimilasyon ve baskıya doğru kayması da bu tür olayların zeminini hazırlamıştı.
Razgrad’daki Türk mezarlığına 200-350 kadar Rodna Zashtita üyesi saldırmıştı. Saldırganlar, mezarlığın bekçi kulübesini yakmış, mezar taşlarını kırmış ve 150 kadar yeni defnedilmiş cesedi mezarlarından çıkararak tahrip etmişlerdi. Bu eylemler sırasında balta ve kürek gibi aletler kullanılmıştı. Bu vahim olay, Razgrad’daki Türk nüfusu arasında büyük bir paniğe yol açmış ve bazıları Romanya üzerinden Türkiye'ye göç etmeye başladı. Olayın duyulması, Razgrad’da yaşayan Bulgarlar arasında da rahatsızlık yaratmış ve bazı Bulgarlar Türklerle dost olduklarını belirterek saldırıyı provokasyon olarak nitelendirmişlerdi.
“Biz ölüye saygısızlık etmeyiz, onlara saygı duyarız”
Razgrad’daki olayın haberi İstanbul’a, olayı ilk duyuran Razgradlı gazeteciler Mahmut Necmettin Deliorman ve Arif Necib aracılığıyla ulaştı. Bu gazeteciler, durumu Türk yetkililere telgraflarla bildirdi ve Türk büyükelçisi de dâhil olmak üzere çeşitli kişi ve kuruluşları bilgilendirildi. Cumhuriyet gazetesi gibi Türk gazeteleri olayı büyük bir şokla karşıladılar ve yaklaşık 150 cesedin mezardan çıkarıldığını bildirdiler. İstanbul'da olay büyük bir öfke ve üzüntüyle karşılanmıştı. Türk halkı olayı şiddetle kınamış ve millî hassasiyet artmıştı. Özellikle gençler arasında büyük bir tepki oluşmuştu. Türkiye Millî Talebe Birliği (MTTB) liderliğinde İstanbul’da protestolar düzenlendi. MTTB’nin yanı sıra diğer öğrenci grupları da olaya tepki gösterecekti. 20 Nisan’da Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) öğrencileri Maçka’daki Bulgaristan Konsolosluğu önünde toplanarak bir protesto gösterisi düzenlediler. Konsolosluk önündeki konuşmaların ardından öğrenciler, Ahmet Tevfik İleri liderliğinde Feriköy’deki Bulgar Mezarlığı’na yürüdüler. Burada Bulgar mezarlarına çiçekler ve çelenkler bırakarak, Razgrad’daki tahribata insancıl bir yanıt vereceklerdi. İleri, "Biz ölüye saygısızlık etmeyiz, onlara saygı duyarız" şeklinde bir açıklama yaptı. Ancak bu izinsiz protesto nedeniyle 80 öğrenci gözaltına alındı ve 23’ü tutuklandı. İzmir’deki gençlik örgütleri de hem Razgrad’daki saldırıya hem de Türk hükûmetinin öğrencileri tutuklamasına tepki gösterdiler.
İstanbul’daki Bulgar topluluğu, Razgrad’da yaşanan olaylar ve İstanbul’daki tepkiler karşısında karmaşık duygular yaşayacaklardı. Bir yandan, Bulgar milliyetçilerinin eylemleriyle ilişkilendirilmekten ve İstanbul içinde olası misillemelerden endişe duyuyorlar, diğer yandan Razgrad’daki mezarlık tahribatını kınayan Bulgaristan vatandaşlarıyla dayanışma içindeydiler. İstanbul'da öğrenim gören yaklaşık 200 Bulgar diş hekimliği öğrencisi, Razgrad Olayları’nı kınayan açıklamalar yaptılar. Bu durum, İstanbul’daki Bulgar topluluğunun tamamının Razgrad’daki eylemleri desteklemediğini göstermesi bakımından önemliydi.
Türk basını, Razgrad Olayları’nı ve İstanbul'daki gelişmeleri yakından takip etmiş ve genellikle kınayıcı bir dil kullanmıştı. Cumhuriyet gazetesi olayı “inanılmaz bir hadise” olarak nitelendirmiş ve cesetlerin çıkarılmasını vurgulamıştı. Yunus Nadi gibi köşe yazarları ve siyasetçiler de üzüntülerini dile getirmiş ve olayı insani açıdan kınamışlardı.
Olaylar, Bulgaristan’ın Balkan Paktı’nı imzalamasını geciktirdi
Türkiye, Razgrad Olayları’nın ardından Bulgaristan nezdinde diplomatik girişimlerde bulunmuştu. Dış İşleri Bakan Vekili Şükrü Kaya, Mayıs 1933'te Ankara’daki Bulgar elçisine Bulgaristan’daki Türk azınlığının maruz kaldığı baskılarla ilgili 12 maddelik bir memorandum verdi. Bulgar yetkililer saldırıyı kabul ettiler ancak Türk basınının olayı abarttığını iddia ettiler. Bulgar hükûmeti ayrıca mezarlığın bir park projesi için kamulaştırılan arazi üzerinde olduğunu ileri sürdü ancak bu iddia Türkiye tarafından inandırıcı bulunmadı. Gerginliğe rağmen, her iki hükûmet de ilişkilerin daha fazla zarar görmesini engellemeye çalışacaktı. Bulgaristan Başbakanı Muşanov, Bulgaristan-Türkiye ilişkilerinin olumlu bir portresini çizerek Razgrad Olayları’nın çözüme kavuşturulduğunu ifade edecekti.
Razgrad Olayları, Şubat 1934’te imzalanan Balkan Paktı’nın öncesinde, Nisan 1933'te meydana gelmişti. Bu olay, Türkiye ile Bulgaristan arasındaki gerginliği artırmış ve Bulgaristan’ın bu dönemde pakta katılmasını zorlaştırmıştı. Balkan Paktı, bölgedeki istikrarı korumayı ve dış tehditlere karşı birliği sağlamayı amaçlıyordu ve Bulgaristan’ın pakta katılmaması, toprak anlaşmazlıkları ve kendi dış politika hedefleri gibi çeşitli faktörlerden kaynaklanıyordu. Razgrad Olayları’nın yarattığı güvensizlik ortamı da bu kararda etkili oldu.
İstanbul’daki Bulgar toplumu üzerindeki etkiler
Razgrad Olayları’nın İstanbul’daki Bulgar topluluğunda doğrudan ve önemli bir demografik değişime yol açtığına dair kesin bir bilgi elimizde olmamakla birlikte, 20. yüzyıl boyunca Balkan Savaşları, I. Dünya Savaşı ve komünist rejimler gibi daha büyük siyasi ve ekonomik olaylar, Bulgaristan’dan İstanbul’a ve diğer ülkelere yönelik göç dalgalarını tetiklediği hepimizin malumu. Razgrad Olayları’nın İstanbul’daki Bulgar toplumu üzerinde uzun vadeli sosyal ve kültürel etkileri elbette oldu. Bu olay -güçlü Türk milliyetçiliğinin yaşandığı bir dönemde meydana geldiği için- İstanbul’daki Bulgar toplumu içinde daha temkinli bir yaklaşımın benimsenmesine ve kimliklerini daha çok kendi içlerinde yaşamalarına neden olacaktı. Topluluk, kiliseleri ve cemaat merkezleri aracılığıyla dinî ve kültürel kimliklerini korumaya devam ettiler. Ancak genç neslin evlilikleri ve göçleri gibi faktörler, topluluğun uzun vadeli sürdürülebilirliği açısından zorluklar yarattı. 1972’de öğrenci yetersizliği nedeniyle tek Bulgar okulunun kapatılması da dil mirasının korunması konusunda yaşanan zorlukları göstermesi bakımından önemli bir gelişmeydi.
Günümüzdeki yansımalar
Razgrad Olayları'nın günümüzdeki tarihsel yorumları hem Bulgaristan’da hem de Türkiye’de millî perspektiflere göre şekilleniyor. Türk yorumları genellikle olayı, savunmasız bir azınlığı ve Türk mirasının bir sembolünü hedef alan nefret dolu bir Bulgar milliyetçiliği eylemi olarak vurguluyorlar. Bulgar yorumları ise -bazı basın raporlarında yansıdığı gibi- olayın ciddiyetini azaltmaya veya Türk basını tarafından abartıldığını iddia etmeye çalışıyor. Ayrıca olayın yerel bir arazi anlaşmazlığıyla ilgili olduğu yönünde bir hükûmet açıklaması da bulunduğu için onu kendilerine malzeme yapıyorlar.
Olayın milliyetçi örgüt Rodna Zashtita’nın eylemi olması, yorumların Bulgaristan’daki aşırı milliyetçi ideolojilere odaklanmasına neden oldu. Ancak İstanbul’daki Bulgar öğrencilerinin olayı kınaması, Bulgar toplumu içinde de farklı görüşlerin olduğunu gösteriyor. Razgrad Olayları’nın Balkan Paktı öncesinde meydana gelmesi, bazı tarihçilerin olayın Türk-Bulgar yakınlaşmasını engellemek amacıyla belirli çevrelerce kasıtlı olarak provoke edilip edilmediği sorusunu gündeme getirmesine neden oldu. Ancak Balkan Paktı’nın nihayetinde imzalanması (Bulgaristan başlangıçta katılmamış olsa da), bu olayın bölgesel iş birliği için daha geniş jeopolitik zorunlulukları tamamen ortadan kaldırmadığını göstermesi bakımından önemliydi.

Sesler ve Ezgiler
“Sesler ve Ezgiler” adlı podcast serimizde hayatımıza eşlik eden melodiler üzerine sohbet ediyor; müziğin yapısına, türlerine, tarihine, kültürel dinamiklerine değiniyoruz. Müzikologlar, sosyologlar, müzisyenler ile her bölümü şenlendiriyor; müziğin farklı veçhelerine birlikte bakıyoruz. Melodilerin akışında notaların derinliğine iniyoruz.

Darbeler, İhanetler ve İsyanlar
Osmanlı Devleti'nden Türkiye Cumhuriyetine miras kalan darbeci zihniyete odaklanarak tarihi seyir içerisinde meydana gelen darbeleri, ihanetleri ve isyanları Doç. Dr. Hasan Taner Kerimoğlu rehberliğinde değerlendiriyoruz.